Mehmet Özay/TİMETURK/Endonezya
18 Ağustos 2008

Endonezya Müslümanlarını bir tek çatı altında toplanmaya elvermeyecek çeşitli kültürel ve ideolojik ayrımlar bulunmaktadır. 
1945 Ağustos ayında yapılan anayasa 1949’da kaldırıldı, yerine 1950 yılında Geçici anayasa metni uygulanmaya başlandı ve nihai anayasa ise 5 Temmuz 1959’da yürürlüğe girdi. Endonezya’da demokrasi amacıyla çıkılan siyasal sistemin aşamalarını ve temel özelliklerini şu şekilde tespit etmek mümkün:[1]
a)Parlamenter Demokrasi (1950-1959): Kurucu babaların 1945 yılında bağımsızlık ilanıylabirlikte gündeme getirdikleri bu sistem, Hollanda ile süren çatışma ve gerilimli atmosfer nedeniyle ancak 1950 yılında gündeme getirilebildi. 1950 yılında geçici anayasa metni hayata geçirilmeye başlandı. Anayasaya nihai şekli ise ancak bu sürecin sonunda 1959 yılında verildi.
b)Denetimli Demokrasi (Guided Democracy) (1959-1965): Sukarno, ülkede uygulanan parlamentor demokrasinin ülke şartlarına uymadığı ve arzu edilen başarının alınamadığını gerekçe göstererek parlamentoyu feshetti. Ardından, 1945 yılında yapılan anayasanın geçerli olduğunu ve tek yetkinin devlet başkanı olan kendisinde toplandığını ilan etti.
c)Yeni Düzen veya Pancasila Demokrasisi (1966-1998): Sukarno’nun devlet başkanlığından uzaklaştırılması ile devlet başkanlığı de facto Suharto’ya geçti. Suharto, yönetimi sırasında Yeni Düzen adı verilen siyasal politikaları hayata geçirdi. Bu uygulamanın temel argümanları kalkınmanın sağlanabilmesi için siyasal partilerin birbirleri ile rekatebinin sona erdirildiği, bu bağlamda bütün siyasal partilerin kapatıldığı bir dönem olarak dikkat çeker. Bununla birlikte, devlet partisi Golkar’ın yanı sıra, yönetimlerinin devlet başkanınca ve belirli organlarca belirlendiği iki siyasal partinin (biri islamcı parti PPP, diğeri de Endonezya demokrasi partisi PDI) kurulduğu görülür.[2]
Her ne kadar görünürde seçimler ve parlamento işlese de, demokrasi tek adam, yani Suharto’nun vesayeti altında yürümeye başladı.[3]
d)Reform Dönemi (1998-2008): Reform dönemi, Endonezya tarihinin, Sukarno ve Suharto’dan sonraki üçüncü önemli siyasal evresi olarak dikkat çeker. Bu dönem, genel itibarıyla kendinden önceki dönemlerden demokrasiye ve sivil toplumun ortaya çıkmasına öncelik vermesiyle ayrılır. Buna paralel olarak, ordunun siyaset üzerindeki vesayesitinin giderek azaltılmaya çalışıldığı sivil kurumlar kadar orduya da reform kavramının girdiği görülür.
Siyasi Partiler
Endonezya’da çoğulcu demokrasi anlayışının bir ürünü olarak pek çok parti bulunmaktadır. Bu nedenle herhangi bir partinin tek başına iktidarı elinde bulundurması şu ana değin mümkün olamamış, ülke koalisyonlarla yönetilmiştir. Ülkenin önde gelen partileri şunlardır: Demokrat Parti (PD), Golkar Partisi (Golkar), Ulusal Uyanış Partisi (PKB -Partai Kebangkitan Bangsa),  Endonezya Adalet ve Birlik Partisi (PPKI -Justice and Unity Party of Indonesia), Birleşik Kalkınma Partisi (PPP -United Development Party), Adalet Partisi (PKS), Endonezya Demokrat Partisi (PDI-P).
2001 yılları arasında ülke üç devlet başkanı gördü. Bacharuddin Jusuf Habibie, Abdurrahman Wahid ve Sukarno’nun kızı Megawati Sukarnoputri. 2004 yılında dünyanın bir günde gerçekleştirilen en büyük ve ülkenin ilk doğrudan başkanlık seçimi yapılmış ve devlet başkanlığına Susilo Bambang Yudhuyono getirildi. 1998 yılında başa geçen B. J. Habibie iki yıllık bir süre ile devlet başkanı olabildi. 2000 yılında ise bu sefer NU’nın uzun yıllar liderliğini yürütmüş olan Gusdur lakabıyla tanınan Abdulwahid Wahid bir yıl gibi kısa bir süre devlet başkanı oldu. İki yıl süreyle ülkenin ilk devlet başkanı Sukarno’nun kızı Megavati başa geçti. 2004 seçimlerin de ise bu sefer gene bir başka ordu mensubu olan ve Doğu Timor’da insan hakları ihlaller ile basında yer almış olan Yudyohono devlet başkanlığına seçilti.
Sukarno, siyasal başarısızlığının yanı sıra, ekonomik olarak da ülkesini başarıya taşıyamamış bir lider olarak tarihe geçti. Bu dönemde ülke ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş, ülkede büyük kesimler yoksullukla pençeleşir olmuştur. İleride göreceğimiz gibi Suharto gibi uzun yıllar devlet başkanlığı yapmış olan Sukarno’nun siyasal varlığını sürdürebilmesinin bir nedenini de ülkedeki siyasal kültürün değişime kapalı oluşunda aramak lazımdır. Öyle ki, halk açlık çekerken, Sukarno popülaritesini devam ettirebilmiştir. Zaten suni olarak bir araya getirilmiş çok farklı etnik yapılardan ve coğrafi olarak birbirinden kopuk adalardan oluşan bir ülkede siyasi muhalefeti örgütlemek de ayrıca oldukça zordur. Liderlerinin ‘böl ve yönet’ (Vatikiotis: 5) taktiğini uyguladığı bu ülkenin yolsuzluk ve eşitsizlikler karşısında seslerini çıkarmakta zorlanan halkı, ancak 1980’lerin sonlarından başlayarak üniversite öğrencilerinin gayreti ile siyasi mücadelede kazanımlar elde etme yoluna girdiler.
