Mehmet Özay 06.02.2024
İsrail devletinin, Filistin toplumu üzerinde sergilediği şiddet ve soykırımı anlamlandırabilmek, dün mümkün olmadığı gibi maalesef, bugün de mümkün değil.
Sorunun, en azından 1850’den itibaren gösterdiği gelişmeyi bir kenara bırakarak, son dönemde ve bugün olan bitenlerin bazı vechelerine kısaca göz atmakta yarar var.
Ne, adına din-milliyetçiliğine gönderme yapan ‘siyonizm’ ideolojisi ve taraftarları ne de, varlığı bir şekilde meşru görüldüğü varsayıldığında-, bir ulus-devlet olarak İsrail ve bu devletin vatandaşlarının, ortada var olan durumda kendilerine bir anlam çerçevesi çizebildiklerini söylemek mümkündür.
Bununla birlikte, siyonizmin teolojik ve tarihsel dayanaklara sığınarak, olan biteni haklı gösterdiği iddiası yaygın bir şekilde gündeme getirilse de, aslında tam da bu durum bile, çelişkinin ne denli büyük olduğuna işaret ediyor.
Öte yandan, var olan bu durum, kendini modern bir ulus-devlet olarak addeden İsrail ile modern bir toplum olduğu iddiasındaki İsrail toplumunun, bugünkü olan bitenler karşısındaki duruşlarını sorgulatıcı bir nitelik taşıyor.
Bir modern ulus devlet ve bu ulus devlet inşasında rol alan insanların oluşturduğu bu yapının, kendileriyle antropolojik ve hatta, tarihsel olarak bakıldığında, -bazı ölçülerde sosyolojik olarak-, pek de farklı olmayan Filistinli Araplar üzerinde sergiledikleri zulüm karşısındaki suskunluk olsa olsa, gözlerin ve kulakların kapanması kadar, aklın düşünme eyleminin ve kalbin vicdani duyumunun da inkitaya uğra/tıl/masıyla anlaşılabilir ancak.
Dini bağlılık, teolojik olarak vatan addedilen bir coğrafya parçası, seçilmişlik iddiasındaki bir dini-antropolojik tutum vs. kadar, İsrail devletine hakim olduğu belirtilen Siyonist ideolojinin ve bunun dışında, İsrail halkının, -kanımca kayda değer bölümünün pek de organik bir bağlantısının olmadığı- bu ideolojide neye, niçin inandıkları konusunda ciddi bir sorgulama sürecine girmeleri gerekiyor.
Bunu söylerken, karşımızda yine referans olarak, ‘modern’ olgularla konuşlanmış bir devlet ve bir toplum gerçekliğinden hareket ettiğimi söylemeliyim.
Söz konusu ‘modern’ olguları destekleyici mahiyette bir diğer önemli husus, hiç kuşku yok ki, bu yapının inşasında ve devamlılığının sağlanmasındaki rolüyle, -İngiltere’nin tarihsel olarak oynadığı, bugünse perde arkasında yer almasıyla sınırlı rol bir yana-, Amerika Birleşik Devletleri’nin tutumudur…
Fransız Devrimi ile birlikte anılan Amerikan Devrimi’ni ortaya çıkarmış olan ABD halkının ve bu halkın temsilcisi makamındaki ABD başkanı ve özellikle de, Senatosu’nun sorumluluğu gayet büyüktür.
Salt bir ‘süper güç’ olma söylemi ve iddiası dışında, modern dünyanın ‘olumlu’ bağlamlar yüklenen kavram dizgelerini oluşturan ve bunu yeniden ve yeniden ürettiği iddiasındaki Amerikan toplumunun, siyasal sisteminin ve temsilcilerinin sorumluluğu sadece, Filistin halkına karşı değil, tüm küresel insanlık toplumunadır.
Burada bir hususa daha değinmekte yarar var. O da, “İslam toplumları bize bir şey söylüyor mu?”sorusunu samimi ve ciddi olarak gündeme getirmekle bağlantılıdır.
