Mehmet Özay 23.11.2024
Müslüman toplumların içinde bulundukları, kültürel, toplumsal ve siyasal sorunların üstesinden nasıl gelineceği sorusu, hâlâ sorulmaya devam ediyor.
Buna paralel olarak bu ve benzeri sorulara eşlik edecek şekilde, Müslüman toplumların neyi, nerede, nasıl yitirdiği, kaybettiği de aynı şekilde, araştırılmayı ve anlaşılmayı bekliyor.
Bu nedenle, Doğu’dan Batı’ya Müslüman toplumlar kendi sorularına tarihin çeşitli evrelerine tekabül eden, kaldıkları yerden başlamalarını bir öneri olarak gündeme getirmek gerekir.
Sanıldığının aksine, bugüne kadar bu yönde bazı çalışmaların -büyük ölçüde- analitik olmaktan ziyade, savunmacı (apologetic) yaklaşımların ürünü olduğunu yüksek sesle yeniden dile getirmekte yarar var.
Bu sorgulama küçümsenmemeli… Aksine, bugün niçin Müslüman toplumların hâlâ onulmaz sanılan/görülen sorunlarla yüzleşmekte olduklarını anlamaya yönelik bir ilk olarak değerlendirilmelidir.
Ümmetik düşünüş
Var olan sorunlar ‘ümmetik’ ve/ya Müslüman toplumların tümünü içine alan küresel boyutta/temelli olarak düşünüldüğünde ve bu sorunları, ümmetik olarak anlamlandırabilecek bir boyuta sahip olduğumuzu ileri sürdüğümüzde, karşımızda hiç kuşku yok ki, devasa bir araştırma evrenin çıktığı görülecektir.
Bu durum dahi, aslında yılgınlığa, umutsuzluğa, kafa karışıklığına yol açması dolayısıyla önem taşımaktadır.
Zaten, bugüne kadar da, Müslüman toplumların sorunlarına cevap verememiş olmaları bunun göstergelerinden biridir.
Bu nedenle, bir öneri olarak, her bir Müslüman toplumun kendi içine doğduğu coğrafi, kültürel, siyasal, ekonomik vb. şartlarla belirlenmiş süreçlerini anlama çabasını bizatihi, her bir Müslüman toplumun kendisinin gerçekleştirmesi gerekiyor.
Burada sunulmak istenen yaklaşım, ‘ümmetik’ duruşu yadsımak değil aslında, tekilden bütüne varmak suretiyle, her bir Müslüman toplumun önce kendisinin nerede durduğu, ne tür problemlere sahip olduğu, tarihsel olarak hangi sorunları miras aldığı vb. hususları ele alması ve çözüme giden bir güzergâhta yol alması gerektiği yönündedir.
Kolay olmayan çözüm
Çözümün, hemen öyle kolay bir şekilde ortaya çıkacağını düşünmek ise, bir başka hayale tekabül ediyor…
Bu çerçevede, hiç kuşku yok ki, öncelikle gündeme getirilmesi gereken husus, “Var olan sorunları, nasıl ve ne şekilde araştırmalıyız” olmalıdır.
Bu noktada, farklı coğrafyalardaki her bir Müslüman toplumun kendi özellikleri ve dinamikleriyle, kendi tarihlerini ele alma becerisi ve marifeti göstermelerini bir öneri olarak ortaya koymakta yarar var.
Böylesi bir yöntemin, bugüne kadar, şu veya bu şekilde izlendiğini ve hatta, bugün dahi izlenmekte olduğunu söylemek istemiyorum.
Bununla birlikte, bu hususla bağlantılı olarak acaba, böylesi bir yöntem izleniyorsa, “Sorun ne o zaman?” diye yüksek sesle yeniden sormak gerekiyor.
Entellektüel tıkanıklık
Bunların başında, günübirlik siyasete eklemlenme temayüllerinin gayet dinamik bir durum arz etmesinin yadsınamaz bir payı bulunuyor.
Müslüman toplumların, doğudan batıya içinde yer aldıkları ulus-devletlerde sağlıklı bir yer edinememiş olmaları, bu toplumlarda sözde öncü, lider, ya da söz sahibi olma eğilimindeki yapıların, sorunları tespit, bu sorunlar üzerinde düşünme, sorunlara ilgili ve de alternatif cevaplar üretme vb. süreçleri gündeme getirmek yerine, var olan sorunları çözeceklerine inananarak veya inandırılarak siyasete dahil olmaları geliyor.
Buradaki temel yanılgı, var olan sorunların gündelik siyaset veya onun aparatı olan devlet kurumsallaşmaları ile verilecek kararlarla aşılabileceği yönündedir.
Oysa, yine Müslümanların çoğunlukta olduğu ulus-devletlerde, siyaset kurumu ile devlet kurumlarının, ilgili toplumları bütünlükçü bir şekilde kapsayıcı politikalar, projeler, plânlar, ürünler ve çıktılar ortaya koy/a/mamaktadırlar.
