Mehmet Özay 03.11.2023
İslami eğitimin ne olduğu ve nasıl olması gerektiği konusundaki tartışmalar, dün olduğu gibi bugün de önemini koruyor.
Bu önemin, kendilerini İslam dinine bağlı hisseden bireyler ve toplumlar için, istisnasız bir şekilde, kendinde ve doğal bir süreçten kaynaklandığına şüphe yok. Bu durumda, temelde, İslam dini ile eğitim ilişkisi arasındaki doğal ve organik bir ilişki olduğuna kuşku bulunmuyor.
Bununla birlikte, bunun ötesinde-, dışardan gelen epistemolojik, siyasal, sosyal, ekonomik vb. etkilenimler ve baskılar gibi süreçlerin etkisiyle de, İslami eğitimin yenilenmesi, geliştirilmesi ve değişime maruz kalması gibi süreçlerin ortaya çıktığı da, göz ardı edilmemesi gereken bir diğer gerçeklik alanını oluşturuyor.
Kendiyle ve ötekiyle yüzleşme
Müslüman toplumların özellikle, 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca ortaya çıkmaya başlayan ulus-devletleşme süreçleri, diğer toplumsal kurumlar kadar eğitim kurumlarına da çeki düzen verme, yeniden yapılandırma ile bu dönem öncesinde toplumu sarsan siyasal, ekonomik vb. gelişmelere karşı bir cevap olmak üretmeye konu olmuştur.
Bu noktada, İslam toplumlarının, kahir ekseriyetinin ulus-devletleşme süreçleri öncesinin sömürgecilik gerçeği ile yüzleştikleri dikkate alınacak olursa, İslami eğitimin aslında, kayda değer bir şekilde bu erken dönemlerdeki siyasal ve toplumsal süreçlerin yükünü ciddi bir şekilde üzerinde taşıdığını söyleyebiliriz.
Bu çerçevede, İslami eğitimin yeniden yapılaştırılmasının, bir tür reaksiyoner/tepkisel bir içeriğe sahip olduğu ve bu anlamda, sürekli geriden gelmeye mahkum olduğu hususu göz ardı edilmemelidir.
Sömürgeciliğe doğrudan konu olmayan diyelim ki, Osmanlı Devleti ile geç dönem veya yüksek sömürgecilik döneminde sürecin içine çekilen Açe Darüsselam Sultanlığı gibi bazı istisnai bölgelerdeki İslami eğitimin ise, kendi iç siyasal ve toplumsal dinamiklerinde yaşanan gelişmelerle irtibatlı olarak bir yapı kazandığı veya kazanmadığı söylenebilir.
Ya da bu iki toplumun, dolaylı olarak Batı’da gelişen süreçlerin baskısını üzerlerinde hissederek, İslami eğitim süreçlerine çeki düzen vermeye çabası sergileyip sergilemediklerini de sorgulamayabiliriz.
Yenilenme ihtiyacı
Yukarıda dikkat çekilen iki temel sürecin, günümüz Müslüman toplumlarında konuyla ilgili çevreler tarafından ele alınan İslami eğitimin ve özellikle de, müfredat yapısı ve içeriği, kaynaklar, metodlar vb. yaklaşımlar üzerinde halen etkisini sürdürdüğüne kuşku yok.
Bunun dışında, günümüz koşullarında yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmelerin de yeni bir meydan okuma olarak ortaya çıktığı dikkate alınacak olursa aslında, İslami eğitimle ilgili sürecin gayet çetrefil bir mahiyet taşıdığı açık seçik ortaya çıkacaktır.
Öyle ki, bir yandan diyelim ki, son yüz elli yıllık yönelimiyle Batı bilim ve teknolojisini yakalama niyeti ve arzusu ile Batı bilim ve teknolojisinin bugün geldiği noktada, söz konusu bu niyet ve arzunun ne şekilde tezahür ettiği konusu gayet önemli bir irdelemeye konu edilmelidir.
Sorular
Bu durumda sorulması gereken kanımca birkaç temel soru var.
Bunlardan ilki, ”Biz, İslami eğitimden ne anlıyor ve bekliyoruz?” İkincisi ise, “Yaşanılan dünyevi koşullarda, ‘öteki’nde başat ve egemen olan epistemolojik durum ve bunun doğrudan yansıması olan sosyolojik gerçekliğe tam anlamıyla vakıf mıyız?”