Ulusal Siyaset ve İslami Hareketler
Ülkenin önde gelen iki büyük cemaatı olan ve ülkenin geniş Müslüman kesiminin eğitim ve refahı için çeşitli çalışmalar yapmış olan Nahdatul Ulama (Alimler Birliği) ve Muhammediyye, Japon işgali sırasında ve daha sonra da
bağımsızlığın tesisinde birlikte hareket etme basiretini gösterebilmiş olsa da, daha sonra bu konuda yeterli katkıyı yapamadılar.[4] 
Gelenekselci (NU) ve modernist (Muhammediyye), bağımsızlığın ilanının ardından İslamcı bir çizgide olduğu ve ülkenin en büyük partisi olduğu ifade edilen Masyumi Partisi çatısı altında ortak hareket ettiler. Ancak bu iyi ilişkiler daha sonra devam etmedi. 1950’li yılların başlarında ilk yapılan seçimlerden sonra hayal kırıklığı yarattı ve doğal olarak 1952 yılında da NU bu partiye verdiği desteği çektiğini açıklaması üzerine bir bölünme yaşandı. Partinin öncelikleri arasında bir İslam Devleti kurma düşüncesi yer almadı ve Darul İslam hareketine katılmadı; aksine ülkenin birliğini devam ettirilmesi öncellendi.[5] Masyumi’den ayrılan NU, 1952 yılında kendi bağımsız partisini kurdu. Bu siyasal kopuşun ardındaki temel gerekçe, Masyumi içerisinde Muhammediyye taraftarlarının çoğunlukta olması olmasıdır. Masyumi ve NU’nin 1955 seçimlerinde aldıkları %20’lik oyları ve önde gelen dört parti arasıda oldukları dikkate alındığında, Masyumi çatışı altındaki bu ittifak sürdürülebilseydi önemli bir güç olarak ortaya çıkacaklardı.[6]
Bu örnekte de görüldüğü üzere, Endonezya Müslümanlarını bir tek çatı altında toplanmaya elvermeyecek çeşitli kültürel ve ideolojik ayrımlar bulunmaktadır. Bu ayrımlar, temel sorunları halletmek amacıyla bir araya gelmeleri yönündeki çabalar, sorunların halledilmesi bir yana, aksine, kendi aralarındaki sorunların daha da alevlenmesine neden olmuştur. Örneğin 1973’de yaşanan PPP (Partai Persatuan Pembangunan) tecrübesinde ortak bir siyasal proje sunma konusunda başarı gösterilemedi.[7] NU, Sukarno’nun komunizme eğilimine tepki olarak, Suharto döneminin Yeni Düzen politikalarına bilerek destek verdi. 1951-1973 yılları arasında bağımsız bir parti olarak siyasal yaşamda yer alan NU, 1983-1984 yılları arasında Suharto’nun siyasal baskıları neticesinde sadece izin verilen üç partiden biri olan ve siyasal İslamcı hareketi bir oluşum altında tutan Birleşik Kalkınma Partisi (PPP)’de yer aldı. Ancak zamanla Suharto’ya verilen bu desteğin NU hareketinin ilkeleriyle çelişmesi ve Pancasila’nın zorunlu kurumsal temel haline getirilmesi neticesinde, NU ile Suharto yönetimi arası açıldı. Böylece NU yönetimi, 1984 yılında aktif siyasal yaşamdan çekilme kararı aldı. 1984 yılında Suharto politikalarına doğrudan muhatap olmamak adına, siyasal aktivitelerine son verip sosyo-kültürel faaliyetlere yoğunlaştı.[8]
Elbette Müslümanların bu bölünmüşlüğünün kendi iç çekişmelerinin yanı sıra, uluslararası arenada Müslümanların yönetimlere gelmesini engelleyen siyasal manipülasyonlara da dikkat çekilmelidir. Ancak burada anlaşılması mümkün olmayan bir husus, Müslümanların hem ulusal hem de uluslar arası arenada önlerine çıkartılacak engelleri sezememeleri ya da sezseler bile kendi küçük hesaplarına uymadığı gerekçesi ile birlik yanlısı bir tavır sergileyememiş olmalarıdır. 
Sukarno Dönemi:Bağımsızlığın Öncüsü-Parlamenter Demokrasi-Komünist Partisi-Denetimli Demokrasi-Üç Haneli Enflasyon
Bağımsızlık yanlısı söylemlerine daha gençlik yıllarında başlayan Sukarno, Hollanda sömürge yönetimi tarafından sürgüne yollanmasına rağmen, bu gayesinden vazgeçmedi. Uzun süren mücadele 17 Ağustos 1945 tarihinde bağımsızlık bildirisi ile neticelenmiştir. Ancak sömürge yönetimi Hollanda, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeniden bölge üzerinde hak iddia ederek, birliklerini bölgeye gönderdi. 1947 yılında askeri kuvvetlerini bölgeye gönderen Hollanda yönetimi, bütün milliyetçi liderleri yeniden hapsetti. Birleşmiş Milletler’in onay vermediği bu gelişmeye rağmen, hiçbir yabancı güç Endonezya’ya destek olmadı.[9] Ancak sonunda Endonezya halkının verdiği  mücadeleler karşısında Hollanda 1950 yılında bu ülkenin bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.
Endonezya’da Bung Karno yani Yoldaş Sukarno olarak tanınan Sukarno, bağımsızlığın ilân edilmesiyle devlet başkanı oldi. Asker kökenli olan Sukarno’nun en temel hedefi yeni kurulmuş olan Endonezya Cumhuriyetindeki farklı etnik yapıları bir arada tutmaktı. Bu bağlamda, Devlet Başkanı Sukarno’nun birinci dönemi olarak da kabul edilebilecek olan 1949-1957 yılları arasında Parlamenter Demokrasi ile idare edildi. Bu dönem zarfında ülke birliği sağlama konusunda birtakım sıkıntılarla karşılaştı. Ülkenin ideolojik eksenin İslam olup olmayacağı, silahlı kuvvetlerin devlet yönetimine eklemlenip eklenmeyeceği gibi bir takım projeler gündeme gelmeye başladı. Ayrıca ülkede sömürge yönetimi bağlamında bulunan yabancıların büyük bir bölümünün ülkeyi terk etmesi hem yönetim hem de siyasal partilerde bir takım boşlukların doğmasına neden oldu. Bu faktörler nedeniyle ülke bu dönemde koalisyon hükümetleri ile idare edilmeye çalışıldı. Bazı dönemlerde ordunun müdahalesi ile de koalisyon hükümetleri düşürüldü. [10]  Sukarno bu dönemde Endonezya Komunist Partisi, ordu ve devlet başkanlığı kurumundan oluşan ve ülkenin siyasal yaşamında önem arz eden üç siyasal güç arasında bir denge politikası izledi. Eski Rejim adıyla anılan Sukarno dönemi Endonezya’yı bir devlet geleneğine ulaştırmak ve bir ideolojiye kavuşturma çabasıyla geçti. Bu dönemde devlet liderliği içerisinde, yukarıda da ifade edildiği üzere ordu, hükümetlere müdahale edecek kadar önemli bir rol oynadı.
Bu dönemde Sukarno’nun dünya güçleriyle denge üzerine kurulu bir siyaset izlediğini söylemek mümkündür. Bu dönemde bir yandan Çin lideri Mao, bir yandan ABD Başkanı Kennedy ile görüşürken, öte yandan da Rus liderlerle yakın ilişkiler geliştirdi. Dünya çapında bu döneme özgü ideolojik çatışmalar kendisini Endonezya’da da hissettirdi. Sukarno komünizmin mi, İslam’ın
mı yoksa milliyetçiliğin mi ülke ideolojisinde ve yapılanmasında başat unsur olması konusunda kafası karışık bir yaklaşım sergiledi. Sukarno bu dönemde dünya güçleriyle denge üzerine kurulu bir siyaset izlediğini söylemek mümkün. Bu bağlamda Sukarno bir yandan Çin lideri Mao ile, bir yandan ABD başkanı Kennedy ile görüşünken, öte yandan da Rus liderlerle yakın ilişkiler geliştirdi. Ayrıca, uluslararası arena da ise bağlantısızlar arasında liderlik çabası gösterdi. Ancak 1960’lı yılların ilk yarısından itibaren sola eğilimi artmasına rağmen, iç politikada komünistlerle ordu arasında denge kurmaya çalıştı.