Bunun yerine, siyaset kurumunu ve devlet kurumları, bu kurumları geçici bir süre ‘işgal eden’ belirli grupların -diyelim mi, Müslüman dünyasını saran ve çeşitli boyutlarıyla, özellikle de entellektüel düşünme süreçlerini sınırlandırıcı olduğuna kuşku olmayan, cemaatci yapılaşmaların- yönelimiyle bu gruplara destek veren, sınırlı toplumsal yapıları hedef alan ve salt onlar lehine çalıştırılan aparatlar halinde işlev görmektedirler.
Ulus-devlet yapılaşmalarındaki yanlışlık ve kargaşa, ulus-devletin kurumsal unsurları olan, siyaset ve bürokratik mekazinmayı genel hedeflerinin -her neyse onlar- dışına çıkarmakta ve nicelik ve nitelik olarak indirgemeci bir konuma sürüklemekte oluşudur.
Aslında, tam da bu duruma, yukarıda gizli/açık dikkat çekilen kısır döngünün oluşmasında unsurdur.
Hazmedilemeyen gelişmeler
Modern ulus-devletlerde, özellikle de, böylesi bir siyasal yapıyı hazmemedemiş Müslüman toplumlar var karşımızda.
Bu noktada, Müslüman toplumları, ulus-devlet kurumsallaşmalarıyla ilişkilerinin sorunlu olduğunu abartmadan söylemek gerekiyor.
Ve, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerde gündeme gelen, her bir ulus-devlet bağımsızlığından bu yana, bunun hazmedilememiş bir toplumsal gerçeklik olarak karşımızda durduğu ayan beyan ortadadır.
Bu durumda, Müslüman toplumların içinde debelenip durduğu yukarıda dikkat çekilen köklü sorunların, bu sorunların nerede, nasıl, hangi şartlarda neşet ettiği ve çözümlerinin nasıl olabileceği konusunda, en azından potansiyel olarak çaba sergileyebileceği düşünülen yapıların içinde yer aldıkları süreçlere bakıldığında, ümitsizlik bir kat daha artmaktadır.
Bununla ilintili olarak, söz konusu bu yapıların -ki, adına akademi, düşünce kuruluşu, sivil toplum vb. diyelim, sorunları tanımlama, çözümleme, analiz etme ve sonuca varma gibi süreçleri içeren metodolojik bir yaklaşımı sergileyebilecekleri varsayıldığında bile, karşımıza -bir başka sorun olarak- içinde insan kaynakları, kurumsal kaynaklar, mali kaynaklar vb. gibi süreçlerin yetersizliği, sürdürülemez oluşları önemli engellerden olarak zuhur etmektedir.
Oysa, bu durum, tam da can alıcı bir alanı oluşturmaktadır…
Sınavı aşmak
Küresel ölçekte bakıldığında, Müslüman toplumların ve bu toplumları temsil etme makamında olan yapıların, yukarıda dikkat çekilen metodolojik süreçleri gerçekleştirememeleri halinde, içinde bulunulan zorlu sınavlardan çıkabilmenin imkânı gözükmüyor.
Burada bir öneri olarak, yine küresel olarak ele almak şartıyla, Müslüman toplumların her birinin, kendi bölgelerinde, coğrafyalarında veya ulus-devletlerinde son 25 yıllık süre zarfında olan biten gelişmeleri ele almalarının bile, çok önemli olduğunu ve bunun, yakın geçmiş ve bugün arasındaki devinimi, farklılaşmayı ve genel itibarıyla da başarısızlıkları anlayabilmeye imkân tanıyacak veriler sunacağını ifade etmeliyiz.
Bu yaklaşımı yani, son 25 yıllık dönemi hakkıyla inceleyebilme imkânını üretmek bile bize, daha geniş ve makro tarihsel plânlarda benzeri bir yaklaşımı uygulayabilme olanağı tanıyacağını varsayabiliriz.
Burada kritik eşik, son yirmi beş yıllık gelişmeleri ya da daha doğrusu yirmi beş yıl önce bulunulan nokta ile bugün gelinen noktada var olan anlam kaymaları, anlamsızlıkları, negatif farklılaşmaları, gelişme olarak görülen ancak, gerilemenin ifadesi olan hususları vb. kayda değer bir şekilde ortaya koyabilmekten geçiyor.
Bunun için, ilgili süreçleri tanımlamada ve anlamada yardımcı olabilecek kavramları üretmek ve bu kavramlarla birer anlam haritası oluşturabilmek mümkün.
Bir modellik teşkil edecek böylesi bir çabanın ardından, uzun tarihi gerçeklikleri yeniden ve de tek tek ele almak suretiyle köklü sorunları anlama, analiz etme, çözüm bulma süreçlerine geçilmiş olacağını düşünebiliriz.