Burada özellikle, dikkat çekmek istetiğim husus ikinci soru ile bağlantılı…
Bu noktada, özellikle Eğitim Felsefesi, epistemoloji vb. alanlarda çalışan ve düşünce üreten ilgili araştırmacı ve akademisyenlerin, bu sorunun ilk bölümüne, bir genelleme yaparak ve eleştiri payını saklı tutarak söylersek- şu veya bu şekilde tatminkâr cevaplar ürettiklerini söyleyebiliriz.
Zaafiyet
Öte yandan, sorunun ikinci alanını teşkil eden sosyolojik gerçekliğe dair bölümünde ise, kayda değer bir açığın olduğunu itiraf etmek gerekiyor.
Burada sorun, yaşanılan çağın belirleyici egemen epistemolojisinin gizli/açık seküler ve materyalist eksende olduğu söylemine karşılık, bu materyalizmin gündelik yaşamda karşımıza nasıl çıktığı, ve bu yapının ekonomiden sağlığa, siyasetten eğitime mikro düzeyde tekil bireyleri ve makro düzeyde, bütün bir Müslüman toplumu nasıl etkilediğine dair analitik yaklaşımın eksikliği ile ilgilidir.
Özellikle, burada kapitalizmin tüm vechesiyle toplumsal yaşamın her alanına nüfuz etmiş olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Bu noktada, epistemolojik bağlamdan yola çıkarak, İslami eğitim alanında görüşler ortaya koyan araştırmacı ve akademisyenlerin, gündelik yaşamın gerçekliği ile yüzleşme konusunda çekingen bir tutum geliştirmelerini sadece, epistemoloji gibi bir alanla meşgul olmalarına bağlayabilir miyiz?
Burada var olan açmaz, yukarıda dikkat çekilen çevrelerin -gayet popülerleşmiş olan- ‘disiplinlerarasılığa’ vurgu yapmalarına karşın, epistemeloji ile bunun doğrudan gündelik yaşama yansımaları olarak karşımıza çıkan sosyolojik gerçeklikleri kapsamlı bir şekilde değerlendiremediklerine işaret ediyor.
Bağlamı biraz daha açıkça ifade etmek gerekirse, burada temel vurgu, İslami eğitimin öznesi ve nesnesi konumundaki kişiler/çevreler yani, öğretici kadrolar ile öğrencilerin, hakim olduğu vurgulanan materyalist epistemolojinin görünür yüzünü teşkil eden başat kapitalist ilişkiler ağıyla nasıl yüzleştik veya yüzleş/e/medikleriyle ilgilidir.
Nihayetinde, İslami eğitim dediğimiz olgu, genel eğitim olgusundan ve bu genel eğitimin mevcut sosyal gerçekliğinden yalıtılmış değildir.
Bu durumda, genel itibarıyla ve tüm süreçleriyle eğitimin günümüzde, ‘insan yetiştirmeden’ ziyade, tüm kurumlarıyla iş sektörlerine istihdam sağlamaya yönelik yapılaşması arasındaki doğrudan ve kaçınılmaz ilişki, İslami eğitimde yer alan öğretici kadrolar ve öğrencilerin bu yapı içerisinde nasıl bir yer edindiklerini sorgulamayı gerektiriyor.
Burada bir diğer can alıcı soru, ilgili araştırmacı ve akademisyenlerin bilim alanları arasında fark gözetmeksizin İslami eğitimi tüm eğitim türleriyle irtibatlandırma, entegre etme düşüncesi ve çabalarının şu ya da bu şekilde, “nasıl bir insan yetiştirmeliyiz?” sorusuna cevap verirken, bu yetiştirilen bireylerin, iş dünyasını oluşturan gerçeklik alanında, “kime ve nasıl hizmet ettikleri?” sorgulamasını yapıp yapmadıklarıyla bağlantılıdır.
Bu tartışma aslında, İslami eğitim konusunun, tüm entellektüel ve akademik yatırımları kadar, var olan çelişkileri ve açmazlarıyla birlikte temelde dinamik bir yapı arz ettiğini ortaya koyuyor. Müslüman toplumlar için sorunun gayet önemli olduğuna kuşku yok.
Bununla birlikte, sorunu ele alır ve çözüm bulmaya çalışırken günün egemen ve belirleyici olduğu anlaşılan yapılarını göz ardı eden yaklaşımın sürece olumsuz etkisi olacağını göz ardı etmemek gerekiyor.