Mehmet Özay 16 Haziran 2013
Malezya’nın önemli sivil toplum kuruluşlarından ‘Malezya Müslüman Öğrenciler Birliği’ (Angkatan Belia Islam Malaysia-ABIM) Genel Sekreteri Muhammed Raimi Abdul Rahim’le Cuma günü Kuala Lumpur’da düzenlenen ‘Dayanışma Mitingi’ bağlamında bir mülâkat gerçekleştirdik. 1970’li yılların başında kurulan ABIM, o dönem dünya genelinde ortaya çıkan İslami hareketlerin Malezya’daki versiyonu olarak değerlendirilebilecek bir gençlik örgütü. Geçen süreçte varlığını sürdüren ve bu anlamda Malezya’da köklü sivil toplum kuruluşlarından biri olma unvanını taşıyor. Çalışmaları siyasi, toplumsal ve kültürel çerçevede gerçekleştiren ABIM doğrudan herhangi bir siyasi partiye destek vermiyor. Sahip olduğu zengin insan kaynakları ile Malezya’nın entellektüel birikimine sahip bir organizasyon olan ABIM dünyanın çeşitli yerlerinde Müslüman kitleleri ilgilendiren meselelere duyarlılığı ile tanınıyor.
Suriye ve Türkiye temasıyla dikkat çeken mitinge ABIM dışında önemli organizasyonlar da destek verdi. Bu mitingi düzenleme gerekçesi neydi, niçin bu zamanda gerçekleşti? Özellikle Malezya son dönemde ve 5 Mayıs seçimlerinin ardından dinmeyen siyasi krizin tam da ortasında Ortadoğu’daki gelişmelere dikkat çeken bu miting önemli mesajlar içeriyor. Miting bağlamında sadece Suriye’yi görüp, sıradan bir ‘destek’ mitingi kabul edenler elbette yanılacaklar. Bu mitingde ortaya konulan basın açıklamaları, konuşmalar, sloganlar, fotoğraflar ve de miting organizatörlerinin Türkiye Büyükelçisi Serap Atay’a memorandum sunması başka düşünceleri akla getiriyor. Yani, Türkiye gündemdeydi…
Türkiye’nin gündemde olmasının da pek çok nedeni vardı organizatörlerin ifadesine göre. Örneğin, Özellikle ABIM Genel Başkanı Amidi Abdul Manan yaptığı konuşmada, Suriye’de yaşanan insanlık kıyımı karşısında Türkiye’nin yüzbinlerce mülteciye kapısını açması bunlar arasında dikkat çekiyordu. Öte yandan Türkiye’nin Gazze’den Somali’ye ve de, Malezya’nın neredeyse kapı komşusu Rohingya’ya kadar İslam dünyasında mazlum Müslümanların sorunlarına yaklaşımı da mitingin ana teması içerisinde yer alan olgulardı. Ancak bunların ötesinde bu organizasyonda bambaşka bir olgu vardı. O da, organizasyonun ‘ümmet’ kavramını algılamada ve de algılatmada öncelik taşıyarak bunu pratiğe dökme niyetiydi. ABIM Genel Başkanı Amidi Abdul Manan başkanlığındaki heyet Türkiye Büyükelçiliği’ni ziyaret edip Sayın Büyükelçi Serap Atay Hanımefendi’ye Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne dayanışma ve desteği içeren memorandumu sunmaları Malezya’da konuya duyarlı kesimlerin gösterdiği hassasiyetin bir ifadesiydi.
“Dayanışma Mitingi” (Solidarity Rally) adı verilen bu mitingi son derece kritik bir dönemde gündeme gelmesi ile dikkat çektiğini ifade etmiştik. Hiç kuşku yok ki, Güneydoğu Asya’nın önemli merkezlerinden Kuala Lumpur’da ‘ümmet’ bilinciyle hareket eden kitleleri biraraya getiren böylesi bir miting bu bağlamda önemli bir girişim. Ümmet bilincinin ‘ulusal’ ayağında, yani Malezya çerçevesinde karşılığını ABIM, PAS ve PKR’a mensup katılımcıların desteklerinde buluyordu.