Sukarno’nun ikinci dönemi olarak tanımlanan 1957-1965 yılları arasında adına ‘Denetimli Demokrasi (Guided Democracay) denilen bir tür diktatörlük uygulamasına geçildi. 21 Şubat 1957 tarihinde yürürlüğe giren bu uygulama ile, 1945 yılındaki Anayasal Cumhuriyet yani parlamenter yapı yerine, yani seçimle oluşan meclis yerine, atama ile oluşan bir meclis yapısı gündeme geldi.[11] Bir anlamda ‘tek adam’ ideolojisi, bir yandan da ‘Marksizmin Endonezya koşullarına adapte edilmesi olarak’ bilinen ‘Denetimli Demokrasi’ denilen bir siyasal yapı ile değiştirdi.[12] Bu gelişmenin ardından Sukarno’nun orduyla arası açılmaya başladı. Bir yandan ordu içerisindeki rekabetten yararlanırken, bir yandan da ordunun karşısında Komünist Parti’yi destek vermeye başladı. 1960’lı yılların ilk yarısında üye sayısı üç milyonu bulan Komünist Parti, dünyadaki üçüncü büyük Komünist Partisi konumuna geldi. Komünistlere sempati duyan Sukarno, komünistlerin silahlanmasına varacak bir serbestiyet tanıyacak düzeye ulaştı.[13] Ancak dönemin Soğuk Savaş dönemi olduğu hatırlandığında, uluslararası camianın, daha doğrusu Batı blokunun bu gelişmeye kayıtsız kalamayacağı anlaşılacaktır. Ki, sonuç bu yönde oldu. Komünist bloka girme görünümü çizen Endonezya’da gerekli önlem alınmakta gecikilmedi.
Ordunun önde gelen altı generalinin komünistlerin gerçekleştirmek üzere oldukları darbenin bir parçası olarak öldürülmelerinin ardından, 30 Eylül 1965 tarihinde ordu yönetime el koydu. Ancak bu döneme dair herhangi geniş çaplı bir araştırma yapılamamış, gerçekten komünistlerin bir darbe girişiminde olup olmadıkları sonraki yirmi beş yıl boyunca sürekli gündemde tartışma konusu oldu.[14]
Sukarno döneminde Müslümanların umutları gündeme gelen Denetimli Demokrasi politikası nedeniyle 1965 yılı sonrasına kadar rafa kaldırıldı.[15] Ayrıca bu dönemde Müslümanların siyasal arenada yer almasının önüne geçmek amacıyla, 1950’li yılların başına kadar güçlü bir yapı sergilemiş olan Masyumi Partisi’nin yeniden diriltilmesinin önüne geçmek şeklinde tezahür etti. Sukarno’nun Denetimli Demokrasi politikasını ilân etmesi ve giderek artan otoriter yönetimi Masyumi partisinin şiddetli muhalefetine neden oldu ve Masyumi’nin önde gelen pek çok liderinin de içinde bulunmasına yol açacak şekilde Batı Sumatra’da ve Güney Sulawesi’de başarısızlıkla sonuçlanan ayrılıkçı hareketlere yol aç­tı. Bu gelişme, hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde Sukarno tarafından 1960 yılı Ocak ayında Masyumi’nin faaliyetlerine son vermesiyle sonuçlandı.[16]
Sukarno, bağımsızlık hareketinde yer almış bir lider olarak halkı tarafından sevilen bir lider olmasına rağmen, komünistlerle işbirliği içerisinde olduğu yolundaki iddiaların yanı sıra, uluslararası camianın Doğu Bloku üyeleri ile de yakın ilişkiler içerisinde oldu. Dönemin Sovyetler Birliği ve Çin’inden yardım aldı ve 1955 yılında düzenlenen ve büyük bölümünü Üçüncü Dünya Ülkeleri’nden devlet ya da hükümet başkanlarının katıldığı Bandung Konferansına Çin lideri de katıldı. Bu gelişmeler üzerine hükümet çevrelerinde ve çıkarlarını ABD tarafgirliğinde gören orduda itibarını zamanla yitirmeye başladı. Bu bağlamda, 1960’lı yıllarda ABD tarafından eğitim görmüş olan ordu mensuplarının Soğuk Savaş’ın şartlarına uygun hareket edebileceklerini göz önünde tutmak gerekir.[17]  Sukarno döneminde enflasyon üç haneli rakamlara ulaştı. Öyle ki, harcamalardaki artışa rağmen, ekonomik kalkınmadaki yavaşlık savaş döneminin yüksek enflasyonunun devamını sağladı ve 1950-7 yılları arasında halkın ihtiyacını karşılayan gıda ürünleri %100 arttı.[18] Bu anlamda bağımsızlık sürecini farklı toplumsal ve etnik yapıların bir araya gelmesiyle gerçekleştirmiş bir ülkede bir yandan ekonomi bir yandan özgürlüklerin son derece önemli sorunlar olarak ortada durduğu görülür.
Suharto Dönemi: Darbe Mirasçısı ‘ Yeni Düzen ‘Müslümanları Engelleme Çabası- Ekonomik Kalkınma ve Bağımlılık’ Aile Şirketleri ‘ Kayırılan Ordu
Orta Cava’lı bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak 1921 yılında dünyaya olan Suharto sağlam bir eğitim almadı. 21 Aralık 1940 tarihinde 19 yaşındayken Hollanda Kraliyet Hint Ordusu’na[19], daha sonra da 5 Ekim 1945 tarihinde de Endonezya Ordusu’na katıldı ve orduda generalliğe kadar yükseldi.[20] 1965 yılında Komünist Partisince plânlandığı ifade edilen şaiya dolu bir darbe girişimini bastırdıktan sonra, o kaos ortamından istifade ederek, Komünistlerle yakın ilişkisi olduğu için gözden düşen Sukarno devlet başkanlığından alarak Güneydoğu Asya’nın en büyük ülkesinin devlet başkanlığını eline geçirmiştir. Elbette bu senaryonun dünya çapında başka ve benzer versiyonları zaman zaman gündeme gelmeye devam etmiştir. Bu senaryoya göre komünistler tu
-kaka, ordu ise halkın kurtarıcısı rolünde gösterildi.[21]
Darbenin gerçekleştirildiği 1 Ekim 1965 tarihine kadar hakkında pek fazla bilgi sahibi olunmayan Suharto devlet başkanı oldu.[22] Hollanda eğitim kurumlarında eğitilmiş elitlerin elinden yönetimi alan halktan bir kişi olarak gözüken Suharto ilk zamanlarda halkın desteğini alabildi. Öyle ki, ülkede siyasal partilerin politika yapmalarının son derece kısıtlandığı bir dönemde, 1966-67 yıllarında, Cogcakarta, Medan, Cakarta ve Bandung gibi ülkenin önde gelen üniversitelerindeki öğrenci gösterilerine bir general olarak destek vermiş ve bu gösterileri kendi siyasi macerası için bir meşruiyet kabul etti.[23]
Asker kökenli olan Suharto, 11 Mart 1966 yılından başlayarak 1997 yılına değin Endonezya siyasetinin en tepesinde yer almış bir liderdir. Bu uzun siyasal serüvenine 45 yaşında başlayan Suharto, 1997’de 75 yaşına kadar devam ettirebildi. Dünyanın başka ülkelerinde yönetimi ele geçiren askerlerin veya asker kökenli siyasetçilerin yaptığı gibi Sukarno ‘demokratik’ seçimlerle her dönem aldığı %60-70 oy ile altı dönem başkan seçilmeyi başardı.
