Mehmet Özay 11.03.2019
ABD başkanı Donald Trump ile Kuzey Kore başkanı Kim Jong un’un 27-28 Şubat günlerinde Vietnam’ın başkenti Hanoi’de gerçekleşen ve bir anlamda arzu edilen neticenin alın/a/madan alel acele bitirildiği toplantının yankıları devam ediyor.
Her ne kadar bazı yayın organları başkan Trump’a atıfla zirveden pek fazla umutlu olunmamasını gündeme taşımıştı. Ancak, aynı başkan Trump’ın hedefinde Kuzey Kore’de nükleer silah üretimini dondurma ve eldeki mevcut silahları imhaya yönelik bir anlaşma yapma arzusu taşıdığı, söz konusu toplantının sona ermesinden sonra yapılan açıklamalarla gündeme geldi.
Zirveden herhangi bir anlaşma çıkmaması, Kuzey Kore tarafının ise uluslararası yaptırımların kaldırılması talebinden ABD tarafından kabul edilmemesiyle açıklanıyor.
ABD umutlu, Kuzey Kore icraatta
ABD yönetimi, zirvenin kendileri adına başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, yakında benzer bir görüşme trafiği yaşanabileceğine dair açıklamalar yapıyor.
Örneğin, Dışişleri bakanı Mike Pompeo, 4 Mart günü yaptığı açıklamada gelecekteki görüşmelerden umutlu olduğunu ve birkaç hafta içerisinde Kuzey Kore başkenti Pyongyang’da ABD heyetinin görüşmeler yapabileceğini belirtiyordu.
Şu ana kadar böylesi bir gelişme olmadığı gibi, taraflardan bu yönde herhangi bir açıklamada sadır olmuş değil.
Öte yandan, Kuzey Kore’nin, bu yönde bir sinyal vermek bir yana, aksine zirvenin hemen ardından nükleer çalışmalara kaldığı yerden yeniden başladığına dair bilgiler gündeme geliyor.
Hanoi zirvesinin hemen ardından, en azından tarafların birbirini anlamakta olduğuna ve bunun geliştirilebileceğine dair bir intiba hasıl olsaydı, ABD’nin takındığı iyimserlik havasının bir anlamı olurdu.
Ve Kuzey Kore yönetimi, tavrını nükleer çalışmalara yeniden başlamakla değil, bunu anlaşılabilir bulduğunu göstermek suretiyle, en azından oluşan mevcut ortamın yani, statükonun devamından yana bir politika ortaya koyması beklenirdi.
Ancak Kim Jong un’un, 2018 yılı Haziran ayında Singapur zirvesinde füze sistemleri çalışmalarına son vereceği açıklamasına sadık kalmaması bile, Hanoi zirvesinde kamuoyunda paylaşılandan daha farklı konuşmaların olduğu ihtimalini ortaya koyuyor.
Trump yönetimi hazırlıksız yakalandı
Bu durumda, Başkan Trump’ın ABD’nin zirve başarısızlığının sorumluluğunu üstlenip üstlenmemesinin pek bir anlamı yok. Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan arındırılması konusunda kayda değer bir gelişme olsaydı, belki de Trump yönetiminin bugüne kadar uluslararası arenada ortaya koymuş olacağı en önemli kazanım kabul edilebilecekti.
Ve bunun, hem ABD’nin küresel kamuoyu ve ilgili ülkeler nezdinde yeniden önem kazanması ve hatta önümüzdeki yıl yapılacak başkanlık seçimleri için Trump’ın veya Cumhuriyetçilere bir artı olarak dönebileceği düşünülebilirdi.
Bu söylerken, Kuzey Kore’yle görüşmeler bağlamında, her şeyin bittiği gibi bir sonuca varılmadığını da ifade etmeliyim. Ancak özellikle son zirvenin de ortaya koyduğu üzere ABD tarafının Singapur zirvesi sonrasında pek de iyi hazırlanmadığı anlaşılıyor.
Singapur zirvesi ve sonrası
İki lider arasında ilk zirvenin 2018 yılı Haziran ayında Singapur’da yapıldığı hatırlanacak olursa, böylesine görece kısa sürede yapılan ikinci zirvede, en azından ABD tarafının arzu ettiği şekilde kapsamlı bir anlaşmaya imza atılmasının mümkün olmadığını öngörmek için bölgedeki ilişkilere bakmak yeterli olur.
Bu anlamda, Kim Jong un’un Singapur’da sergilemiş olduğu iyi niyet ile pratik karşılığının kapsamlı bir nükleer silahlardan arındırma anlaşmasına kapı aralaması arasındaki farkın, zirve sonrası görüşmeleri yürüten ABD heyeti tarafından iyi hesaplanamadığı söylenebilir.
Ya da Kuzey Kore ile görüşmeleri yürüten ABD heyetinin, doğrudan başkan Trump’ın herşeyi iki dudağından çıkan ifadelerle bitirebileceği yönündeki kaprisli ve sübjektif yaklaşımının Kuzey Kore görüşmelerinde yansımasını bulacağını düşünerek hareket ettikleri akla geliyor ki, bu belki de bugüne kadar ki ABD dışişlerinin zaafının ve hatta başarısızlığının bir devamı olarak da okunabilir.
