Singapur Başbakanı Lee Hsien Lhoong’un üç gün sürecek Türkiye ziyareti Pazar günü başladı. Lhoong’un Türkiye’ye bu ilk ziyareti. Singapur Başbakanı’nın ziyaretinin bugünlere denk gelmesi tesadüf değil. Geçen Ocak ayında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Doğu ve Güneydoğu Asya ziyaretleri çerçevesinde Singapur’a da uğradığını biliyoruz. Dolayısıyla Lhoong’un Türkiye’ye gelişi, bir anlamda iade-i ziyaret bağlamına oturtulabilir. Ancak bununla sınırlı değil. Türkiye’nin şu veya bu şekilde var olmak istediği coğrafyalardan biri olarak dikkat çeken Güneydoğu Asya’dan bir ülke başbakanının Türkiye’ye gelmesi bu anlamda kayda değer bir gelişme.
Pek çok kişinin zihninde Singapur küçük, ancak zengin bir ada devleti olarak yer etmiş olsa da, ülkenin ‘hikayesi’ bundan ibaret değil. Türkiye-Singapur arasındaki ticaret hacminin 1.3 milyar dolar civarında oluşundan hareketle veya sadece 710 km2’lik bir alanı kaplamasıyla bu Ada ülkesi göz ardı edilebilecek bir coğrafya da değil.
Singapur bugün bir yandan Çin, öte yandan ABD ve ABD’nin bölgedeki ‘müttefikleriyle’ yakın temasta bulunan üzerinde yükseldiği adanın niceliğinden bağımsız bir jeo-ekonomik ve jeo-stratejik öneme sahip. Öyle ki, bugün Çin’in Pasifik’e bakan Batı bölgesinde birbiri ardına yükselen modern şehirlerin yapılaşmasında Çin’in örnek aldığı bir ülke. Bu örneklik sadece masa üstünde değil, Singapur’lu şirketlerle işbirliği şeklinde ortaya çıkıyor. Bu durum, Singapur Adası’nın nüfusunun kahir ekseriyetini Çin kökenliler oluştursa da, Çin siyasi rejimiyle ortak noktaları paylaşmıyorlar. İşte tam da bu noktada, Singapur’un ABD’nin bölgede tabiri caizse ‘koruyucu çerçevesinde’ yer aldığı görülür.
Singapur’un bir diğer özelliği, ASEAN ülkeleri içerisinde ise siyasi yapısındaki istikrar ve bununla ilintili olarak süreklilik arz eden ekonomik yapılaşması ve yeniliğe açık bürokratik mekanizması ile diğer ülkelerin açık olmasa da gizliden gizlide imrendiği bir ada devleti olmasıdır. Örneğin Malezya’nın sürekli örnek aldığı bu yanı başındaki Ada komşusu, bir süredir Güneydoğu Asya’nın doğması beklenen yeni yıldızı Myanmar’la ilişkileri sağlam tutuyor. Bu anlamda, Myanmar’ın kalkınma projelerinde Singapur’un kayda değer bir payı şimdiden oluştu denilebilir. Tabii burada, siyasi istikrar derken, ülkenin Batılı anlamda bir ‘demokratik’ yönetimle idare edildiğine vurgu yapmayacağım. Çünkü böyle bir durum yok. Adına Cumhuriyet denilen bu ada devletinde, kuruluşundan bu yana Halkın Eylem Partisi (PAP) yönetiminde bir idareye sahip. Bu, ülkede seçimler olmadığı anlamını taşımıyor tabii ki. Ancak Ada demokrasisinde olan biteni derinlemesine incelemenin yeri burası olmadığından, ülkenin kurucu babası Lee Kuan Yew’un “Batı demokrasisi bize göre değil” minvalindeki söylemi Ada siyasetini özetleyemeye kafidir.
Peki Türkiye ile Singapur’u ortak paydada buluşturan ne var sorusuna cevap verebilir miyiz? Ekonomik bağlamıyla dikkate alınacak olursa, aradaki ticaret hacmi 1.3 milyar Dolar civarında.
Sahip olduğu jeo-ekonomik konumu ile yabancı yatırımların sürekli yenilendiği bir bölge olmakla birlikte Türkiye’nin Ada’da hissedilebilir bir yeri olduğunu söylemek güç. Bu pasif konum, ümitsizliğe düşmeyi gerektirmez, aksine Ada ile ilişkileri Ada’yla sınırlamadan nasıl geliştirebilirizin yollarını aramak lazım. Bu noktada, Türkiye’nin Singapur’la ilişkilerinde bazı teknik bağlamları da unutmamak gerekir. Bu çerçevede, Türkiye Ada’daki profesyonel yönetim, bürokrasi mekanizması, denizcilik ve deniz güvenliği gibi alanlarda işbirliği alanları olarak öne çıkartabilir.
Singapur Başbakanı’nın ziyaretinde günün küresel ‘terör’ hadiselerinden biri de gündemde yer alacaktır. O da ışıd meselesi… Singapur, ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası ittifak gücüne destek veriyor. Bu desteğin rasyonel temelleri ise, komşu ülkeler Malezya/Endonezya ve Filipinler’den Suriye ve Irak’ta faaliyet gösteren terör yapısına destek veren kişi ve grupların varlığı Singapur’un ülke ve bölge güvenliği için önem verdiği bir konu.
