Mehmet Özay                                                                                                            16.05.2024

Üstadım, bugünlerde Ahmet Cevdet Paşa’nın Tezakir’lerini okuyorum içim yana yana…

Tanzimat’çı uyanışın -ya da uyandırılışın- ardından, uyanışın dirilişe değil de, çöküşe naklini Cevdet’ten mi öğrenelim dersin?, diye sormak istiyorum sana, Üstadım…

Osmanlı tarihine dair, hesaba kitaba gelecek mahiyette bilgilere ulaşmak önemli tabii ki. Önemli, önemli olmasına da sorun, bunlara nasıl ulaşacağımızda.

Cevdet Efendi, sağ olsun yazmış… Hem de, “açıklıkla, tekellüfsüz ve manidar ifadelerle anlatarak…”[1] Her ne kadar, dönemin sonlarına doğru, 2. Abdülhamit yıllarını, nasıl diyeyim, ‘biraz daha çekingenlikle’ de olsa kaleme alarak…

Cevdet Efendi’nin eline sağlık.

Cevdet Paşa için ‘Efendi’ diyorum, kusura bakmıyorsun değil mi, Üstad? Bu ifadeyi, bilerek kullanıyorum. Sebebi, biraz daha bize yakın olsun diye.

Nasıl diyeyim… Paşa vs. dersek, sosyal statüsü yüksek ve “Yahu, bu adam da ne diyor demekten” başlayıp, “Boşver adam da paşa’ymış zaten. Kendini konuşturuyor” hitaplarıyla karşılaşmamak için…

Evet, ne diyordum…

Cevdet Efendi’nin Tezakir’inin öneminden bahsetmeye başlamıştım… Önemi de şuradan kaynaklanıyor…

“Cevdet Efendi öncesine dair elde ne var ne yok?” diye sorsan üstad, dönüp sana, “tarihçi Esad Efendi’nin notlarının bulunamamasına” atıfla, “Vallahi, elde pek de bir şey yok” dersem, kızar mısın?

Sen bu işe ne dersin, Üstad?

Hani, diyor ya çevremizdeki birileri, “hikmet aramalıyız arkadaşlar… Sormalıyız, nedir bu işin hikmeti” diye…

Biz de hikmet arıyoruz Cevdet Efendi’nin yazdıklarından… Tabii, önce olan bitenin somutluğunu, gerçekliğini, toplumsallığını, nedenini-sonucunu, rasyonalitesini, felsefesini vs. şöyle bir etraflıca anlamaya çalıştıktan sonra…

“Oohoho!… Sen bunları yaptıktan sonra, geriye hikmet falan kalmaz” deme lütfen, Üstad… Merak et, hikmet’ e bir şey olmaz. Hikmet’i bulmak isteyen yine bulur, Allah’ın izniyle…

Ne diyordum, Üstad?

Evet…

“Cevdet Efendi’nin tecrübe dolu siyasi zekâsı, ilmiyyeden gelmenin verdiği ince kalem oynatışlarının eseri olan Tezakir’i, Osmanlı’nın son yüzyılının önemli hadiselerine ele alışıyla bize kayda değer dersler veriyor” demeye çalışıyordum.

Cevdet Efendi, öyle bir yaşamış ki, ‘Maşallah’ dedirtiyor açıkçası…

“… Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murad ve 2. Abdülhamit devirleri…” Dedik ya girişte, Tanzimat’tan başlayarak…

Yaşadığını, gördüğünü, tecrübe ettiğini yazmış…

Öyle, senin benim gibi kahvehane erbabıyla ahbablığa dayanmıyor yazdıkları, Üstad…

Bizatihi, yanındaki paşadan, efendiden, saray eşrafından hatta padişah’dan işittiklerini not etmiş. Edilen notları toplamış, anlamlı bir bütün haline getirmiş ve iki kapak arasına koymuş…

Yukarıda, adını zikrettiğim padişahların döneminde öne çıkan isimler de var, görüş konuştuğu, fikir teâtisinde bulunduğu…

Meselâ, Tanzimat’ın banilerinden, “Mustafa Reşid Paşa’nın mahremiyet dairesine” dahi girmiş… ve de “… çok mühim meselelerin iç yüzünü öğrenmiş…”

Bununla da kalmamış, Üstad… “… Ali, Fuad, Rıza, Damad Mehmed Ali, Yusuf Kamil, Mütercim Rüşdi, Mahmud Nedim, Şirvani-zade Rüşdi, Hüseyin Avni ve Midhat Paşalarla da”[2] teşrik-i mesâisi olmuş…

Daha ne olsun, Üstad? Dinlemiş, düşünmüş ve yazmış…

“Eline gönlüne sağlık, Cevdet Efendi” demekten başka ne diyebiliriz. Öyle değil mi, Üstad?

