Mehmet Özay –Malezya
21.02.2011
Vietnam, Türk kamuoyunda ABD’nin Soğuk Savaş döneminde kurguladığı ve bir anlamda ‘soğuk duş’ almasına neden olan savaşla girdiğini söyleyebiliriz. En son gelişme ise, ne kadar takip edildiği şüpheli de olsa, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen yıl 23 Temmuz’da başkent Hanoi’de yapılan ASEAN toplantısına katılması oldu.
Güneydoğu Asya’nın sosyalist yönetim biçiminin benimsendiği Vietnam, liberal ekonomik açılımları ve Çin’den aldığı destek ile özellikle son on yıl içerisindeki ekonomik kalkınma ile birlikte önemli sosyal dönüşümlerin yaşandığı bir ülke görünümünde. Güneydoğu Asya ülkelerinin ekonomik gelişim trendinde önemli bir yeri olan , son on yılı ortalama %7’lik büyüme ile kapatan ve 90 milyona yaklaşan nüfusuyla Vietnam gelişme sancılarından arî değil. Beş yılda bir yapılan ve sonuncusu geçenlerde gerçekleştirilen komünist parti politbüro toplantısı, ülkenin bugüne kadarki rotasından çıkmayacağını garanti ediyor.
Konfüçyüscü değerler silsilesinin etkisi altında kalan Vietnam, zengin çeltik tarlalarının varlığı ile kendine yeter bir coğrafyayı temsil ederken, tarihsel olarak Çin yönetimi ile uzun bir geçmişe dayanan ilişkilere sahip. Doğu Hindistan ve Güney Çin’in kültürel etkisi altında kalan ve bu bağlamda Indo-Çin olarak adlandırılan coğrafyadaki varlığı ile daha çok sosyo-dini gelenekleri Çin kökenli olması ile dikkat çekiyor. ABD’nin dünya hakimiyeti öncesinde, yani emperyal Avrupa olgusunun ortaya çıktığı sömürge döneminde İngilizlerden ve Hollandalılardan geri kalan, bir anlamda Çin ile Malay toprakları arasındaki “tampon” bölge olan Vietnam Fransızların payına düşmüştü. Vietnam’ın, Güneydoğu Asya tarihindeki modern yerini alması ise kuzey ve güneyin birleşmesi sonunda oldu.
1980’li yıllarda başlayan ekonomik kalkınmanın aktörlerinden biri Vietnam halkıdır. Çalışkan olarak bilinen Vietnam halkı, II. Dünya Savaşı sonrasında gerek Kuzey-Güney Savaşı gerekse Kamboçya Savaşı ve iki dönem yaşanan kıtlıkların ardından “kendine gelmesini” bir anlamda başardı. Yönetim, sosyalist temelli piyasa ekonomisi ile dış yatırımcıları ülkeye çekerken, tarım ve özellikle endüstri sektöründeki açılımları ile bölge ülkeleri arasında söz sahibi oldu. Geçen on yıllık süre zarfında gösterilen istikrarlı kalkınma ülkenin “Asya kaplanları” arasına katılmaya aday olduğunu ortaya koyuyor. Elbette bu süreçler siyasi açılımı getirmese de, neo-liberal ekonomik açılımlardan bir anlamda eklektik yaklaşımın sonucu olarak değişime konu oluyor. Örneğin, bir zamanlar sosyalist devletin “toprak ağalarından” alıp köylülere dağıttığı tarım arazileri, günümüzün endüstri temelli ekonomik kalkınmasının bir gereği olarak, gene aynı devlet eliyle bu sefer endüstriyel yatırımcılara tahsis ediliyor. Sosyalist ideolojinin vazgeçilmez ilkesi olan eşitlik ise “rahmet okutacak” düzeyde. Devlet eliyle yön verilen kapitalistleşme, milli gelirde artışa yol açarken -kişi başı milli gelir 1200 US Dolar civarındadır-, zengin fakir arasındaki fark “uçurum” kelimesini hak edecek boyutlara varıyor. Devlet teşekküllerinin küresel rekabet karşısındaki “dayanıksızlığına” çare olarak özel sektörü destekleyen, bu anlamda neo-liberal piyasa ekonomi politikalarını destekleyen sosyalist devlet, iş demokrasiye geldiğinde kırmızı çizgilerini “kalınca” çekmekten geri kalmıyor. Bu anlamda ülke muhalefetine göz açtırmama konusunda, başta medya olmak üzere eldeki tüm imkânlar seferber ediliyor. Komünist Parti önde gelenlerinden biri, özellikle Batılı ülkelerin Vietnam’da çok partili demokrasiye geçilmesi taleplerine verdiği karşılık ise oldukça manidar. Ülkede 1946 yılında yapılan ilk seçimlerin çok partili katılımla yapıldığı, ancak Fransızların post-war döneminde yeniden işgal niyetiyle Vietnam’ı işgale geldiğinde karşı çıkan tek grubun komünist partisi olduğu belirtiliyor. Bu argüman bağlamında bugünkü Komünist Partisi’nin varlığına dayanak teşkil ettirildiği aşikâr.