Sayısı üç bini bulan katılımcıların Kuala Lumpur’un merkezinde yaptıkları gösteri, ilk etapta birbirinden farklı bağlamları içermesi nedeniyle çelişkili gibi gözükse de, Muhammed Raimi’nin mülâkatta dile getirdiği üzere, bu farklılıkların aslında önemli bir bütünün paydaları olduğunu ortaya koyuyor. O da ‘ümmet’ bilincinin bir göstergesi olarak Ortadoğu’da dikkatleri çeken Suriye ve Türkiye’de son birkaç haftadır dünya genelinde yankı uyandıran hadiselerdi.
Mitinge katılanların sayısal ifadesinin ötesinde, bu kitlenin Malezya’da temsil ettiği camia boyutunda algılanması gerekiyor. Özellikle de Gezi Parkı fenomeni çerçevesinde Başbakan Erdoğan şahsında Türkiye’ye karşı bir duyarlılık geliştiren bir anlayış ve kavrayıştan bahsediliyor. Burada, Başbakan’ın çizdiği lider tipolojisi Türkiye sınırları ile kısıtlanmamış, aksine küresel bir boyuta yaslanmıştır. İşte bu boyuttur ki, ABIM önderliğinde bir destek ortaya konabilmiştir. Bu desteğin, henüz genel seçimlerden yeni çıkmış, seçimlerle ilgili neredeyse tüm siyasi oluşumların içinde yer aldığı bir siyasi çalkantının gündemi işgal ettiği, önümüzdeki günlerde dev gösterilere sahne olacağı tahmin edilen hazırlıklar sürecinde ortaya konabilmesi de kendi başına bir siyasi olgunluk ve gelişmişlik bağlamında değerlendirilmelidir.
Suriye ve Türkiye bağının kurulması temelde sınır komşusunda ortaya çıkan gelişmelere, özellikle de insani duruma dair hassasiyeti ile öne çıkan Türkiye’nin Malezya Müslümanlarından takdir toplamasıydı. Bir diğer husus, Türkiye’de ‘Gezi Parkı’ vak’asının süreçte üretmeye yeltendiği güç dengelerine yönelik müdahalede neredeyse ‘tek hedef konumuna’ getirilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a destek anlamı taşıyordu. ABIM bildirisinde, Başbakan Erdoğan’a desteğin Türkiye sınırlarının ötesinde bölgesel ve küresel sorunlar ve özellikle de çeşitli zorluklar ve sıkıntılarla boğuşan Müslüman azınlıklar ve halklara yönelik inisiyatif geliştirme çabasından kaynaklanıyor.
On bir yıl boyunca ABIM’in Genel Sekreteriliğini yapan ve aynı zamanda avukat Muhammed Raimi ile yaptığımız röportajdan önemli bölümleri aşağıda sunuyoruz.
Niçin bugün Türkiye’ye böylesi bir destek mitingi düzenleme gereği duydunuz? Sizi buna iten sebepler nelerdi?
Öncelikle kısaca şundan bahsetmek gerekiyor. Bir süredir Malezya’da siyasi atmosfer biraz istikrardan uzak bir görüntü çiziyor. Ve muhalefet partileri ve bir kısım sivil toplum örgütleri önümüzdeki hafta Kuala Lumpur’da çok önemli bir miting hazırlığında. Bu nedenle, niçin böyle bir soru yöneltildiğini anlayabiliyorum. İşte tam da bu noktada, Suriye ve Türkiye’ye destek mitingi düzenlememiz pek çok kişi tarafından anlaşılamamış olabilir. Bu bağlamda Malezya’da herhangi bir sivil toplumun ‘hükü
metlere’ destek vermesi pek popüler bir hadise olmadığını da söylemeliyim.
metlere’ destek vermesi pek popüler bir hadise olmadığını da söylemeliyim.
Bir diğer neden, Gezi Parkı hadisesi gündeme geldikten sonra Malezya Sosyalist Partisi ve bazı öğrenciler dernekleri destekçileri olan ve sayıları onlarla ifade edilebilecek küçük bir grup Kuala Lumpur’daki Bağımsızlık Meydanı’nda çadır kurarak sözde Gezi Parkı protestocularına destek verdiler. Bu gruplar dünya görüşümüz farklı olsa da, Malezya’da reform çabası içerisinde birlikte olduğumuz oluşumlar. Tabii destek verebilirler. Bunun anlaşılabilir yönleri olabilir… Ancak biz bir şeyi objektif olarak çok net bir şekilde ortaya koymak istedik. Bu gruplarla Malezya’da ‘reform’ çabasında birlikte olabiliriz. Ancak Gezi Parkı hadisesiyle ilgili açıklığa kavuşturulması gereken noktalar olduğuna inanıyorduk. Öncelikle arada bir ‘iletişim’ problem var. Yani Türkçe, Malezya toplumuna yabancı bir dil. Dolayısıyla bu desteği verenlerin meleseyi anladıkları kanaatinde değilim. Olan biteni takip etmek ancak uluslararası medya organları vasıtasıyla ve onların aktardıklarıyla sınırlı. Bu noktada, uluslararası medyanın bazı önyargıları ve yanlış haberleriyle Malezya halkının Türkiye’de olan biteni anlamasını nasıl şekillendirdiğini tahmin edebiliyoruz. Gezi Parkı hadisesi Malezya’da olan biteni yansıtması dolayısıyla da ilgi çekici.