Ekonomiden bir başka alana geçip bazı yazılıp çizilenlere değinmekte fayda var. Ocak ayındaki gezi münasebetiyle Türk medyasında çıkan birkaç yazıda ‘tarihe’ kimi atıflar varsa da, bu ilişkinin pek de öyle zannedildiği gibi olmadığını peşinen söylemeliyim. Aslında ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, mümkün olduğunca özetleyerek tarihi perspektife burada yer vermek istiyorum.
Türkiye-Singapur ilişkilerini 19. Yüzyıl son döneminde atanan konsoloslarla başlatmak, Türkiye-Endonezya ilişkilerini 16. Yüzyıl’da Açe Sultanlığı’yla ilişkilere odaklamakla aynı hatayı içinde barındırıyor. 19. Yüzyıl sonu, ticaret kapitalizminin alabildiğine yükseldiği, bölgede varlığını sürdüren İngiltere’nin, birbiriyle geçinemeyen Malay Sultanlıklarına nüfuzuyla daha da güçlü bir şekilde ortaya koymaya başladığı bir döneme tekabül eder. İngiltere, önce Penang Adası (1786) ardından Singpaur Adası (1819) ile bölgeyi yani Malay Yarımadası’nı bir anlamda çember içine alırken, tabii ki, Ada’ya hakim olanlar Singapurlu diye anılmıyordu. Ayrıca, Osmanlı’nın Singapur’a atadığı elçilerin dönemin siyasi yapısıyla ilişkiler geliştirmek gibi bir hedef yerine, Malay yarımadasınını Malaka Boğazı’nın kuzeyi ve güneyindeki Müslüman topluluklarının karşı karşıya kaldıkları sömürgecilik yönetimleri bağlamında ‘elimden ne gelebilirin’ bir cevabı olarak pratiğe yansıdığı şeklinde okumakta fayda. Bir yanıyla da, gönderilen konsolosun birkaç yıl sonra maruz kaldığı akibetin muğlaklığı da üzerinde araştırılmayı bekleyen önemli bir husus.
Dolayısıyla bugün adına Singapur denilen Ada devleti ile Türkiye arasında başladığı varsayılan ilişkinin de bu tarihsel gerçeklikle örtüşmediğini ortaya koymak gerekir. Singapur bir devlet olarak teşekkül etmesi, 2. Dünya Savaşı’nın ardından sömürgelerinden birer birer kopma eğilim gösteren İngiltere’nin aslında pek de çıkmak istemediği bir bölgede bulunuyordu. Malay Yarımadası’na geç gelen ‘milliyetçilik’ nedeniyle 1957 yılında o döneme kadar birlik olamamış Malay Sultanlıklarını bir masa etrafında toplayıp,bağımsızlığı verirken, Singapur Adası tüm tarihsel organik ilişkisine rağmen artık bir Malay toprağı değildi. Singapur Adası’nda demografik hakimiyet kadar siyasi ve entellektüel birikim Çinli göçmenlere bizzat İngilizler eliyle tevdi edildiğinden Malay Müslümanların zaten azınlıkta olan varlıkları siyasi bir yapı olarak dikkate alınamayacak kadar cılızdı. Hemen yanı başındaki Malay Sultanlarınını ise Singapur’daki Malay kardeşlerine bakışının herhalde milliyetçilik veya İslam veya her ikisi karışımı bir siyasi mücadele veremeyeceği de ortadaydı. İngiliz sömürgeciliği 1957 yılında ‘fiziki’ olarak Malay Yarımadası’ndan çıkarken Singapur Adası “Crown Colony” statüsüyle krallığa bağlı bir siyasi yapı arz ediyordu.
Adına Malay Federasyonu denilen bağımsız siyasi yapıya rağmen, 1948’de baş gösteren Çin Komünist Gerilla hareketi sadece Malaya topraklarında değil, Singapur’da da varlığını hissettirmesi ve bu hareketin İngiltere ve müttefiki ülkelerin tüm girişimlerine rağmen 1960’lara kadar devamı, önemli bir siyasi tehdidi ortaya koyuyordu. Bu tehdit, salt İngiltere’ye karşı değil, İngiltere’nin temsil ettiği Batı siyasi sistemine karşıydı. Dolayısıyla 60’ları siyasi şartlarında gene İngilizlerin inisiyatifiyle Borneo Adası’ndaki koloniler kadar, Singapur Adası’nın da Malaya Federasyona katılımı komünizmin bölgede olası bir siyasi rejime evrilmesinin önünü almanın çözümü olarak masaya getirildi. Bu süreçte, Singapur’un siyasi liderliğini yürüten ve halen hayatta olan Lee Kuan Yew, komünist ideolojinin yaygın olduğu işçi sendikaları ki, özellikle tersane işçileri arasında yaygındı. Ayrıca lise ve yüksek öğretim kurumlarında öğrenciler arasında büyük destek bulması, Malay Müslümanlarla hiç de istemediği bir birlikteliği zorunlu kılıyordu.
Demek ki, önce Ada’nın tarihi hakkında sağlıklı bilgi edinmek gerekir ki, bugün geliştirilmesini istediğimiz ilişkiler yerli yerine oturtulabilsin.