Suharto, 1966 yılında devlet başkanı olmasına neden olan Komünist darbe girişimini engellediği gibi, özellikle Cava Adası’nda bir milyona yakın kişi bir şekilde komünistlerle ilişkisi olduğu gerekçesi katledilmesine neden oldu. Bu süreçte toplumda büyük bir kaos ortaya çıkmış; sivil halk kendi arasında bir çatışma ortamına sürüklenmiş, şehirlerde ve köylerde insanlar komşularını ‘komünist’ damgasıyla öldürmekten geri durmadı. Bu işte aktör olarak rol alanlar ‘Biz komünistleri öldürmeseydik, onlar bizi öldürecekti’ söylemi ile katliamlarına meşruiyet kazandırdılar. Elbette bu gelişmenin ‘Soğuk Savaş’ döneminin uluslararası politikalar ekseninde de değerlendirilmeye muhtaçtır. Aslında komünistlere ya da sözde komünistlere karşı gösterilen bu şiddet dalgasının ardında birkaç neden bulmak mümkündür. Bunlardan biri 18 Eylül 1948’de Doğu Cava’da Madiun’da komünistlerin sözde ‘Sovyet Cumhuriyeti’ kurma teşebbüsüdür.[24] Bir başka neden ise, ülkedeki gelişmelerin Amerika’nın çıkarları ile giderek daha fazla çelişmeye başlaması oldu. Öyle ki, girişilen bu darbe girişiminden Amerikan yönetiminin askerlerin bu girişiminden önceden haberi olduğu ve hatta bu konunun bir makalede konu edildiği ifade edilmektedir. Elbette bu gelişmenin sadece Amerikan devletini değil, o dönemin petrol şirketlerini, Ford Şirketini vb. kurumlarıyla da bağlantısı vardır. Dönemin soğuk savaş dönemi olduğu hatırlanacak olursa, Amerika’nın farklı ülkelerde sergilemiş olduğu metotları Endonezya’da da uygulamasında şaşılacak bir durum söz konusu değildir. Endonezya’yı Amerikan çıkarları açısından önemi iki nedene dayanmaktadır. Birincisi ekonomik, ikincisi siyasal, yani ülkenin komünizm tehlikesine karşı bir baraj oluşturması. Komünizm tehlikesine karşı Endonezya ordusunda elit bir yapı oluşturmayı hedefleyen ABD, bu konuda yeterli alt yapı desteği ve söz konusu gruplara yönelik eğitimi vermekte tereddüt etmemiştir. Bu arada, dönemin önemli bir gelişmesi olan Vietnam Savaşı da Amerika’nın elini çabuk tutması için önemli bir gerekçeyi oluşturur. Ülkenin sahip olduğu petrol ve altın madenleri gibi yer altı zenginliklerinin oluşturduğu ekonomik verimine, daha sonra işletmeye açılan doğal gaz kaynaklarını ve yakın dönemde var olduğu ifade edilen uranyumu da bunlara ilâve ettiğimizde Amerikan halen bu ülkeye yönelik ilgisinin artarak devam ettiğini söylememiz mümkündür. Ordunun, sözde darbe girişiminin önünü alması hadisesinin gerçekleştiği 30 Eylül’1 Ekim 1965 gecesinde Amerikan Deniz Kuvvetlerine bağlı 7. Filo Cava Adası açıklarında hazır beklerken, Filipinlerin güneyindeki Amerikan üssünde de alarm emri verildi. İşin bir başka boyutu da ülkenin önde gelen bir partisinin ortadan kaldırılması ve bir milyona yakın kişinin katledilmesinin yaşandığı bu olaylardan demokrasi ve özgürlük yanlısı ABD’de hiç bahsedilmemiş olmasıdır. Time dergisi 15 Temmuz 1966 tarihli sayısında Endonezya’daki bu gelişmeyi ‘Yıllardır Asya’dan gelen en iyi haberler’ olarak sundu.[25]
Sukarno dönemi Yeni Düzen adı ile siyaset kitaplarında yerini aldı. ‘Yeni Düzen’ adıyla anılan Suharto dönemi, Eski Düzen denilen Suharto yönetimi yapılanmasına son vermeyi ve böylece ‘rejim temizliğini’ amaçladı. Ülke gündemini, siyasal istikrar, ekonomik büyümek ve eşitlik gibi üç madde etrafında yapılandırmayı hedefledi. Ancak söz konusu bu ‘Yeni Düzen’ uygulamaları ülkedeki sivil toplum yaşamı üzerinde ‘Eski Düzen’e göre çok daha kara bir bulut olarak kapladı.[26] Bu gelişme yolundaki uzun serüveninde Endonezya Güneydoğu Asya ülkeleri arasında sahip olduğu geniş coğrafya ve büyük nüfusuyla en çok dikkat çeken ülke oldu. Suharto’nun uzun başkanlık döneminde siyasal özgürlükler açısından pek de parlak geçtiği söylenemez. Yapılan seçimlerde muhalefetin kazandığı gibi görülen oylar bile, muhalefetin ve genel halk kesimlerinin umutlarının bir sonraki döneme bağlayarak geleceğe dair umutlarının ertelenmesiyle Suharto’nun başkanlığını pekiştirdi.
Sukarno dönemine alternatif olarak Suharto tarafından gündeme getirilen ve ülkenin ideolojik temellerine bağlılığı simgelediği ifade edilen ve 1966 yılında uygulamaya konulan [27] ‘Yeni Düzen’ politikaları, ülkede giderek önem kazanmaya başlayan siyasal ve toplumsal değişiklikler karşısında otoriter bir rejim olarak değerlendirilmeye başlandı.[28] Yani ‘yeni düzen’ ismi uyandırdığı cazibenin aksine, bu adla uygulanmaya başlanan politikalar, siyasal özgürlükler önünde engeller olarak görüldü.
Sukarno döneminde gözden düşmüş olan modernist müslümanlar, kapatılan Masyumi Partisi’nin yerine bir başka parti k
urma girişiminde bulundular. Modernist müslümanlar, Suharto’nun ordu tarafından desteklenen Yeni Rejimi ile yeniden gündeme gelmeyi ve yeniden Masyumi Partisini canlandırmayı ümit ediyorlardı. Ancak Suharto rejimi Parmusi adındaki Partinin kurulmasına izin vermekle birlikte, Masyumi’nin eski lider tabakasının Parmusi’de aktif bir rol üstlenmesini istemediğinden Muhammediyye taraftarlarının ümitleri kısa sürede boşa çıkmış oldu. Sukarno dönemiyle kıyaslandığında ordunun, Modernistlere siyasal yaşamda aktif bir rol verilmesinden çok daha fazla çekindiği anlaşılmaktadır.[29]
Bununla birlikte, gelenekselciler her zamanki gibi dini ve kişisel özgürlüklerini en gözde siyasal hedefler olarak gözetmeye devam ettiler. Modernistlerin radikal kanadı NU politikacılarını, dini ve siyasal ilkelerden yoksun oportünist olmakla suçladı. Çoğu modernist Müslümanların oluşturduğu Muhammediyye hareketi içerisinde kalmaya devam ederek, enerjilerini toplumsal refah ve eğitime harcadılar. Eski bir Masyumi lideri olan Muhammed Natsir etrafında toplanan az sayıda modernist ise Dewan Dakwah (Hizmet Meclisi) adında bir sivil toplum örgütü kurdu.