Bunun üzerine Türkiye Büyükelçisi Sayın Serap Atay Hanımefendi’den randevu alıp neler olup bittiğini anlamak istedik. Sağ olsun Sayın Büyükelçi talebimizi kabul etti. Bazı hususları kendisinden öğrenmiş olduk. Bunun yanı sıra, Türkiye’deki bağlantılarımız vasıtasıyla da gelişmelerle ilgili birinci elden haber alma imkânı bulduk. Sorunun bir ‘çevre’ meselesi olarak nüksetmesi ardından başka türlü gelişmelerin olması, özellikle polisin müdahale tarzı vs. ancak burada önemli bir husus var… Yetkililerin o dönemde centilmence özür dilemeleri dikkat çekiciydi. Hükümet yetkililerinin samimiyetinin bir ifadesi olan bu yaklaşıma öyle her yerde rastlamak mümkün değil. Üstüne üstlük Sayın Erdoğan protestocularla görüştü, konunun referanduma götürülmesini önerdi vs. Yani, tüm bunlar öyle ‘diktatörlerin’ yapabileceği işler değil. Tam da bu noktada, gelişmeler üzerine Sayın Erdoğan’a destek vermemiz gerektiğine karar verdik.
‘Gezi Parkı’ manzaraları televizyonlarda gösterildiğinde Malezyalılar nasıl bir tepki verdi?
Sanmıyorum ki, Taksim’de Gezi Parkı’nda bu tür bir eylem sık sık yapılsın. Bu nedenle insanlar, doğrudan ‘Arap Baharı’ görüntüleriyle özdeşleştirdiler ister istemez. Merak ettiler ‘neler oluyor?’ orada diye. Ardından uluslararası medyanın işlevi devreye girdi. Gösterilerin Türkiye’de bir ‘değişim’ arzusu olduğu yönünde bir algı oluşturdu. Sanki gerçekten de ülke ciddi bir meseleyle kaynıyordu… Aslında kimse ne olup bittiğini anlamamıştı. Hatta ‘Gezi Parkı’nın kendisi nedir pek karşılığı yok gibiydi. Öyle ki, bu nokta Sayın Büyükelçi’nin ‘Malezyalıların pek anlayabileceğini sanmıyorum. Bir çevre problem olarak nüksetti. Her bir karışı yeşillik olan Malezya’da Gezi Parkı gibi çevreci bir hassasiyetin karşılık bulması biraz zor’ şeklindeki açıklaması bu noktayı çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.
Bu destek mitingiyle sadece Ortadoğu’ya özelde de Türkiye’ye mesaj vermediniz. Kanaatim o ki, Malezya halkına da bir mesaj vardı. Bu bağlamda hedefinize ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Yani Malezya halkı Gezi Parkı hadisesiyle ortaya çıkan gelişmeleri sizce anlıyabiliyor mu?
