Mehmet Özay
12 Aralık 2013
Tayland’da ‘muhalefet faşizmi’ yaşanıyor… Thaksin Shinawatra ile birlikte ülkenin geniş kesimlerinin politika süreçlerine aktif katılımlarının gündeme gelmesiyle kurulu düzende denge kaymaları başgöstermişti. Bu nedenle, bugün ülkede iktidara oynayan güçler arasında mücadelenin bugün Thaksin Shinawatra üzerinden yürütüldüğü apaşikâr ortada.
Kasım ayı ortalarında Parlamento’da kabul edilen ve sadece Thaksin’i değil, 2010’da yılı Nisan ve Mayıs aylarında Kırmızı Gömlekliler’in, yani Thaksin yanlıların düzenlediği gösterilerde yaklaşık 90 kişinin ölümüne neden olan yetkilileri de ‘aklayan’ Anayasal düzenlemelere rağmen, muhalefet gücünü ortaya koymaya başladı. Yingluck Shinawatra’nın başında olduğu hükümet, bu yasa ile sadece abisi Thaksin’i değil, yukarıda zikredilen sorumluların da ‘affına’ neden olan yasa ile aslında bir tür toplumsal barış çağrısında bulunuyordu. Ancak bu toplumsal barış çağrısı öyle bir geri tepdi ki, muhalefet artık ‘Shinawatra’ ailesini değil hükümette kalmasını, ülkedeki varlıklarına dahi tahammül gösteremiyor… Muhalefetin Shinawatra ailesi için tek ifadesi ‘ülkeyi terk edin’ oldu.
Hükümet, bahsi geçen yasayı geri çekse de, muhalefet anayasal düzenlemelerin ucunun Thaksin’in ülkeye dönüşünün önünü açacağı gerekçesiyle günbegün etkisini artıran dev gösterilerle Hükümeti çalışamaz hale getirdi. Başbakan ve Thaksin’in kızkardeşi Yingluck, ilk haftalarda direnç göstermekte kararlı olduğunu ortaya koysa da, öncelikle ‘kan dökülmemesi’ adına polis ve orduyu harekete geçirmedi. Uluslararası bir kanala veridiği röportajda, Yingluck’ın “Niçin terk edeyim ki! Demokratik yollarla seçildim.” derken yüz ifadelerinden krizi yönetmekte epeyce zorlandığı okunuyordu.
Görüştüğümüz kimi Taylandlıların da ifade ettiği üzere Yingluck, abisinin tavsiyeleri doğrultusunda iki buçuk yıla varan iktidarı sürecinde ‘orduyu kendisine’ bağlamıştı çoktan. En azından şimdilik öyle bir görüntü olduğu da ortadaydı… Ancak ordunun Yingluck’a bağlı olmakla birlikte kamuoyu önünde ‘tarafsız’ kimliği ile durması da onlar açısından izlenmesi gereken bir politikaydı… Bu noktada, referanslar Kral’ın nasıl bir tepki vereceğini gösteriyordu. Biz de son yazımızı Kral nasıl tepki verecek diyerek bitirmiştik
Yingluck, böylece genel kamuoyun önünde meşru bir zeminde duracağını ve gösterilerin bir süre sonra etkisini yitireceği düşüncesindeydi. Aslında Yingluck bu noktada polis ve askeri devreye sokmayarak, toplumsal barışın tesisi adına ikinci defa muhalefete ‘barış çubuğu’ uzatıyordu… Bu anlamda, göstericilerin Başbakanlık konutu bahçesine girişine izin verilmesi sembolik bir zaferdi o kadar… Gözlemciler polis ve askerin müdahale etmemesi üzerine, kapalı kapılar ardında görüşmelerin sürdüğü ve gösterilerin bir süre sonra etkisini yitireceği görüşündeydi… Halbuki böyle olmadı. Bu noktada kırılma noktası ise, yaşlılık ve hastalık nedeniyle, bırakın ülke yönetimine müdahil olmayı kendi gündelik aktivitelerini bile yerine getiremeyen Kral Bhumibol Adulyade’nin doğum yıldönümü oldu. Doğum günü bile tek başına bir müdahale olarak okunabilir… Ancak hem içerde hem dışarda herkesi yanıltan bir müdahale oldu bu…
Kutsal renk sarılara bürünmüş olan Kral eline tutuşturulan metni okurken, yaşam direncini ne kadar yitirdiği de dünya kamuoyuna yansıyordu. ‘Sulh’ çağrısı yapması aslında Taylandlıların yarı Tanrı olarak kabul ettikleri Krallarından beklenen en doğal tepkiydi. Tayland’da son bir ayda olup biten öyle kolay bir sulhla hallolunacak gibi değil… Bu, tüm taraflarıyla ülkede rejimin dönüşümüyle doğrudan ilintili bir süreç. Yoksa mevcut hükümetin şu veya bu anayasa maddesini değiştirip değiştirmemesiyle alâkalı değil…