1971 yılı genel seçimlerine on bir parti katıldı ve NU bir kez daha oyların %20’sinden biraz daha az bir oyla iyi bir sonuç aldı. Ancak 1977’deki seçimlerde Suharto on bir partiyi üçe indirdi. Suharto’nun Golongan Karya veya kısaltılmış haliyle, bütün bir Endonezya toplumunu temsil eden işlevsel grupların oluşturduğu Golkar Partisi oyların çoğunluğunu aldı. NU, bütün islami siyasal çıkarları gözetme vaadiyle kurulan sözde Birleşik Kalkınma Partisi olan PPP’ye katılmak zorunda kaldı. Üçüncü parti ise Endonezya Demokrat Partisi’ydi (PDI). Suharto’nun eli her iki partinin yönetim tabakasına kadar uzanabildiğinden gerçek bir siyasal tehdit ve muhalefet oluşturmadıklarını söylemek bile yersizdir.[30]
Suharto başkanlığı döneminde ülke ekonomisini tedrici olarak geliştirme gayreti içerisinde olmuş; ancak bundan genel toplum kesimlerinden ziyade küçük azınlık gruplarının beslendiği görülmektedir. Suharto başkanlığı, Sukarno döneminin aksine ekonomide önemli başarılara imza atıldığı bir dönem oldu. Bu görünürdeki kalkınmanın bir sebebi, 1965 yılında gerçekleştirilen darbe bastırma girişiminin ardından Amerikan devletinin Export-Import Bank’a verdiği emirle yeterli kredilerin sağlanması ve Foreign Credit Insurance Association aracılığıyla Endonezya’ya ihracat güvenlik sigortasının sağlanmasıyken,[31] bir başkası da  1974 yılında petrol gelirlerinde görülen artıştı. Elde edilen petrol gelirlerinin yanı sıra, tarım özellikle de pirinç üretiminde kendine yeter bir konuma geldi. Ülke ekonomisinin giderek artan bir şekilde Batı’ya özelikle de ABD ve Japonya’ya bağlı kalması, bir süre sonra ekonomik ve siyasal bağımlılığı da beraberinde getirdii. Batılı şirketler özellikle ülkenin petrol, orman varlıkları ve balıkçılık gibi son derece zengin doğal yer üstü ve yer altı varlıklarından istifade etmeye,bir başka deyişle sömürmeye başladılar. Her ne kadar, geniş halk kesimleri bu ekonomik kalkınmadan istenilen payı alamadı, ülke uluslararası camiada model bir borçlu ülke konumuna geldi. Ayrıca, dünyanın dördüncü büyük ülkesinde doğum kontrol konusunda başarı gösterilmiştir Bu bağlamda Suharto, kimi çevrelerce ‘Kalkınmanın Babası’ unvanıyla anılır oldu. Eğitim, sağlık gibi genel toplum refahında bir iyileşme görüldü. Önemli ekonomik gelişmeyi ortaya çıkarmaya yol açacak şekilde dış yatırımcıları ülkeye davet etti. Bununla birlikte Suharto ülke kaynaklarını ailesi ve yakın çevresine kullandırtma yoluyla yozlaşmanın ayyuka çıkmasına neden oldu. 1980’li yıların başında ülkedeki sivil hayatı felç edecek politikalara imza atan Suharto,[32]bu gelişme üzerine nihayetinde 1998 yılında baş gösteren kitle gösterileri sonucunda yönetimden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte şeffaf bir siyasal ortam taleplerinin yanı sıra, Suharto’nun ailesinin giderek artan zenginliği de toplumda büyük bir tepki birikimine neden oldu.[33]
Toplumda giderek artan eleştirilerden biri de, devlet başkanının aile üyelerinin haddi hesabı olmayan bir zenginlik içerisine girmeleri oldu. Bir zamanlar Suharto’nun üç kızı ve üç oğlunun henüz yirmili yaşlarında olan en küçük çocukları ülkenin önde gelen zenginleri arasında hızla yükseldi ve ülke ekonomisinin hızla büyüyen ve en cazip alanlarında vergiden muaf bir şekilde servet yığmağa devam ettiler. 1980’lerin sonların ailenin maddi zenginliği öyle boyutlara ulaşmıştır ki, ülkedeki herhangi bir ekonomik faaliyette bu ailenin şirketlerinden biri olmadıkça faaliyete geçilemez oldu. Bir süre sonra Suharto siyasal gücünü ailesi ve Çinli ortaklarının oluşturduğu zenginlikle sağladı. Öyle ki, Suharto adına faaliyet gösteren derneklerin bütçesi iki üç milyar Dolar’a ulaştı; Suharto siyasi iktidarının devamı gayesiyle sınırsız fonlar kullandı.[34] Suharto içinden çıktığı orduya, özellikle komutanı olduğu Kostrad birimine de ekonomik faaliyetlerde öncelik tanıdı; dış kredileri ve bir takım devlet ihalelerini askerlere veya onlar adına iş yapanlara verdi. Ordunun ekonomik faaliyetlerde bulunması 1950’li yıllarda orduda kurulan Mali ve Ekonomi departmanları aracılığı ile sürdürüldü. Suharto ordudan arkadaşı olan Ibnu Sutowo adında bir komutanı, 1957 yılında ülkenin yeni kurulmuş bir petrol şirketi olan Sumatra Petrol İşletmeciliği’ne müdür olarak atadı.[35]
Suharto 1998 yılı Mart ve Mayıs aylarında zirve noktasına ulaşan ve Nahdatul Ulema’nın da destek verdiği öğrenci gösterileriyle birlikte otuz yılı aşkın başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldı.[36] Suharto’nun siyasal süreçte uyguladığı manipülasyonlar onun uzun yıllar başta kalmasına yol açtı. Siyasal bir manivela olarak Golkar’ı kullandı. Beş yılda bir yapılan ulusal seçimler, hiçbir risk almadan sergil
enen bir sessiz sinemadan ibaretti. Aynı zamanda seçimlerle birlikte düzenlenen sözde ‘demokrasi festivalleri’  halkın kızgınlığını ve duygusal patlamalarını açığa çıkarma işlevi de görüyordu. Golkar her seçimde %60-70 oy alıyordu; ancak kaybettiği oylar bile muhalifleri etkisiz kılma amacına hizmet ediyordu. Suharto’nun uyguladığı politikalar nedeniyle bu rejimin otoriter, kendisinin de diktatör lakabıyla anılmasına rağmen, çoğu insan bu rejimi pek çok açıdan benimsedi. Filipinlerin Ferdinand Marcos’u ve ailesinin aksine Suharto ve teknokratları ekonomiyi idare etme ve büyümeyi sağlama konusunda çalıştı. 30 yıl boyunca Endonezya yıllık %6 ila 8’lik büyüme oranı tutturmuştur. Oluşan refahın büyük bir bölümü hortumcuların eline geçerken, gelirin geri kalanı Endonezya halkının geleceğe umutla bakması için kafiydi. Aslında işler iyi de gitti.
30 yılın ardından, ekonomik krizin vurduğu 1997 yılı sonlarına değin, bütün ekonomik göstergeler iyiye gidişi haber veriyordu. Bebek ölüm oranları önemli ölçüde düşmüştü. Aynı zamanda Endonezya, önemli müdahalelerde bulunmaksızın nüfusun kontrollü artışını sağlıyordu. Endonezya eğitim sistemi önemli başarılar gösterdi ve 1990’ların sonlarında Endonezya gelişmekte olan ülkeler arasında okur yazarlığı en fazla artıran ülke konumuna geldi.