Malezya’da Türkiye’yi yakinen takip eden çevreler var. Örneğin, muhalefetteki Halkın Adaleti Partisi (PKR), Sayın Erdoğan’ın AKP’sini bir anlamda model olarak alıyor. Örneğin, geleneksel bir parti olan Malezya İslam Partisi (PAS) içerisinde dahi ‘liberal’ görüş yanlılarının yöneldiği isim ‘Erdoğan ismi’ oluyor. Ancak pek çok Malezyalının gerçekte Türkiye’de ne olup bittiğinden haberi olduğunu sanmıyorum. İlgi çeken, bir anlamda popülaritesi olan konu, AKP’nin seküler bir ülkede aradan geçen yıllarda önemli bazı değişiklikleri nasıl ortaya koyabilmiş olmasıdır. Ancak bunun derinlerinde siyasi dinamiklerin nasıl işlediği konusunda pek bilgi sahibi olunduğunu söylemek güç. Bu bağlamda, pek de öyle büyük beklentiler içinde değiliz. Düzenlediğimiz destek mitingiyle ortaya koymak istediğimiz bir şey vardı o da, ‘Gezi Parkı bağlamında orada neler oluyor, net bir şekilde kamuoyuna göstermek’. Tabii bu konu Malezya halkıyla doğrudan ilintili olmadığından, burada insanların Malezya’da olup bitenler muvacehesinde bir karşılaştırmaya gitmeleri kuvvetle muhtemel. Yani, ‘İşte ortada bir muhalif grup var, karşılarına polis çıktı ve onlara arışı müdahalede bulundu. Tamam bu muhalefet grubunu destekleyelim’. Bu süreçte yapılması gereken şey, Gezi Parkı hadisesi arkasında neler olup bittiğini ortaya koymaktı. Biz de bu konuda kamuoyuna bir mesaj iletmek istedik. Tabii, bizim yapmak istediğimiz yukarıda zikrettiğim algıyı yıkmaktı. Kolay bir iş değil tabii ki… Kimi organizasyonlar, gruplar Gezi Parkı’nda olan biteni ‘diktatörlükle’ bağdaştırma eğilimine giriyor. Biz, bunu reddettik, ‘İşin o kadar da basit olmadığını, farklı yönleri bulunduğunu, sorunun demokratik araçlarla ele alınmaya çalışıldığını, bizden çok daha nitelikli bir şekilde konunun ele alındığını’ ifade etmeye çalıştık. Ve pek çok kişi bize destek verdi.
‘Malaysiakini’de bir yorum yazısı vardı. Yazar, Gezi Parkı hadiseleri karşısında ülkede diğer çevreler göre Türkiye’ye daha yakın duran Enver İbrahim’in, PAS’ın hatta UMNO’nun sessiz kalmasını eleştiriyordu. Bu ‘sessiz kalma’ konusunda ortada bir yanlış anlama var mı? Ne dersiniz?
Evet kesinlikle… Gerek iktidar yanlısı gerekse muhalefet yanlısı olsun insanların ilk uyanan şu oldu. “Tamam orada bir gösteri var. tam da buradaki duruma uyuyor.” Ancak insanların hangi siyasi blok içinde yer aldıklarıyla da alâkalı. Yani, iktidara yakın görüşte olanlar “İşte bakın. Erdoğan bile göstericilere nasıl ‘güç’ kullanıyor”. Yani Malezya’da olan hadiselere yönelik böylesi bir iç yansıtma ve haklılaştırma gibi bir durum doğdu. Mulalefet içerisinde de kimi oluşumlar, göstericilere karşı yapılan bazı girişimlerden hareketle buradaki durumla özdeşleştirmeye başladılar. Burada bir örneklik kurulduğunu da düşünüyorum. Yani, Gezi Parkı karşısında süreçte izlenen politika, yani polisin özür dilemesi, göstericilerin temsilcileriyle görüşme, vb. Malezya için bir örneklik olsa gerek.
Son birkaç haftadır Türkiye’deki gelişmeler karşısında
Malezya hükümeti herhangi bir tepki verdi mi?
Malezya hükümeti herhangi bir tepki verdi mi?
Hayır, bugüne kadar bir tepki ortaya konmadı. Bizim hükümet liderlerimizden herhangi bir demeç sadır olmadı.
Gösteri ulusal medyada yer buldu mu?
İzleyebildiğim kadarıyla buna olumlu cevap veremeyeceğim. Burada medyanın oldukça seçici davrandığı görülüyor. Ancak sosyal medyada haberler ve fotoğraflar çıktı.
Basın açıklamalarında, konuşmalarda öne çıkan hususların başında ‘ümmet’ kavramına vurgu vardı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ümmet kavramı bizim için önemli. Yeni dünya düzeni, Arap Baharı, jeo-politik değişiklikler nasıl bir dünyada yaşadığımızı nasıl tepkiler vermemiz konusunda bizi uyarıcı gelişmeler. Dolayısıyla gelişmeleri tek tek parçalara ayırmak çok naïf bir yaklaşım olur. Her gelişme birbiriyle şu veya bu şekilde ilintili.