İlmiyye’den olsa da, siyasetin dışında da görgüsü, bilgisi olduğu belli oluyor Cevdet Efendi’nin…

Öyle ki, görüp geçirdiği on yılların siyasi ve toplumsal hadiseleri kadar, döneminin padişahlarının şahsi özelliklerini, belki psikolojilerini, -buna siyasal psikolojileri de diyebiliriz, kızmazsan Üstad-, çevrelerindeki vekillerle ilişkilerini de ele almış eserinde, Cevdet Efendi.

‘Ama, bu kadar da olmaz’ demezsen Üstad, Cevdet Efendi’nin, “saray kadınlarının hususi hayatlarına, israf ve sefahatlerine” de değindiğini söyleyeceğim…

Vallahi, sorma bana Üstad, nereden ulaştı Cevdet Efendi bu ‘hususi bilgilere’… Bulmuştur bir yolunu, herhalde… Zeki adam baksana…

Bu arada, “İsraf ve sefahat” dediğime kızmadın ve tiril tiril titremedin. Değil mi, Üstad? Dur hele…Titreme…

Şöyle düşün, Üstad… Bunlar bireysel meseleler, bunlarla uğraşmayalım. Geçelim bunları efendim… Nasıl, için rahatladı mı, Üstad?

Ancak, dahası var… Hem de, gayet Sosyolojik…

Cevdet Efendi, yaşadığı on yılların hükümetlerinin ele aldıkları, belirledikleri politikaların, -en azından bazılarının- Osmanlı toplumu üzerine, ne türden etkileri olduğunu ve hatta, hasıl olan toplumsal karışıklıklara da sebebiyet verdiğini eserine aktarmış…

‘Hangi, Osmanlı toplumu’ dersin sen buna, Üstad?

Bana sorarsan, sonuna soru işareti koyacağım bir kısa cümleciklerle cevap veririm kabul edersen, Üstad.

Balkan halkları mı? Kuzey Magribi toplumları mı? Arap halkı mı? Kafkaslarda ki ahali mi? Anadolu’daki Türk/men/ler mi? Kürtler mi? Bilimum irili ufaklı etnik yapılar mı? İstanbul’un kozmopolit seçkinleri mi?

‘Hepsi demiyorum’, Üstad? Seç, beğen hangisini istersen… Sosyolojik, siyasal tadına kalmış senin…

Bir de, şu var Cevdet Efendi’nin es geçmediği…

Diyor ki, “Bu devrin ricali güzel ömür geçirdiler. Hoş geçindiler. Pek çok irad ve akar edindiler…”

Kanımca, burada Cevdet Efendi, şairliğini kullanmış… Nazım tarzını andıran ifadeler değil mi, Üstad?

Şiir’den anlarsın sen, Üstad… Hakkımı ver, bu görüşümün lütfen.

Devam ediyor, Cevdet Efendi… “… Haklarını inkâr etmeyelim dolab-ı Devlet’i dahi güzelce idare ettiler. Muvazene-i maliyyeyi gözettiler. Fakat, haricen şan ve itibar kazanamayıp politika işlerinde racil kaldılar. Dahilen beyn’en nas irtikab ve irtişa ile medhul oldular. Zat-ı şahane anlardan usandı.”

Tüm bunlara, ‘Eyvallah!…’, demeyeceksin değil mi, Üstad… Neyse, ben senin işine karışmayayım, Üstad olan sensin…

Bu vesileyle, her ne kadar şeyh efendicilik karışımı, sosyologcu fıkıhçılar gibi zevat-ı muhterem, “Yok canım, olur mu! Kim demiş biz geriledik, geri kaldık diye. Hiç de, öyle bir şey yok.” dese de, Cevdet Efendi’nin tarih-anı karışımı eserindeki detaylar üzüyor bizi, Üstad!…

“Geri kalmadık ki” diyenler, acaba Cevdet Efendi’nin yukarıda aksettirdiğim ifadeleri ve benzerlerini, hele bir daha Sosyolojik, hele bir daha Fıkıhçı gözle bir baksalar… Ne dersin, Üstad?…

“Bakarlar, bakarlar, üzülme sen…” diyorsun içinden, biliyorum Üstad…

Vel hasıl, katılıyorum sana, Üstad…


[1] Baysun, Cavid. (1953). “Tezakir-i Cevdet Hakkında”, Tezakir (1-12), (Yayınlayan: Cavid Baysun),  Ankara: Türk Tarih Kurumu, p. xii. (ix-xx).

[2]  Baysun, Cevdet. (1953). A.g.e. s. xiv.

LEAVE A REPLY