Şehirli orta sınıflar bu yıllarda gelen büyümeden istifade etmişlerdi. Pek çok fakir halk kesimleri bu yoksullukları içinde kalırken, zenginler daha da zengin olmuş; pek çok insan da yakaladıkları eğitim ve iş fırsatlarını değerlendirerek yoksulluk döngüsünü kendi çabası ile kırma yoluna girdi.[37]
Suharto sonrası Gelişmeler
Suharto’nun 1998 yılı Mayıs ayında istifa etmesinin ve uzun süre devam eden baskı rejiminin ardından, toplumda yeni arayışlar ve yeni partiler gündeme gelmeye başladı. Suharto’nun iktidardan ayrılması, Endonezya siyasi alanında her politik görüşün kendini ifade ettiği bir döneme evrilmesine yol açtı. Bu bağlamda, taraflar arasında bir konsensüsten söz edilemese de ‘reform’ ve ‘demokrasi’ büyülü kelimeleri gündemi belirledi. Ancak onyılların sorunlarını bir çırpıda sona erdirecek sihirli bir değnek olmadığından, iş gene bireylere düşüyordu. Suharto gibi her ne kadar diktatör lakabıyla dünyada ün salmış olsa da, onun gibi güçlü bir liderin yerini alabilecek ve ülkede geniş kitleleri arkasına takabilecek bir liderin çıkmaması halk arasında kısa sürede umutsuzlukla birlikte geçmişe özlemi duyulmasına neden oldu.
Ordunun, otuz yıl boyunca Suharto’yu desteklemesi, köylere kadar nüfuz eden hiyerarşik ordu kadrolarının ekonomik getirilerle karşılığını bulması şeklinde ortaya koydu. Bu ekonomik karşılık, ordunun merkezi hükümetten pay alışının giderek azalmasına karşılık kendi düzenin kurmasına yol açtı.[38] Yeni Düzen rejimi sonrasında, ordunun kontrol mekanizmasının giderek güç kaybı ve sivillerin öne çıkması, etnik ayrılıkçı hareketlerin ve onyıllarca baskı altında tutulmuş olan özellikle İslamcı siyasal hareketlerin yoğun bir şekilde siyasal yaşamda aktif bir şekilde rol almaya sağladı. Bu süreçte, ordu gücünü yitirmiş gibi gözükse de, gerek emekli gerek görevdeki generaller ülke siyasal yaşamında varlıklarını sürdürdüler.[39] 
Bu reform dönemi hakkında, Endonezya uzmanı olarak tanınan Daniel Lev, İslam’ın bu topraklardaki varlığına atıfta bulunmak suretiyle ‘Endonezya’da uzun vadede İslam’ın güçlü bir moral güç olarak kabul edilmediği bir reform sürecinin yaşanmasının olanaksız olduğu’ görüşünü ileri sürer.[40] Bu dönemde yaşananlar ve giderek artan İslamcı partilerin varlığı bu görüşünü teyit eder niteliktedir.
1998 yılının ikinci yarısında siyasal arenada, çoğu kendilerini İslamcı olarak nitelendiren, yeni siyasal partilerin kuruluşuna tanık olunmuştur. Bu partilerin büyük bir kısmı 1999 Haziran ayındaki genel seçimlerde %1 veya ikiden daha az oy aldılar. Ancak iki büyük İslamcı parti olan PKB ve PPP 1999 seçimlerinde, tıpkı 1955’dekine benzer şekilde, ilk dört parti arasında yer almalarını sağlayacak şekilde aynı oyları almışlardır. Çünkü NU taraftarları, cemaatin lideri Abdurrahman Vahid’in aynı zamanda, başkanı olun PKB’yi, Muhammediyye taraftarları da PPP’yi destekledi. Sonuç itibariyle 1998 yılında pek çok gözlemci 1950’lerdeki cemaatsel siyaset yaklaşımların tekrarlanacağını öngörmüştü. Diğer iki parti ise Sukarno’nun kızı Megawati Soekarnoputri’nin başında yer aldığı PDI ve seküler milliyetçi çizgideki PNI oldu.[41]
1998-2001 yılları arasında ülke üç devlet başkanı gördü. Bacharuddin Jusuf Habibie, Abdurrahman Vahid ve Sukarno’nun kızı Megawati Sukarnoputri. 2004 yılında dünyanın bir günde gerçekleştirilen en büyük ve ülkenin ilk doğrudan başkanlık seçimi yapılmış ve devlet başkanlığına Susilo Bambang Yudhuyono getirildi. Söz konusu başkanların dönemlerine kısaca bakmakta fayda var.
B. J. Habibie (1998-1999)
Devlet Başkanı Suharto döneminde baskı altına alınmış olan siyasal İslam ulusal bir ideoloji olarak yeniden güç kazanmaktadır. Suharto’dan sonra başa geçen ve sıkı bir Müslüman olan BJ Habibie siyasal İslam’a güç vermeye çalıştı. Bakan olduğu dönemde Habibie 1990 yılında Endonezya Müslüman Entellektüeller Birliğini (ICMI) kurmak suretiyle siyasal İslam’ın yeniden ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı. Bu birliğin üyelerinin çoğunluğu, bu oluşumun amacının temelde Endonezya devlet ve toplum yapısında İslamı yaymak olduğunu açıkladı. Bu gibi etkiler altında Endonezya’nın siyasal yaşamı daha İslami bir söyleme bürünmeye başladı. Habibie ve Amien Rais’a sürekli olarak batılı gazetecilerin, ülkenin bir İslam devleti olup olmayacağı ve ülkenin 1945’de kabul edile
n seküler-milliyetçi Pancasila anayasasına bağlı kalıp kalmayacakları yönünde sorulara muhatap oldular.