İslam toplumlarının, -bunun Benedict Anderson’cu anlamda, ‘imaginatifleştirilmiş’ bağlamı olduğunu bir şekilde hesapta tutarak-, içinde bulundukları bugünkü durumda, Filistinlilere yardımı ve desteği sağlamada palyatif denilebilecek ölçülerdeki katkılarının dışında, ne yapabilecekleri de sorgulanmaya değerdir.
Bu sorgulama yapılırken, Filistinliler kadar, bu olgunun yanı sıra, Filistin topraklarının içinde barındırdığı ‘kutsallıkla’ eşdeğer yapılar, mekanlar bütününe yönelik korumacılık sağlamaya yönelik duygu ve düşünceleri de hesaba kattığımızı belirtelim.
Aslında bu ikili yapı, sorunun büyüklüğü kadar, bu sorunu çözme konusundaki iradenin de ne denli büyük olması gerektiğini gösterirken, olan biten gelişmeler, karşımıza ancak büyük bir boşluk çıkarmaktan öte bir anlam taşımıyor.
İslam toplumlarının bu iki temel hususa yani, Filistin toplumu ile Filistin topraklarındaki kutsal yapılar ve mekânlara yönelik çözüm amaçlı kurdukları uluslararası bir organizasyon olan ‘İslam Birliği’nin 1967’den bu yana fiziki varlığına rağmen, herhangi olumlu bir gelişmeden bahsedebilmek mümkün değildir.
Son yarım yüzyıllık süreçte olan bitene baktığımızda, sanki ölü doğmuş bir kurumdan bahsediyoruz gibidir…
Kimilerinin, “işte çalışıyor ya!” demesine aldanmayalım. Kuruluş gayesinin, “temel gerekçesini” oluşturan Filistin toprakları meselesinde 1948 ile 2024 arasında açılan mesafe bu kurumun neyle meşgul olup olmadığını da ortaya koyuyor.
Bu kurumun kendini, ‘reform’ etmesiyle yani, örneğin, “artık Filistin meselesiyle ilgilenmiyoruz” şeklinde bir kararı deklare etmesi halinde, diğer yapıp ettikleri üzerinde görüş beyan etmeye başlayabiliriz.
Bu öylesine acı bir durum ki, içinde bir şekilde saflık, masumluk ve bir ölçüde soyutluk barındıran ‘İslam toplumları’ kavramının dışında ve ötesinde, somut ve kurumsal bir varlık olmakla birlikte, söz konusu bu ‘İslam Birliği’nin, var olan sorun karşısındaki acziyetinin, salt siyasi elitlerin nitelikleriyle bağlantılı olduğunu söylemekte, biraz işin kolaycılığı anlamına geliyor.
Birlik içerisinde doğrudan var olan elitler ile Birlik’i var kılan siyasi iradenin arkasındaki daha özel siyasi elitleri üreten yapıların yukarıda dikkat çektiğimiz İslam toplumlarının kendileri olması, Filistin konusu dışında ve ötesinde, Müslüman toplumların hangi tür siyasi rejim altında olurlarsa olsunlar sorunlarının büyüklüğünü ortaya koyuyor.
Peki bu durumda, yukarıda kısaca sunulan üç yapıdan hangisinin harekete geçmesiyle, Filistin toplumumun ve Filistin topraklarının sorunları çözüme kavuşmaya başlayabilir?
İşin mikro boyutunda yer alan İsrail’in ve özellikle de İsrail halkının bu bağlamdaki sorumluluğu belirleyici olacağını bir tez olarak sunmak gerekiyor.
Modern bir toplum olma özelliğine sahip, küresel ilişkiler ağında kendilerine yer bulmakta zorlanmayan bu İsrail toplumunun, kadim inanç ve söylemler dizgesi ile irtibatlarını yeniden ve yorumsayıcı bir tarzda kurmaları gerekiyor.
Ancak böylesi bir ilişkiden hareketle, Siyonist ideolojinin aparatları olsun veya olmasın kendilerini yöneten siyasilerin, bürokratik elitin sürgit ortaya koydukları Filistin politikasının önüne geçilebilir.
İsrail halkının böylesi bir bilinçle hareketi, bugün sadece Filistin toplumunun değil, bizatihi kendi varlıklarını da içine alacak şekilde, gayet önemli bir varoluşsal sorunun çözümüne katkı sunacaktır.