Tüm bunlar dikkate alındığında, Hanoi zirvesi, Trump’un vaatlerinin tutmadığının bir başka kanıtı olarak tarihe geçmiş oldu.
Güney Kore faktörü göz ardı edilmemeli
Trump-Kim arasında Singapur’da gerçekleşen zirvenin Kore Yarımadası’nda ilişkilerin normalleşmesi için bir adım kabul edilebileceğine kuşku yok.
Bunun ardından, ikinci bir ABD-Kuzey Kore zirvesi yerine, aralarında Güney Kore, Kuzey Kore, Çin, Rusya ve Japonya’nın da olduğu, 2003 ila 2009 yılları arasında sürdürülen ve ardından rafa kaldırılan altılar grubu toplantılarına yeniden başlanabilir veya benzeri bir süreç yeniden gündeme taşınması makul bir gelişme olurdu.
Bu girişimin öncelikli ayağını ise Güney Kore oluşturabilirdi. Öyle ki, Güney Kore’de yaşanan hükümet değişikliği sonrasında yeni devlet başkanı Moon Jae-in’in Kuzey Kore lideri Kim’le görüşmenin kapısını aralayan kişi olduğunu hatırladığımızda böylesi bir gelişmenin doğal bir gelişme varsayılabilirdi.
Böylece, taraflar arasında doğrudan nükleer silahların arındırılması yerine, normalleşmenin doğal bir adımı olarak Güney Kore ve Kuzey Kore arasında insan-insan ilişkisini öne çıkartacak pratik bir açılımla geliştirilmesi öncellenebilirdi.
Unutmayalım ki, Trump’ın ABD pasifik donanmasını Kore Yarımadası çevresine yönlendirdiği dönemde, Kuzey Kore’yi masaya oturmaya ikna eden Moon Jae-in olmuştu. Bu yönde somut bir gelişme olarak 27 Nisan 2018’de yani, Trump-Kim arasında 2018 Haziran’ındaki zirve öncesinde Moon ve Kim biraraya gelmişti.
Moon, ayrıca, 10 Ocak 2019’da yaptığı açıklamada, Kuzey Kore’ye yaptırımların kaldırılmasının önemine ve bunun Kuzey ve Güney arasında ekonomik işbirliğinin kapısını aralayacağına vurgusu dikkat çekiyordu.
Çin görüşmelerin neresinde?
Söz konusu zirveler bağlamında Çin yönetimini sahnenin önünde görmesek de, Kuzey Kore’ye yakınlığı nedeniyle Kim Jong un üzerinde kayda değer bir etkisi olduğu düşünmek mümkün.
Bu çerçevede, Hanoi zirvesinde Trump’ı bir ölçüde sükut-u hayale uğratan anlaşmazlık durumunun ortaya çıkmasında, şu veya bu şekilde, Çin bir neden olarak düşünülebilir. ABD ile özellikle yaklaşık bir yıldır yaşanan ticaret savaşlarından ötürü Çin’in bir tür stratejik çıkış yapma adına Kim Jong un’un kararında dolaylı da olsa bir etkisi olduğunu akla getiriyor.
Unutulmamalı ki, Çin, Kuzey Kore’yi kendi ulusal güvenliği için bir tampon bölge olarak değerlendirmektedir. ABD ile yaşanan sürtüşmeler nedeniyle, Çin’in Kuzey Kore üzerinde yapıcı değil, kendi çıkarları bağlamında nüfuz etmesi gayet doğal.
Kaldı ki, Çin yönetimi, Kore Yarımadası’nda barışa gidecek süreçte salt ABD tekelinde yürütülecek görüşmeler yerine, yukarıda dikkat çekilen altılar grubu görüşmelerine kaldıkları yerden devamından yana olduğu biliniyor.
Bu noktada, Kuzey Kore’nin 2016 yılı Mayıs ayında ayında 7. İşçi Partisi Kongresi’nde aldığı, ‘nükleer silahlardan arındırılmasının anayasaya aykırılığı’ kararının da yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Kore Yarımadası gündemdeki yerini koruyor
Kim Jong un, babasının vefatının ardından 2011 yılından bu yana Kuzey Kore’nin başında. Genç yaşında, dünyaya kapalı bir ülkenin başına geçen ve bundan daha da önemlisi sahip olduğu nükleer silahlar ile özelde bölgesinde ve genelde küresel anlamda bir tehdit algısının oluşmasına yol açan Kim Jong un hedefinde ABD ve bu ülkenin bölgedeki müttefikleri, Japonya ve Güney Kore bulunuyor.
Tehdit süreçlerinin ardından Singapur ve Hanoi zirveleri Kuzey Kore’nin kapılarını dünyaya açması anlamı taşırken, bu sürecin sadece ABD tarafından yönetilemeyeceği de ortada.
ABD tarafı yakında görüşmelerin yeniden başlatılacağı konusundaki iyimserliğini koruyor. Ancak, Kim’in yeniden nükleer faaliyetlerine başlamış olması Kore Yarımadası’nda nükleer tehdit olgusunun küresel gündemdeki yerini yeniden almakta olduğuna işaret ediyor.