Abdurrahman Wahid (Gus Dur) (1999-2001)
1999 Haziran’ında yapılan genel seçimlerde ve Ekim ayında yapılan başkanlık seçimlerinde onu aşkın İslamcı parti katılmıştır (Rubenstein 2002: v). Daha önce de var olan Partai Persatuan Pembangunan (PPP) isimli parti ‘İslamcı’ bir yapıya bürünmüştü. Ambleminde Kabe bulunuyordu ve partinin lider tabakası Pancasila’nın yerine İslam ilkelerine dayalı bir siyasal düzen getirmeyi planlıyorlardı. Bu arada, Hilal ve Yıldız (Crescent and Star) isimli yeni bir İslamcı parti ise ekonomi sahasında Çinlilerin hakimiyetini Müslümanlar lehine çevirme planlarının da içinde yer aldığı daha sıkı bir dini birlik oluşturma arzusundaydı.  Açıkçası, bütün İslamcı partiler aynı çizgide değildir. Wahid’in PKB’si demokratik ve seküler bir politika takip etmektedir Ancak, Yusril Mahendra’nın Hilal ve Yıldız partisi ise büyük ölçüde Çinliler ve Hıristiyanlar gibi Müslüman olmayan azınlıklar arasında dağılmış olan refah ve nüfuzu Müslümanlar lehine çevirme konusunda radikal bir söyleme sahiptir.[42]
Pek çok yorumcu, söz konusu seçimlerin özellikle gelenekselci İslam’ın temsilcisi olan Nahdatul Ulama’nın partisi Ulusal Uyanış Partisi (PKB) ile modernist İslam’ın temsilcisi kabul edilen Muhammediyye hareketinin partisi Ulusal Mandate Partisi arasında geçeceğine kesin gözüyle bakıyorlardı. 1999 yılı Ekim ayında yapılan başkanlık seçimleri aynı zamanda seküler yönelimli adaylara karşı İslamcıları karşı karşıya getirdi. Ekim  seçimleri sonunda Abdurrahman Vahid devlet başkanı olurken, yardımcılığına Megawati Sukarnoputri seçilmiştir. Böylece Endonezya’da liderlik oldukça pragmatik ve ılımlı unsurların eline geçmiş oldu. Bu safhada, otuz beş yıl boyunca milyonlarca üyesi bulunan NU’nın liderliğini yürütmüş olan gelenekselci, fakat diyaloga açık (inclusive) Vahid’in şahsında Endonezya hükümeti, hoşgörüye ve İslam’ın da dahil edileceği politikalara vurgu yapıyordu.[43] Endonezya politik olarak iki yönden birini takip edecektir: ya demokratik-çoğulcu bir çizgi ya da Pakistan benzeri radikal İslamcı söylemlerin hakim olduğu ve şiddet unsuru içeren bir yön. Bu senaryolardan ikincisi Avustralya’nın güvenliği için büyük bir tehdit unsurudur. Parlamento ve başkanlık seçimleri ülkede daha ılımlı bir yolun izleneceğini ortaya koyma konusunda önemli bir göstergedir.[44]  
Megawati Sukarnoputri (2001-2004)
Ultra-milliyetçilerin görünen yüzü olan Megawati döneminde ülkenin dört bir yanında ayrılıkçı akımların yeniden gün yüzüne çıktığı dönem oldu.[45] Megawati, özellikle Açe sorunu ile dikkatleri üzerine çekti. Daha başkan olmadan bu sorunla ilgili olarak yaptığı bir açıklamada ‘Açe’de bir damla kan akmayacağını’ dile getirdi. Ancak başkan olur olmaz, o dönemde yürütülen Tokyo Barış Görüşmeleri’ne giden Açe heyeti tutuklandığı gibi, Açe’de Özel Hal ilan edilerek, askeri harekata girişildi. Böylece, A. Vahid’den devraldığı barış görüşmeleri akamete uğradı.
Mevcut Siyasit İktidar: Susilo Bambang Yudyohono & Yusuf Kalla
Endonezya devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono, asker kökenli bir politikacı. Daha önce general olan Susilo, 1990’lı yıllarda Bosna’daki barış gücünde Endonezya ordusunu temsilen görev yapmış. Başkan yardımcısı ise Kalimantan Adası’ndan ülkenin önde gelen işadamlarından olan Yusuf Kalla. Yudyohono, kurduğu Demokrasi Partisi ile ülkedeki bütünlüğü sağlamaya yönelik görüşleri, güçlü kişiliği ve iletişim becerisi ile Megawati, Wiranto, Amien Rais ve Hamzah gibi önemli rakipleri önünde %60.87’lik bir oranla seçimi kazandı. Megawati ise %39’luk oy oranında kaldı.
2004 yılında yapılan seçimlere 155 milyon kayıtlı seçmen iştirak etmiştir. Endonezya seçimleri dünyada bir günde gerçekleştirilen en büyük seçim olma özelliği taşıyor. Ülkenin modern tarihinde ilk doğrudan başkanlık seçimlerinde ve de ilk defa barışçıl bir atmosferde devlet başkanlığını kazanan Yudhoyono, ilk devlet başkanı Sukarno’nun kızı Megawati Sukarnoputri’den başkanlığı devraldı. Yeni dönem başkanlık seçimleri için uzun erimli bir proje ile ortaya çıkan Yudyohono refah, barış, adalet ve demokrasi bağlamındaki görüşlerini Değişim Vizyonu (Vision For Chang) isimli çalışma ile ortaya koydu. Susilo’nun orduda reform düşüncesinin ardında, ordunun politikadan elini çekerek güvenlik gibi asli görevine dönmesi yatmaktadır.
Yudyohono ve Kalla başkanlığı, reform döneminin en önemli safhası kabul edilmeyi hak ediyor. Yudyohono’nun asker kökenli, ancak hem sivil hem asker kanadında reformu öncellemesi, Kalla’nın da sivil çevrelerde ve özellikle de ekonomi çevreleri ile ilişkileri Endonezya’nın kısazamanda önemli mesafe katetmesi için olumlu başlangıç kabul edildi. Yudyohono’nun vaatleri arasında uluslararası bir üne sahip olan ülkedeki yozlaşmanın önüne geçmek, ekonomiyi düzlüğe çıkarmak ve ayrılıkçı çatışmaları sona erdirmektir. Üniversite sonrası yüksek lisans çalışmasını ABD’de gerçekleştirdi ve doktorasını tarım ekonomisi dalında yapmış olan Yudyohono, Suharto döneminde kariyerini giderek üst basamaklara taşıdı. Eleştirmenlerce aşırı dikkatli biri olarak tanınıyor. Endonezya bürokrasisinde yaşanan yozlaşma, Susilo’nun kişiliğinde ve aile yapısında olmadığına dikkat çekiliyor. Ailenin tek çocuğu olan Yudyohono’nun iki oğlu iş çevreleriyle ilgilenmiyorlar. Dolayısıyla ailenin geçmişinde herhangi bir yozlaşma izine rastlanmadığına değiniliyor. Daha önceki devlet başkanlarının aksine, Yudyohono’nun halk desteği ile başa geldiği ve önceki devlet başkanlarının geniş halk kitlelerini gözardı eden icraatlar yerine, Yudyohono’nun halkı gözeten icraatlara yer vermesi gerektiği de vurgular arasında yer alıyor.   
Mevcut Endonezya hükümeti, ülke t
arihinde siyasal sistemin en yumuşak geçişini gerçekleştirmesi ile dikkat çekiyor. Bu durum, ülkedeki demokratik yapılanmanın hızlanacağını ümidini doğuruyor. Bu yeni dönemde, en önemli gelişmelerden biri olarak Açe sorununun 15 Ağustos 2004 tarihinde barışla sonuçlanması ve bugüne kadar bu konuda tarafların büyük çaba sarfederek daha öncesi barış çabalarının aksine geleceğe dair umutlu bakılmasını sağladı. İktidara gelir gelmez, sorunu halletme konusunda kararlı olan Yudyohono ve yardımcısı Kalla, batılı arabulucuların da gayretleri ile GAM ile masaya oturdular. Her iki tarafın önemli ‘tavizler’ verdikleri barış anlaşması Açe’nin olduğu kadar Endonezya’nın geleceğini de aydınlatan bir ışık olmaya devam ediyor. Açe’nin tarih boyunca oynadığı rolün bilincinde olan taraflar, aynı zamanda, barış ortamının sağlanmaması halinde, Endonezya’nın genelinin olumsuz etkileneceğinin ayırdındadır. Bu bağlamda, bugünkü yönetim, ‘Açe, Endonezya’sız yaşayabilir, ancak Endonezya Açe’siz yaşayamaz’[46] ilkesini tüm açıklığıyla görmektedir.
