Tayvan’da 16 Ocak Cumartesi günü 14. Başkanlık ve 9. Parlamento seçimleri barış ve huzur ortamı içerisinde gerçekleştirildi. Üç adaylı başkanlık seçimlerini, muhalefetteki Demokratik İlerleme Partisi’nin (DPP) kadın adayı Tsai Ing-wen aldığı %56 civarındaki oyla ilk sırada tamamladı. Bu sonuca göre, Tsai, Tayvan siyasi tarihinin ilk kadın başkanı olmayı hak etti. Seçimin bir diğer ayağında yani parlamentoyu oluşturacak milletvekilleri seçiminde de DPP’nin benzer bir başarısı vardı. Ve DPP 113 sandalyeli parlamentoda 68 milletvekilliği alarak çoğunluğu sağladı. Diğer milletvekillikleri dağılımı ise, 1949 yılından bu yana Ada siyasetinde başat rol oynayan Çin Milliyetçi Partisi’ne (KMT) 35, Yeni Güç Partisi (NPP) 5 ve Önce Halk Partisi (PFP) 3, Bağlantısız Dayanışma Birliği (NSU) 1 ve bağımsız 1 olarak gerçekleşti.
DPP ve NPP’nin ittifak olduğu hatırlandığında, Başkan Tsai’nin parlamentoda üçte iki çoğunluğu arkasına aldığını söyleyebiliriz. Hiç kuşku yok ki, ortaya çıkan bu tablo hem başkanlığı hem de parlamentoda milletvekilliği çoğunluğunu kazanan DPP’nin elini güçlendirdiği anlamı taşıyor. Bu sonuçlar, aynı zamanda 2014’deki yerel seçimlerde de önemli başarı kazanmış olan DPP’nin hem yerel hem ulusal hükümette siyasetin güçlü ismi olduğunu ortaya koyuyor.
Bu sonuçlarla sadece ülkede başkan ve parlamento değişimiyle sınırlı bir sürece işaret etmiyor. Ada’daki bu değişimi yerli yerine oturtabilmek için DPP’yi KMT’den ayıran hususun, sadece iktidar ve muhalefet olmalarıyla sınırlı kalmadığını görmek gerekir. İşte tam da bu noktada, Çin Ana Kıtası’yla ilişkilerde iki farklı siyasi modelin varlığı karşımıza çıkıyor.
Her ne kadar, KMT, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Çin Ana Kıtası’ndaki mücadeleyi kaybedip destekçileriyle birlikte 1949’da Tayvan’da yeni bir siyasi yapı oluşturmuş olsa da, tam bağımsızlıkçı söylem yerine, Çin’le ‘dengeli’ bir siyasi ilişkiden yana. 1986 yılında kurulan ve sadece 2000 ve 2004 yılları olmak üzere iki dönem başkan çıkaran DPP ise, siyasi duruşunu Çin’e karşı bağımsızlıkçı söylemi dillendirmesinde buluyor. Bu bağlamda, DPP’nin adayının başkan olduğu 2000-2008 yılları arası, Tayvan-Çin ilişkilerinin en gergin olduğu yıllar olarak hatırlanıyor.
DPP’nin bu siyasi yaklaşımı nedeniyle, gerek seçim kampanyası döneminde gerekse seçim akşamı geç saatlerde sonuçların kesinlemesiyle Çin’den DPP’ye “ilişkilerin gerginleştirilmemesi” yönünde çağrılar geldi. Bununla birlikte, ‘Tayvanlılık kimliğinin’ başat bir argüman olarak halen DPP tarafından da gündemde tutulduğuna tanık olunuyor.
Burada hemen şunu söylemek gerekir ki, DPP’nin elde ettiği bu önemli seçim zaferinde, son sekiz yıldır iktidarda olan KMT’nin Çin Ana Kıtası’yla giderek artan ilişkilerinin Tayvan halkında oluşturduğu endişenin büyük payı var. Bu noktada, özellikle 2013 yılında imzalanan ticaret ve turizm anlaşması dikkat çekiyor. Bu nedenledir ki, başta genç kesim olmak üzere Tayvan halkının kayda değer bölümü, bu anlaşmanın Çin’in lehine olduğunu ve ilerleyen yıllarda bunun siyasi hakimiyete evrilebilecek bir yönelim alabileceğinden kaygılı. Bununla birlikte, aynı Tayvan halkı, dönem dönem yapılan kamuoyu yoklamalarında Çin Ana Kıtası’yla gerginlik istemiyor, aksine statükodan yana bir eğilim sergiliyor.
