Mehmet Özay                                               12.02.202

2.Abdülhamit’in 10 Şubat 1918’de vefatı sadece, 1876-1909 yılları arasında Osmanlı Devleti’ni 33 yıl yönetmiş bir devlet başkanının bireysel tarihi ile sınırlı olmadığı ortadadır. 2. Abdülhamit’in yaşadığı dönem, birbirinden farklı ve bir o kadar da, birbiriyle içiçe geçmiş ilişkiler ve gelişmeler noktasında gayet kompleks süreçleri ihtiva etmektedir.

Siyasi yönetim ve darbeler

1876 yılında tahta çıkan, 27 Nisan 1909’da tahttan indirilen ve 12 Şubat 1922’de vefat eden 2. Abdülhamit dönemine bugünden yüz elli öncesinden başlayan gelişmeler akla geliyor.

Modern dönemde ismi çokça zikredilen ‘darbeler’ ve ‘darbe süreçlerinin’ aslında, yeni bir olgu olmadığı, daha önceki dönemler bir yana, 2. Abdülhamit dönemi gelişmelerinden bile anlamak mümkündür.

Bununla birlikte, 1876 yılında, 2. Abdülhamit’i tahtta taşıyan süreç bir askeri darbe değil bir sivil-bürokrasinin giriminin neticesi olurken; 1909’da tahttan indirilmesi, pür bir askeri girişimin sonucudur.

Değişim talebi ve meşruiyet olgusu

2.Abdülhamit’in söz konusu bu tahtta çıkış ve tahttan indiriliş süreçleri temelde, bir iç politika gelişmesi olarak okunabilecek şekilde, Osmanlı Devleti’nde rejim değişikliğini arzulayanların girişimi şeklinde değerlendirilebilir.

Bu sürecin ilkinde yani, 1876’da, meşrutiyet isteyenler, Abdülmecid ve Abdülaziz döneminin aydın ve okur-yazar çevreleri ve devlet yönetiminde söz sahibi bürokratlarıyken; 1909 sürecinde darbe süreçlerini yönetenlerin, bizzat 2. Abdülhamit’in açtığı okullarda öğrenim görmüş ordu kökenlilerin oluşturması dikkat çekicidir.

Aslında sivil ve/ya ordu kökenli olsun, bu darbe süreçleri bile bizatihi Osmanlı Devleti’nde ‘halifelik’ kurumunun nasıl bir otorite olduğu veya bir başka açıdan bakıldığında sivil bürokrasinin ve ordu çevrelerinin söz konusu bu kuruma, hangi gözle baktıklarının da incelenmesine dair önemli ipuçları sunmaktadır.

Halifelik kurumu noktasında dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, bu darbe süreçleri olurken, başta dönemin ulema çevreleri olmak üzere geniş toplum kesimlerinin bu gelişmeler karşısındaki tavrı da hususen ele alınması gereken konular arasındadır.

Avrupa’daki gelişmeler olarak dışsal süreçler

Bununla birlikte, Osmanlı Devleti’nin siyasal rejiminin değiştirilip değiştirilmemesi gibi temel bir siyasi kararın ötesinde, bu devletin sahip olduğu gayet temel nitelikleriyle Batı Avrupa devletlerinin bir yandan, kendi tekil çıkarları ve öte yandan, Avrupa medeniyeti olarak adlandırılabilecek genel ve bütüncül yapının dönemsel çıkar ve yönelimleriyle çelişmesinden kaynaklanan belirleyici temeller bulunmaktadır.

Bu noktada, kanımca pek üzerinde durulmayan bir olgu olarak Batı Avrupa devletlerinin siyasi sistem ve kilise arasında yaşayan ayrışma, kopuş yani bir başka deyişle sekülerleşme ve laikleşme süreçlerinin Osmanlı Devleti gibi tüm değişim arzusu ve yapılanmalarına karşın dinle-siyaset, dinle-toplum ilişkilerinin mevcudiyeti bir engel ve aşılması gereken bir durum olarak gözükmektedir.

Bu noktada, halifelik kurumu; Dar’ül İslam olgusunun içerdiği tüm siyasal, hukuki ve toplumsal şartların ve bunların teorik ve pratikteki yansımaları; yani, bir başka deyişle, İslami hükümlerin geçerliliği; Müslüman toplum ve Müslüman olmayan toplumlar arasında hukuki ve yasal düzenlemelerin belirleyiciliği gibi ilk akla gelen hususlar bize, Batı Avrupa devletlerinin Balkanlar’dan başlayarak Osmanlı Devleti’nin diğer coğrafyalarına kadar, farklı gerekçe ve nedenlerle sirayet eden değişim arzularının ve bu yönde fiili bir gayretlerinin nedenini ortaya koyar.

Bu gelişmeyi, -bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, Avrupa’da yaşanan siyasal ve toplumsal değişimleri bağlamında hatırlamak gerekir. Avrupa’da 18. yüzyıl sonlarından itibaren bir yandan, ulus-devletlerin ortaya çıkma konusundaki güçlü eğilimlerin öte yandan, sömürgecilik süreçlerinin yaygınlaşması gibi bir dönemin varlığı dikkate alındığında, Osmanlı Devleti’nde rejim değişikliğinin iç politika ve değişim taleplerinin ötesinde ve dışında bir bağlamı olduğu görülür.

Söz konusu bu iç ve dış gelişmelere yapılan bu vurgu, Osmanlı toplumsal yapısında içerden gelen ve doğal bir değişimi arzulayan taleplerini yadsımak anlamına gelmiyor. Ancak bu taleplerde belirleyici ve yönlendiri olan unsurların nitelikleri dikkate alındığında, iç politika unsurlarının ve aktörlerinin dışında, Batı Avrupa devletlerinin veya içindeki çeşitli oluşumların karar süreçlerine etkililiği göz ardı edilemeyecek bir önem taşır.

Aslında tam da bu nokta, 2. Abdülhamit döneminin ve onun politikalarının daha bir önemsenmesi ve üzerinde durulması gerektiğini ortaya koyuyor.

2.Abdülhamit’in bir yandan, 1876’da bir darbenin sonunda tahtta çıkması ile 1909’da yine bir başka darbenin sonunda tahttan inmesinin doğurduğu dramatik durum, onun bu iki dönem arasındaki siyasi tutum ve eğilimlerini belirlemesiyle ve bunun neticeleriyle yakından bağlantılıdır.

Hem söz konusu bu darbelerin taşıdığı niyet ve kasıt hem de, 2. Abdülhamit’in uyguladığı politikalarla bunlara yönelik verdiği cevaplar ve karşılıklar aslında onun, bazı kesimler tarafından kahraman, diğer bazı kesimler tarafında da otokrat olarak nitelendirilmesine zemin hazırlamıştır.

LEAVE A REPLY