Hükümetin bir yıllık icraatının değerlendirildiği bir kamuoyu yoklamasında halkın yarıya yakını (%47) önceki döneme göre ekonominin daha da kötüye gittiği görüşünde. Halktaki bu hayal kırıklığının nedenleri arasında ülkenin para birimi olan Rupiah’ın Dolar karşısında sürekli değer yitirmesi, ülkede petrole sürekli yapılan zamlar, buna rağmen petrol arzının düşüklüğü ve işsizliğin düşürülememesi yer alıyor. Ancak 2008 yılı başlarında uluslararası petrol fiyatlarının artışının ülke ekonomisine yansıması halk kitlelerinde ümitsizliğe neden oldu. Her ne kadar, yönetim bu kaçınılmaz kararı almak zorunda kalmış olsa da, petrol fiyatlarının birdenbire %30 oranında yükseltilmesi gündeme damgasını vurdu. Bu gelişmenin, 2009 yılı Nisan ayında yapılacak seçimlere nasıl yansıyacağı ise merak konusu.
Uluslararası ilişkiler bağlamında da budönem önemli ataklar gerçekleştirildi. Gerek ASEAN ülkeler topluluğu gerekse ABD ve Brezilya gibi Amerika kıtasından ilişkiler geliştirilmeye çalışılıyor. Ülkenin vizyonu bağlamında, başkan Yudyohono’nun Birleşmiş Milletler’in altmışıncı kuruluş yıldönümü vesilesiyle New York’taki temasları sırasında ABD yetkilileri tarafından dünyanın demokratik seçimle iktidara gelen -ABD ve Hindistan’dan sonra- üçüncü büyük ülkesinin devlet başkanı olarak karşılanması önemliydi.
Sonuç
Dev bir ülke olan Endonezya’yı siyasi tarihiyle de olsa kısa bir yazıya konu etmek oldukça güç. Bununla birlikte, bugün 63. kuruluş yıldönümü kutlanan Endonezya Cumhuriyeti hakkında genel bir fikir vermesi bakımından sınırlı da olsa çeşitli konulara değinmeye çalıştık. Endonezya sahip olduğu pek çok özellik dolayısıyla sadece Güneydoğu Asya’da değil, dünya genelinde ilgi çeken bir ülke. Böylesi geniş bir coğrafyaya yayılmış ve yüzlerce etnik yapıyı içinde barındıran bir ülkeyi yönetmek büyük bir beceri ve tecrübe istiyor. Bugüne kadar, ülke siyasi tarihinde üç temel aşamanın yaşandığına tanık olundu. Devletin kurucu babalarından Sukarno (1945-1965), uygulamaya koyduğu Denetimli Demokrasi (Guided Democracy), ardından bir general olan Suharto’nun (1966-1998) Yeni Düzen (New Order) siyaseti ülkenin uzun yıllar tek adam sultası ile yönetilmesine neden oldu. Bu dönemler içerisinde var olan parlamento gerçeği, aslında bu iki yöneticinin, özellikle de Suharto’nun elinde bir araç olarak işlev gördü.
1998 yılı Mayıs ayından bugüne kadar ülke üçüncü önemli yaşıyor. Reform dönemi olarak adlandırılan bu son on yıllık süreç, aslında pek çok sorunu bulunan ülkenin, kendi halkını gözardıederek değil, onların katılımını sağlayarak kendi ayakları üzerinde güçlü bir ülke yaratma uğraşına tanık oluyor. Görece kısa sürelerle devlet başkanlıklarında bulunan Habibie, A. Vahid ve Megawati’nin ardından, 2004 yılındaki seçimler sonunda Susilo Bambang Yudyohono ve yardımcısı Yusuf Kalla, reform döneminin önemli bir aşamasında görevi üstlendi. Ülkede etnik çatışmalardan en önemlisi konumundaki Açe’de barışın tesisi yönetimin başarı hanesine yazıldı. Bununla birlikte, 2008 yılı başlarında petrole yapılan %30’luk zam, son dönemlerin en önemli ekonomik sonucu olarak kamuoyunda büyük tepki topladı. Buna rağmen, yönetimde bir çatlaktan söz etmek mümkün değil. Ülke gündemini çokça meşgul eden yolsuzluk olaylarının üzerine ciddiyetle gidildiği izlenimi hakim. Ancak bu konuda her türlü gerekli adımın atıldığını söylemek ise güç. Sahip olduğu pek çok doğal kaynağın ülke halkları arasında adilane bir şekilde dağıtılması en önemli konulardan. Ayrıca ülkenin çeşitli bölgelerinde yeni yatırım ve üretim çalışmalarının sürdüğü ve bu bağlamda modernleşme çabalarının devam ettiği gözleniyor.
Endonezya ayrıca, bölgesindeki uluslararası gelişmelerde aktif rol alma konusunda da çaba gösteriyor. En kalabalık Müslüman nüfusunu barındırmasıyla da uluslararası çevrelerin özellikle de Avustralya, Amerika, İngiltere’nin ilgi alanına giriyor. Bu ilginin bir nedenini İslamcı siyasal akımların faaliyetlerinin kontrolü ve yönlendirilmesi teşkil ediyor. 2009 yılı Nisan ayında yapılacak ulusal seçimler, yeni bir siyasi heyecan dalgasının başlamasına şimdiden yol açtı. 66 ulusal partinin yarışta yer alması kesinleşti. Bununla birlikte, sadece Açe Eyaleti’nde uygulanmak üzere çıkarılan Açe Özel Yasası bağlamında altı yerel parti Açe’de ulusal partilerin yanı sıra mücadele verecek. Bu da ülke siyasi tarihinde önemli bir tecrübe olarak sonucu merakla beklenen bir gelişme.
[1]Idris Taha, ‘Islam and Democracy According to Nurcholish Madjid and M. Amien Rais’, Dialog, Translation Version, Edition I, Jakarta, 2004, s. 92.
[2]Douglas E. Ramage, ‘Social Organizations: Nahdatul Ulama and Pembangunan’, (Ed.), Richard W. Baker vd., Indonesia -The Challenge of Change-, KITLV, Institute of Southeast Asian Studies, Singapore, 1999, s. 206.
[3]Richard W. Baker & M. Hadi Soesastro, ‘Conclusion’,  (Ed.), Richard W. Baker vd., Indonesia -The Challenge of Change-, KITLV, Institute of Southeast Asian Studies, Singapore, 1999, s. 204, 262.
[4]Barton Greg, (Ed.), Islam and Politics in the New Indonesia, Jason F. Isaacson -Colin Rubenstein, Islam In Asia -Changing Political Realities, Transaction Publishers, New Brunswick, USA, 2002, s. 7.
[5]M. Ricklefs, A History of Modern Indonesia, Macmillan Asian Histories Series, Hong Kong, 1981, s. 228.
[6]Barton Greg, (Ed.), Islam and Politics in
the New Indonesia, Jason F. Isaacson -Colin Rubenstein, Islam In Asia -Changing Political Realities, Transaction Publishers, New Brunswick, USA, 2002, s. 7.
[7]Juwono, Sudarsono, Political Changes and Development in Indonesia, (Ed), Leo Suryadinata ve Sharon Siddique, Trends in Indonesia II, Singapore University Press, 1981, s. 58.
[8]Douglas E. Ramage, ‘Social Organizations: Nahdatul Ulama and Pembangunan’, (Ed.), Richard W. Baker vd., Indonesia -The Challenge of Change-, KITLV, Institute of Southeast Asian Studies, Singapore, 1999, s. 204, 206.
[9]W. Eberhard, Uzak Doğu Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1957, s. 341.

LEAVE A REPLY