Aslında Yingluck ve hükümetin meşruiyet zeminini kaybetmeye başladığı an, gösterilerin organizatörü olarak öne çıkan Suthep Thaugsuban’ın savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına rağmen hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmamış olmasıydı… Oysa, Suthep, Başkan Yardımcılığını yürüttüğü Demokrat Parti’den bile istifa etmişti. Suthep’in başkanlığında yürütülen dev gösterilere ara verilmesi aslında tastamam dini bir ritual olarak algılanan ve pratikte karşılığını bulan Kral’ın doğum günü kutlamalarıydı. Krala saygının ötesinde bir durumdu ve bu ülke siyasal yaşamına damgasını vuran gelişmelerin de önüne geçmesini yadırgamamak lazım… Bu ritual öncesinde Suthep mesajını vermiş ve birkaç gün sonra gösterilerin kaldığı yerden başlayacağını taraftarlarına duyurmuştu… Aslında Suthep’in ülke gündemini belirlemede yarı Tanrı Kral’dan da öte bir rol üstlendiği gözlerden kaçmıyor. Kral’ın sulh çağrısı iki güne sığdı sadece…
Yaşlı ve güçsüz Kral sarayında (hastanede aslında) yalnızlığa terk edilirken ve de varisleri henüz Bangkok’un sıcak siyasetinde rol alma cesaretini gösterememişken, ülke siyaseti önemli bir evreye doğru gidiyor. Muhalefet, Shinawatra ailesini istemiyor… Yabancı muhabirlerin ‘Tamam işte istediğinizi aldınız… Demokratik olarak seçilmiş Başbakan Yingluck, hükümeti lağv etti… İki ay içinde seçime gidiyor. Daha ne istiyorsunuz?” sorusuna göstericiler, ‘Hayır yetmez… Biz demokratik yollarla da seçilmiş olsa ‘yolsuzluklara bulaşmış’ bu ailenin ülkeyi yönetmesini kabul etmiyoruz” diyorlardı. Ortada ciddi bir sorun olduğuna kuşku yok… Hangi demokratik kurumlar, hangi yasal zeminde yolsuzluklarla mücadele yapıldığını anlamak ve anlamlandırmak pek de mümkün gözükmüyor. Ortada rakip siyasi partiler arası bir demokrasi yarışı değil, rejimin meşruiyeti sorunu var. Bir yanda seçilmiş bir hükümet, öte yanda ‘Demokratik Halk Reform Komitesi’nce çoktan kurulmuş ‘halk hükümeti’. Birincisi tüm eksikliklerine ragmen, ülkede mevcut anayasal kurumlar çerçevesinde varlığını sürdürüyor(du). İkincisi ise hiçbir yasalar bağlamında meşru bir karşılığı olmayan bir sürecin izi. Öy
le ki, muhalefet kendi ‘gönüllü güvenlik güçlerini’, ’hükümet etme vasfında merkezi komitesi’ni kurmuş durumda. 2006 yılında Thanksin iktidardan düşürülürken bile ortada bir ‘ordu’ gerçeği vardı…
Buraya nereden gelindi? İş dünyasında kazandığı ekonomik gücünü Bangkok siyasi çevrelerinde meşruiyet aralığı olarak değerlendirerek bunu siyasi güce devşirmeyi başaran Thaksin 2000 yılında Pheu Thai Partisi’nin lideri olarak Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla, bir anlamda darbeler ülkesi olarak da adlandırılabilecek Thailand’da sivil yönetime geçişin adı olarak da siyasi tarihde yerini almıştı. Bununla birlikte, ülke yönetiminde başat bir unsur olmuş veya yönetim süreçlerinde söz sahibi olmuş monarşi, elitler, ordu ve polis gibi kökleşmiş siyasi yapılar karşısında, toplumun başta kırsaldaki sosyo-ekonomik anlamda görece geri kalmış kesimleri değil, giderek şehirlerdeki yeni orta sınıfları da içine alan bir sivil yönelim olarak ortaya çıkmıştı.
Thaksin, monarşi yanlılarının darbe girişimiyle 2006 yılında iktidarını ‘geçici’ olarak kaybederken, kızkardeşi Yingluck’un 2011’de başlayan Başbakanlığı ile farklı bir güç evrimine konu oldu. Thaksin’in siyasi mirası üzerinden yürüyen mevcut hükümet, Thaksin’i ‘aklamaya’ yönelik çabası sonuçsuz kaldığı gibi, merkez güçlere karşı Thaksinler eliyle yürütülen muhalefetin de geleceği tartışmalı hale geldi. Gösterilerin arkasındaki gücün, diğer güç odaklarıyla birleşmesi halinde Shinawatra ailesinin siyasi yaşamı sona erebilir. Demokratik Halk Reform Komitesi’nin bunu başarabilmesi için kuşkusuz ki ordunun yeşil ışık yakması kadar, Anayasa Mahkemesi’nin de desteğini almak durumunda. Bu süreçler işlerse, Shinawatra’ların devrilmesinde şimdilik pek sorun olmayacak. Peki ya “Shinawatra siyasetine” destek veren kitlelerin talepleri ne olacak?
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/282987/tayland-ve-demokrasi