Mehmet Özay 05.06.2021
Tiananmen hadisesinin üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen, bu toplumsal gelişmenin etkileri günümüzde hâlâ hissedilmeye devam ediyor.
4 Haziran 1989’da başta öğrenciler ve işçiler olmak üzere ülkede siyasal reform çağrısıyla, yüzbinlerce Çinli başkent Pekin’in meşhur meydanlarından Tiannmen’de Meydanı’nda yaklaşık bir ay süren eylemler yapmıştı.
Göstericilerin taleplerinin dönemin Çin komünist partisince dikkate alınmamasının ardından gösteriler ordu marifetiyle sonlandırılmıştı.
Geniş toplumsal talep
Pekin’de yaşanan bu gelişme sadece, görece azınlık bir grubun talebi olarak anlaşılmamalı. Aksine, ülkede sayısı yüzlerle anılan şehirlerinde irili ufaklı benzeri gösteriler aynı dönemde gündeme gelmesi, siyasal değişim talebinin arka plânını göstermesi bakımından gayet önemlidir.
Başkentteki gösterilerin nihayetinde Çin otoriteleri tarafından ordu girişimiyle bastırılması hayatlarını kaybeden yüzlerce ve kimi söylemlere göre binlerce kişinin varlığı, bu gelişmenin ‘Tiananmen soykırımı’ olarak adlandırılmasına neden oldu.
Söz konusu bu gelişme, Çin topraklarında tarihin değişik evrelerinde yaşanan, kırsal bölgelerde üretim süreçlerinde yer alan köylülerin ortaya koydukları meşhur ayaklanmalarla, hükümdarların ve hanedanlıkların değişmesine yol açan hadiselerin, modern bir görünümü kabul edilebilirse de, o dönemki başarıların aksine 1989’da siyasal değişim ortaya konulamadı.
Bununla birlikte, Tiananmen bir siyasal fenomen olarak, bugün hâlâ Tibet’te, Tayvan’da, Hong Kong’da, Doğu Türkistan’da ve de Çin’in diğer bölgelerinde milyonlarca kişinin siyasal talepleri için referans noktası olmayı sürdürüyor.
Çin’de siyasal yönelim
Tiananmen hadisesinden bu yana aradan geçen süreç dikkatle incelendiğinde ve de Çin Halk Cumhuriyeti yönetiminde yaşanan diğer bazı gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde neredeyse ‘siyasal travma’ halini aldığını söylemek mümkün.
Bu çerçevede, Çin siyasal rejimi Tiananmen ruhunun yeşermemesi için elinden geleni yapmaktadır. Tiananmen Meydanı’ndaki gösterilerin, bu anlamda Soğuk Savaş döneminin bitmek üzere olduğu bir süreçte Çin için bir milâd olduğunu söylemek mümkün.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve bu yapının ilintili uydu ülkelerinde yaşanan siyasal gelişmeler, Batı siyasal düşünce sisteminin ürettiği iki temel ideolojik ayrışma olan kapitalizm ve komünizmin geleceğiyle bağlantılıydı.
Bu noktada, Batı liberal demokratik sistemine karşılık, SSCB özelinde komünist bloğun siyasal varlığının sona ermesi, her ne kadar Sovyet ve Çin komünizmleri arasında farklar olsa da, temelde ideolojik yapılaşmadaki aynılaşma olduğuna kuşku yok.
Bu noktada, SSCB, Doğu Bloku’nda yaşanan devrim niteliğindeki değişimlerin bir benzerinin, Tiananmen Meydanı’ndaki gösterilerde tanık olunduğu üzere, Çin’de de gerçekleştirilmesi arzusu üniversite öğrencileri ve işçilere düşmüştü.
Bir anlamda, Batı’da egemen iki ideolojik yapının birbiriyle hesaplaşmasının bir ürünü olarak gündeme gelen SCCB’nin dağılışı hiç kuşku yok ki, Batı siyasal sistemlerinin 20. yüzyılın sonlarından başlayarak 21. yüzyıl boyunca nereye evrileceği sorusuna verilen bir yanıt niteliğindeydi.
1989 Tiananmen’da yaşananlar da, benzer bir ideolojik yapının hakim olduğu Doğu Asya’da, Çin’de ne tür bir evrilmeye tabi olacağının da sorgulandığı ana tekabül etmektedir.
Liberal ekonomi, demokrasi ve Çin
Tiananmen hadisesinden bu yana geçen süre zarfında hiç kuşku yok ki, hem dünyada hem Çin’de önemli değişikler yaşandı. Komünizmin devam edip etmeyeceği ikileminin gündemde olduğu 1980’lerin sonlarından başlayarak kapitalist sisteme giderek daha güçlü bir şekilde eklemlenmiş bir ekonomik yapı Çin’de egemenliğini sürdürüyor.