Bu çerçevede, ülkenin ekonomik kalkınma sürecine eşlik etmesi beklenen sivil özgürlükler konusunun çok partili demokrasi yerine, mevcut tek partinin nasıl olur da biraz daha “demokratikleştirilebilirliğine” terk edilmiş gözüküyor. Bunun aracı ise, komünist parti kadrolarına “sızma” olasılığı yüksek yeni yükselen iş adamları kesimi. Ortadoğu temelli “halk ayaklanmalarının” dayanağı olarak gösterilen alternatif iletişim kanallarının dünya siyasi literatürüne girmeye başladığı günümüzde Güneydoğu Asya’da Vietnam gibi hâlâ etkisinin hissedildiği baskı rejimlerinin nasıl bir “titreşim” geçireceğini zamanla göstereceğiz. Bu süreçte kimi gözlemciler ülkede değişimi sağlayacak ana faktörlerden birinin, geçmişi Soğuk Savaş dönemine dayanan mevcut yönetim kadrolarının yerini, batılı eğitim almış dönüşüme açık neslinin almasına bağlıyorlar. Bu görüşü ortaya atmakta haksız da sayılmazlar. Dünya genelinde daha sömürge dönemlerinden başlayarak işin “eğitim ayağının” önemini kavramış olan Batılı siyasi elitler, yeni kadroları “raya oturtmakta” mahir olduklarını pek çok ülkede kanıtladılar ve kanıtlamaya devam ediyorlar.
Siyasi ve kültürel ilişkileri bağlamında Çin’e yakınlığı ile diğer Güneydoğu Asya ülkelerinden ayrılan Vietnam’ın ekonomik boyutta da Çin’le doğrudan bağlantısı bulunuyor. Kimileri bu ilişkiden rahatsızlık duysa da coğrafi konum ve tarihi gerçeklik söz konusu bu ilişkisi bir anlamda zorunlu ve hatta alternatifsiz kıldığını söylemek bile mümkün. Bu ilişkinden farklı bir bağın ortaya çıkması ise kimi uzmanlarca ancak “ütopya” olarak görülüyor. Öyle ki, özellikle son dönemde Çin’in ABD’ye ‘kafa tutan’ ekonomik açılımının cazibesi Hindistan ve Endonezya gibi Asya’nın önemli ekonomilerini ile etkisi altına almışken, Vietnam gibi yanı başındaki bir ülkenin bu etkileşimden uzak durması bir anlamda işin doğasına aykırı. Bunun pratikteki yansımasını ise, tarihin erken dönemlerinden başlayarak, sömürge döneminde Batılılarca devam ettirilen ve modern dönemde kalkınma merkezli “devlet operasyonunun” önemli icra bölgesi olan Güney Çin Denizi’ne açılan sahil şeridindeki gelişmeler oluşturuyor. Günümüzde Vietnam’daki dış yatırımcıların gözde merkezi olan söz konusu sahil şeridinde yatırımların yüzde seksini de Çin kökenli şirketlere ait. Vietnam’ın bir anlamda Çin varlığından ötürü “maruz kaldığı” bu ekonomik bağımlılık, ülkenin ekonomik geleceği için bir avantaj olarak da okunabilir. Yani, dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip bir ülkenin yanı başında olmak biraz da lüks gibi gözüküyor.
Bu yazıda Vietnam’da yaşayan azınlıkta olsa ümmet için önem arz eden Müslümanlara değinme fırsatı bulamadık. Ancak bu konuyu hasseten özel bir yazıya konu edeceğimizi belirtelim.