Bu durum, bize Tayvan halkının son derece ‘pragmatik’ bir bakış açısını yansıttığını ve ekonomi perspektifini öncellediğini gösteriyor. Tabii bu pragmatiklik için de bile, yukarıda değindiğim ‘kimlik’ olgusu çerçevesinde, Çin Ana Kıtası’ndaki kısıtlı ‘özgürlüklere’ karşılık, Ada’daki çoğulcu demokratik ve liberal sistemin kaybedilmesinden yana da değil. Hiç kuşku yok ki, Tayvan halkı, özellikle son dönemde Hong Kong’daki gelişmeleri yakinen izliyor ve Ada’da 1949 yılında kurulan ve 1987’den itibaren de gelişen “demokratik” yapından da feragat etme niyetinde değil. Bu yaklaşımın Tsai’nin seçim sonrasında yaptığı açıklamadaki karşılığı ise, “Çin’le sürdürülebilir ilişkilerde, Tayvan’ın anayasal hükümet sistemini baz alacağı” cümlesinde buluyor.
Bu noktada, Tayvan halkının ince bir ayrın üzerinden, ülkenin gelecek dört yılını belirlediğini söyleyebiliriz. Temel politikaları ‘bağımsızlık’ yönünde olsa da, bu seçimde DPP’yi başarıya götüren en temel husus, halkın -yukarıda zikredilen- anlayışına karşılık gelecek bir söylem geliştirmiş olmasıdır. Bu bağlamda Tsai Ing-wen’in seçim arefesinde “Çin’le ilişkilerde statükonun devamından yanayız” şeklindeki açıklamaları, hem seçmene hem de Çin Ana Kıtası’ndaki yönetiminin kaygılarını gidermeye yönelik bir işlev gördü.
Bu çerçevede, seçim sonrasında Tayvan’ı nasıl bir yönetim bekliyor sorusu gündeme gelecektir. Tsai, partisinin temel siyasal yaklaşımı olan ‘bağımsızlıkçılık’ olgusunu açıkça dillendirmeyeceği düşünülebilir. Bunun rasyonel nedenleri arasında Doğu ve Güneydoğu Asya’da özellikle teritoryal haklar meselesinden kaynaklanan gerginlikler kadar, küresel gelişmelerin de rolü var. Bu bağlamda, Tsai ve DPP’nin Çin Ana Kıtası’ndaki yönetimi açıkça karşısına alacak bir söylem geliştirmesinin fayda yerine, Tayvan halkı üzerinde olumsuz etkileri olacak bir sürecin doğmasına yol açacaktır. Kaldı ki, siyasi olarak tanımamakla birlikte, Tayvan’ın özellikle ticari ve ekonomik bağlılıkları ve bu noktada küresel açılımlarına destek veren ABD’nin de, Tsai ve DPP üzerinde bir tür ‘kontrol mekanizması’ kurarak, Çin’le ilişkilerde bir dış aktör olarak ‘yapıcı’ rol oynayacaktır. Bununla birlikte, ABD’nin Tayvan’ın TPPA’ya başvuru sürecini hızlandırabilecek bir mekanizmayı da işletebileceği son derece makul bir yol olacaktır.
Son dönemde Tayvan-Çin yakınlaşmasında Çin’in avantajına olduğu ifade edilen ticari ve ekonomik etkileşimlerin Tayvan lehine dengeli bir boyuta taşınması yönünde bir irade ve bunun pratikte yansımalarına tanık olunacaktır. Tabii, Tayvan Çin’le ilişkilerini yeniden yapılaştırırken, ekonomik durgunluğa çare bulmaya çalışacak. Bunun yolu da, her ne kadar kısa sürede sonuçlanması mümkün gözükmese de, Trans-Pasifik İşbirliği Anlaşması’na (TPPA) katılma yönünde bir eğilim ağırlık kazanacak. Tayvan’ın, 1980’lerin sonlarından itibaren ‘Asya Kaplanları’ adıyla anılan ülkeler arasında yer alması, TPPA gibi sadece bölgesel değil, küresel çapta ses getirebilecek ticari ve yatırım ilişkilerinde önemli bir aktör olmasını sağlayabilir. Ancak bunun için Tayvan’ın başvuru, üye ülkelerle anlaşmalar ve adaptasyon gibi süreçleri beklemesi gerekecek.
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/352685/tayvanda-secim-sonrasi-muhtemel-gelismeler