Çin yönetimi, otuz yıl öncesinin özgürlükler ve demokrasi taleplerini güç kullanarak bastırırken, bugün ülkedeki geniş kitleleri aradan geçen sürede elde edilen ekonomik büyüme ile ikna etmenin peşinde.
Çin’deki iktidar güçleri, söz konusu ekonomik kalkınma temelli olarak ortaya konulan ikna sürecini, sadece kendi halkı üzerinde kullanmıyor. 2000’li yılların başından bu yana giderek artan bir ivme ile özellikle de, Şi Cinping’in 2012 yılında komünist parti başkanı ve devlet başkanı seçilmesiyle bölgesellikten küreselleşmeye evrilen agresif bir yaklaşım sergiliyor.
Bu çerçevede, Tek Yol Tek Kuşak (One Belt-One Road), Deniz ve Kara İpek Yolları Projeleri (Maritime and Land Silk Roads), Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (Regional Comprehensive Economic Partnership-RCEP) gibi Çin’i üç kıtaya bağlayacak projelerle birbirinden farklı yönetimlere ve toplumsal yapılara sahip ülkeler nezdinde de meşruiyet kazanmaya çalışıyor.
Aradan geçen bu süre zarfında Batı’nın özellikle de, Batı kapitalizminin lideri konumundaki ABD’de yönetimin mevcut siyaset teorilerine dayalı yaklaşımıyla, liberal ekonomi politikaları uygulayan Çin’in kısa sürede demokrasiye evrilebileceği yönündeki kanaati maalesef gerçekleşebilmiş değil.
Ya tersi olursa?
Bekle-gör bağlamında devam eden bu sürecin ise bugün geldiği nokta ise, Çin ile doğrudan çatışması bir evrenin sabık ABD başkanı Donald Trump döneminden, yani 2017’den itibaren giderek gündemde önemli bir yer tutmasıdır.
Son dönemde iki ülke ilişkilerine göz atıldığında, öyle anlaşılıyor ki, Çin yönetiminin demokrasiye evril/e/bileceği yönündeki ABD makamlarında var olan yaklaşımda, bir gevşeme tezahür etmeye başladığına tanık olunuyor.
ABD yönetimi, Çin ile ilişkilerde iki ülke ticaret açığı olgusunu, belki de haklı bir gerekçe kılarak çatışmacı evrenin ortaya çıkmasına neden olsa da, aslında ABD’de çeşitli kurumların ve de özellikle son iki hükümetin Hong Kong, Tayvan, Doğu Türkistan konusunda Çin’e yönelik eleştirilerinin ardından bu gevşemenin izlerini görmek mümkündür.
ABD siyaset bilimcileri ve siyasetçileri nezdinde bugün, Çin’in ekonomik modernleşmesinin önünün alınmasının şu anki verilerle mümkün olmamasından daha büyük bir tehlike söz konusudur.
O da, Çin’in yürüttüğü söz konusu bu sürecin ABD siyaset bilimcileri ve siyasetçilerince, komünist rejimin bizatihi kendisi olmasa bile, içerdiği siyasal karakteristiklerin küresel anlamda bir norm haline gelebileceği endişesidir.
Hong Kong ve Tiananmen Ruhu
Yukarıda dikkat çekildiği üzere, Tiananmen’in bir milad oluşu ve etkisinin hem Çin hem de Çin siyasi rejimi karşısında alternatif arayış ve söylemlerle gündeme gelen çeşitli yapıların ortaya koydukları tutumda ortaya çıkmaktadır.
Bugün, Çin yönetimi tarafından bu tarihi hadiseyi anma ve bunun üzerinden bir siyasal söylem geliştirmelerinin önü alınmaktadır.
Öte yandan, bu tarihi hadiseyi ve bunun içkin olduğu anlamı gündemde tutmaya çalışan Çin’e bağlı özerk bölge Hong Kong, her ne kadar son bir yılda Ada’da yaşananlarla geriletilmiş hissi oluşturulsa da, varlığını sürdürmektedir.
2014 yılından başlayan ve özellikle 2019 yılında yaşanan milyonlarca Hong Kong’lunun meydanları doldurduğu dev gösteriler karşısında Pekin yönetimin aradan geçen sadece birkaç yıllık süre zarfında aldığı tedbirlerle yapmak istediği, sadece bu Ada’nın siyasal haklarını kısıtlama getirmek değildir.
Ulusal güvenlik olgusu öne çıkartılarak son bir yılda Ada’da yaşananlar hiç kuşku yok ki, Ada halkının talep ettiği demokratik hakların benzerlerinin Çin Ana Kıtası’nda da talep edilebilir hale gelmesini ihtimaline engel olmaktır.