Suriye’ye dört grup gönderdik. Bu devam edecek… Türkiye’den destek almadan girmek mümkün değil. Örneğin Mübarek döneminde Gazze’ye girmek mümkün değildi. Ancak şimdi işler bir ölçüde değişti. Rohingya konusu… Rohinya’da olup biten konusunda kaygımız var. Coğrafi olarak baktığmızda yakınımızda bir ülke. Bizim bölgemizde olup biten bir hadise. Ancak pek fazla bir şey yapamıyoruz. . Malezya Myanmar’a komşu denilebilecek bir ülke. Ekonomik çıkarları olan, ASEAN özelinde ilişkileri olan bir ülke. Bununla birlikte, hükümetin pek de fazla bir şey yapamadığını görüyoruz. Öte yandan, Malezya’da pek çok Rohingyalının varlığı da bir gerçek. Dr. Mahathir döneminde Rohingyalıların ülkeye geldiğini biliyoruz. Günümüzde İslam ülkeleri arasında Malezya’nın liderlik rolü oynadığı söylenemez. Ancak bu rolün Türkiye tarafından üstlenildiği ortada. İslam Birliği içerisindeki etkinliği dikkat çekiyor vs. Enteresandır, Rohinya konusunda inisiyatifin Türkiye tarafından alındığına tanık olduk. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ve Sayın Erdoğan’ın eşi Emine Hanım’ın Myanmar’a gitmeleri büyük bir hadiseydi. Sanırım tüm bunlar Türkiye’nin ‘ümmet’ kavramı etrafında yapmaya çalıştığı girişimler.
‘Ümmet’ kavramı üzerinden gidersek, Malezya hükümeti bu konuya müdahale etmedi şimdiye kadar. Sivil inisiyatif olarak siz rol aldınız. Bu noktada arada bir görüş farklılaşmasından söz edilebilir mi?
Hükümet her şeyi yapar, her şeyi bilir dönemi sona erdi. Bu hususu Sayın Başbakan Necib bile dile getirdi. Sivil toplum, üçüncü güç olarak ortaya çıktı, çıkmaya devam ediyor. Siyasi partiler, piyasa ve sivil toplum güçlerini ortaya koyuyor. Hükümet te sınırlılıkları olduğunu artık biliyor ve bunu ortaya koydu. Örneğin Rohinya meselesinde… Biz Hükümetin daha çok şey yapmasını, oraya gitmesini istiyoruz. Ancak bugüne kadar bir tek bakan oraya gitmedi. Oysa Türkiye bakanını gönderdi. ASEAN ülkeleri olarak bazı sınırlılıklarımız var. Yani aradaki ‘iç işlerine karışmama bağlamındaki konsensus’ vs… hükümet önü tıkandığı noktada, sivil toplumu harekete geçiriyor.
Gezi Parkı konusunda ortaya bir ‘basın’ sorunu çıktı. Bu konuda örneğin Türkiye-Malezya kamuoylarının birbirini algılamasının önünde ciddi engeller gözüküyor. Neler söylemek istersiniz?
Evet haklısınız… Aşağı yukarı her konuda tümüyle yabancı medyaya bağımlıyız. En azından el-cezire var. Ancak o da şüphe altında. Medya dışında sivil oluşumların birbiriyle etkileşimi önemli. Dil gibi bazı engellere rağmen, Türkiye’deki gelişmeleri ABIM olarak yakinen takip ettiğimizi ifade etmeliyim. Benzer duyarlılıklara sahip olduğumuzu düşünüyorum. Malezya ve Türkiye arasındaki coğrafi uzaklık bu anlamda bir sorun teşkil etmiyor. Ümmetin sorunlarının halli için güçlü bir liderlik yapısına ihtiyacımız var.
Son olarak bu konuyla ilgili görüşleriniz neler?
Umarız, Gezi Parkı olayı en kısa sürede barışçıl ve demokratik yollarla sonuçlanır ve böylece ‘Türkiye Baharı’ yaftasının temelsiz olduğu ortaya çıkar. Sorunun çözüm yolu, Malezyalıların ve dünya kamuoyunun algılarını değiştireceğine kuşku yok. İkinci olarak, Türkiye’nin İslam dünyasına yardımlarının devam etmesini diliyoruz. Türkiye’nin bu noktada oynadığı rolü Malezya Müslümanları olarak gönülden takdirle karşılıyoruz. Kimi noktalarda örneğin sivil toplum olarak bizlerin de katkıları olacağına inanıyoruz.
Kıymetli vaktinizi ayırdığınız ve görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim.