61 yaşındaki Thaksin’in Dubai’de sürgünde olmasına rağmen, ülke siyasetindeki ağırlığı uzunca bir süredir hissediliyor. Bu bağlamda 3 Temmuz’da yapılacak parlamento seçimlerine 43 yaşındaki kızkardeşi Yingluck Shinawatra’yı hazırladı. Bu girişim aynı zamanda, Tayland siyaset tarihinde bir ilk olma özelliği taşırken, Yingluck’un başbakanlığa seçilmesi halinde ülkenin ilk kadın başbakanı olacak. Tayland Muhalefetinin önde gelen partisi Pheu Thai’nin adayı olarak seçimlere katılan Yingluck’un, bir anlamda “siyasi intikam”a hazırlandığını söylemek hiç de zorlama bir değerlendirme olmaz. Şayet yeni bir askeri darbe gündeme gelmezse Tayland’da hükümetin başında her ne kadar Yingluck görülecekse de, perde arkasında dizginleri elinde tutan Thaksin olacak. Başbakanlık için yarışacak adaylardan biri 2006 yılı askeri darbesinin mimarı General Sonthi Boonvaratkalin olacak. Şaşıracaksınız, ancak gerçek şu ki Sayın Boonvaratkalin Tay ordusunda Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselen Müslüman kökenli ilk asker olma vasfını da taşıyor. Darbeci darbecidir, milliyeti, aidiyeti, dini olmaz diyebiliriz! Darbeci general, Matushum Partisi’nin başında seçime girerken, bir anlamda Güneydoğu Asya ordu mensuplarının emeklilik sonrası güç ve kontrol mekanizmasına bağımlılıklarının en yeni örneği olarak siyaset arenasında yer alıyor.
Ülkede darbe olgusu yeni değil. 9 Haziran 1946 tarihinden bugüne kadar tahtta bulunan ve 9. Rama unvanıyla da tanınan Kral Bhumibol Adulyadej yukarıda dile getirilen yarı-Tanrı figürü kadar, elbette ki bunun doğal sonucu olarak siyasi dokunulmazlığı onun bir anlamda ‘tek adam’ yapmaya yetiyor. Öyle ki, Kral’a yönelik eleştiri onbeş yıldan başlıyor. 1990’lı yıllarda ülkenin sözde demokrasiye geçişindeki işleviyle de tanınan Kral, bu anlamda da ülkenin tek karar mercii konumunda olduğu yorumlarını hak ediyor. Bu süreçte ordunun rolü nedir diye sormaya hacet yok elbette. Ordu mevcut monarşik iktidar manivelası durumunda. Öyle ki, Thaksin’e yapılan darbenin ilk olmadığı, Kral’ın altmış yılı aşkın monarşik yönetimi altında toplam onyedi darbenin gerçekleştirildiği biliniyor. Burada önümüzdeki Pazar günü yapılacak seçimleri çok daha ilginç ve önemli kılan bir diğer hususu çıkarsamak mümkün. Daha önceki devrik Başbakanlar arkalarında halk desteği olmadığından soluğu sürgünde alıp siyasi hayatlarına son verirken, Thaksin, geçen dört yıl boyunca Dubai’den mesajlar göndermeye devam ediyor. Yani “Thaksin’in Köylü Hareketi Monarşi’ye Karşı” oyununun ikinci raundu Pazar günü görülecek. 22 ülkeden gelen yaklaşık altmış kişilik bağımsız gözlemci grubu Tayland seçimlerini yakından izlemek üzere ülkede bulunuyor.
2001-2006 yılları arasındaki Başbakanlığı döneminde yolsuzluk suçlaması ile 2006 yılı 19 Eylül’ünde askeri darbe ile Thaksin iktidardan edilirken, partisi de kapatılmış ve ardından iki yıl süreyle Ulusal Güvenlik Konseyi görev yapmıştı. Thaksin’in görevden alınması, adına demokrasi denilen bu siyasal mücadalede sivil kanadın ilk temsilcisi olarak ortaya çıkan bir siyasi figüre karşı “derin” güçlerin müdahelesinin bir sonucuydu. Bu süreçte monarşi, elitler ve ordu kendilerini temsil edecek bir isim bulmakta gecikmediler ve 2008 yılında Demokrat Parti başkanı İngiltere doğumlu ve Cambridge eğitimli Abhisit Vejjajiva Başbakan olarak göreve başladı. Bu bile tek başına, ülke elitlerinin halka ne kadar yabancılaştıklarının sembolik bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Darbeyle sonuçlanan süreçte monarşi destekçilerinden oluşan “Sarı Tişörtlüler” sokak gösterileri ile Thaksin’in görevden alınmasında üstlerine düşen görevi icra etmişlerdi. Aradan geçen yaklaşık beş yıllık dönemde genelde Thaksin’in memleketi olan kuzeydoğu Tayland’dan gelen taraftarlarının kırmızı tişört giymelerinden hareketle “Kırmızı Tişörtlüler” hareketi ülke siyasetini sürekli sıcak tutan eylemlerle ülke gündemine damgasını vurmuştu. Özellikle 2010 yılı Mayıs ayında başkent Bangkok’da iki ay süren, Parlemonto binasının kuşatılması ve ASEAN toplantısının iptaline kadar giren şiddet olayların sonucu ordunun müdahelesiyle doksan kişi hayatını kaybetmiş, ancak birkaç ay önce yeniden gündeme gelmeye başlamışlardı. Pazar günü yapılacak seçimler öncesinde siyasi barometre de facto lideri olduğu muhalif hareketin önde olduğunu göstermesi Tayland derin güçlerinin harekete geçmesi için yeterli bir neden olduğu da gözlemcilerin paylaştığı bir diğer husus. Bu olasılık, Kırmızı Tişörtlüler’in bir kez daha güvenlik güçleri ile karşı karşı geleceği anlamı taşıyor. Müdahale olmaması durumunda Thaksin’in kızkardeşinin kazanacağı seçimleri engellemeye yönelik girişimlerden bahsedilmiyor değil. Bu bağlamda bir süredir Tayland-Kamboçya sınırında yaşanan silahlı çatışmalar bahane edilse de ordu generali ve Başbakan Abhisit böylesi bir girişimi yalanlıyor. Seçimlerin sonuçları kadar, seçim akabinde monarşik yapıda ortaya çıkacak olası değişiklikler de ülkenin siyasi geleceğine damga vuracak nitelikte. Örneğin, bir süredir ağır hasta olan 83 yaşındaki kral’ın vefatı yeni kralın tahtta çıkması ve yeni politikalar anlamına gelebilir. Öyle ki, monarşi içerisinde ülkenin küresel siyasi gelişmeler dolayımın
da demokratikleşme çabalarına sıcak bakan isimlerin olduğu da biliniyor. Böylece kralın vefatı, ülkede monarşik yapının halka bakışında önemli değişiklikleri de beraberinde getireceğini öngörmek Güneydoğu Asya bağlamında, bölge ülkelerindeki “demir eller”in hayatlarını yitirmesinin ardından ortaya çıkan politik gerçeklikle örtüşecektir.
Tayland’da yaşanan sosyal ve siyasal çalkantının nedenleri nedir diye baktığımızda sorunun yakın geçmişte, 1997 yılında yaşanan Asya krizine kadar geri gittiği görülüyor. Yaşanan krizle ülkenin geniş kitlelerinin ekonomik yoksunlukla karşı karşıya kalmaları, yarı-Tanrı konumunda görülen Kral’ın müdahalesini gerektirmiş ve ülkenin dört bir yanına yaptığı gezilerle köylülere içinde bulundukları yoksunlukla mücadelede Budist öğretisini hedef göstererek bir anlamda “kaderleri” ile yaşamayı öğrenmelerini telkin etmişti. Ancak bir medya devi olan Thaksin 2000 yılında yapılan seçimlerde Başbakanlığa gelişi öncesinde yoksul halkın modern anlamda kalkınma sürecini tecrübe edebileceğini ve buna muktedir oldukları şeklinde özetlenebilecek “bilinç aşılaması” ile kitleleri arkasına takmayı başarmıştı. Ancak ülkede ortaya çıkan bu durum, her ne kadar Tayland toplumsal eşitsizlikler anlamında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alsa da, sıradan bir varsıl–yoksul hikâyesi değil. Yukarıda değindiğimiz gibi yarı-Tanrı konumundaki Kral ve mahiyeti ile geniş halk kitleleri arasında kurulan hiyerarşik ilişkinin tümden “alabora” olması anlamını taşıması dolayısıyla halkın yaşam görüşleri ile doğrudan ilintili. Bu anlamda, Thaksin hareketini “modern bir köylü hareketi” olarak tanımlayabiliriz. Monarşik yapının varlığı ve bunun destekçileri ordu ve elit zümre kendi iktidarıın ülkede hakim kılma arzusu güderken, sürekli ezilen kırsal bölge ve az gelirli şehirlilerin ümit ışığını son yıllarda Thaksin’de buluyor. Bu nedenle ülke siyaseti sıradan bir Parlamento seçimi olmanın ötesinde kökleri geçmişe dayanan sosyal zümrelerin bir çatışması şeklinde tezahür ediyor. Bu hareketin gücünü takdir etmek için 67 milyonluk ülkenin yaklaşık %70’inin kırsal bölgede yaşadığını söylememiz kafi. Bunun yanı sıra, kalkınma önceliklerinin şehir odaklı olarak gerçeklemesiyle kırsal yerleşimlerin gözardı edilmesi kırsal halkı sarıp sarmalayan bugünkü sosyo-ekonomik kırılma gerçekliğini ortaya koyuyor.
Thaksin’in gücü sadece iletişim dünyasında dev bir isim olmasından gelmiyor. Ekonomik geri kalmışlığın kulvarında yaşayan ve kendilerine Budist felsefesi uyarınca ‘kanaatkâr’ olmaları tavsiye edilen köylü ve üretimci kitleler ile varsıl kesimler arasındaki uçurumun en yoğun yaşandığı ülkelerden biri olan Tayland 2000 yılında Thaksin ile “toplumsal kadere” bir son verme olanağı buldu. Sahip olduğu medya gücünü de arkasanı alarak yarı-Tanrı kabul edilen Kral’a bağlılıkları ile bilinen kitleleri yanına çekmeyi başaran Thaksin’e karşı yolsuzluk başta olmak üzere karalama kampanyaları başlamakta gecikmedi. Daha iktidarının birinci yılında bizzat Kral’ın bir konuşmasında “payını alan” Thaksin’e karşı siyasi girişimlerin kökeninde ülkenin toplum yapısı ile oynaması geldiği görülüyor. Yani hiyerarşik toplumsal yapının “anadamar ilişkilerinin” kırılmasına yönelik bir çabaydı Thaksin’in öngördüğü. Nedeni de, sıradan insanların da kendisi gibi müteşebbisci ve dolayısıyla varsıl bir konuma ulaşabileceğini yoksul kitlelere ilham etmesiydi. Bir yanda dini-geleneksel hiyerarşik yapının hakimiyeti ile öte yanda eşitlikçi ve özgürlükçü bir sosyo-ekonomik kalkınma girişimi.
Bu seçimleri önemli kılan unsurların biri de ülkenin güneyinde Malay Müslümanların yaşadığı ve tarihte Patani Sultanlığı’nın hüküm sürdüğü bölgenin konumu geliyor. Uzunca bir süredir, özgürlükçü hareket ile Tayland ordusu arasında sıcak çatışmalara konu olan bölge seçimler dolayısıyla kimi partilerin doğrudan ilgi alanına girdiği görülüyor. Bunlar arasında Thaksin’in kardeşi Yingluck ve mevcut başbakan Abhisit bölgeyi ziyaret etti. Abhisit, bölgeyle ilgili bugüne kadarki politikalarda “genişlemeye” gidileceği sinyalini vermekle birlikte, bölge halkının otonom taleplerinin mümkün olmadığını söylemekten de geri kalmadı. Öte yandan, Yingluck bölgeyi bizzat ziyaret ederek iktidara gelmesi halinde özerk yönetim vereceği vaadinde bulunması bir anda Malay azınlığın siyasette odak haline gelmesine neden oldu. Ancak, böylesi bir siyasi açılıma ne Monarşi’nin ne de ordunun onay vermesi mümkün gözükmüyor, en azından şimdilik böyle bir şey söylemek mümkün değil. Öte yandan, Ulusal Devrimci Cephe (BRN), Patani Birleşik Özgürlük Hareketi’nin (PULO) oluşturduğu Patani Hareketi liderleri, başbakan adayı Yingluck’un bu siyasi çıkışına olumlu tepki veryior. Yingluck’un bu siyasi çıkışında, Güneydoğu Asya ve Hint Okyanusu’nu çevreleyen bölgelerdeki özgürlükçü hareketler ile merkezi hükümetler arasında süren çatışmaların barışla sonuçlandırılmasına verdiği ilhamla Açe Barışı göz ardı edilemez. Tayland, tarihsel olarak sınır kabul edilebilecek Açe’deki gelişmelerden bihaber değil. Ancak Patani’de benzeri bir barış girişiminin sonuçlandırılabilmesi için uluslararası aktörlerin de bizzat içinde yer alacağı bir oluşuma ihtiyaç olduğunu da kaçınılmaz bir gerçek. Yani, Patani sorunu sadece Tayland iç sorunu olarak algılanması ve bu nedenle gerek Müslüman dünyadan gerekse Batılı insan hakları kurum ve kuruluşlarının dışarıda durmayı yeğleyebilecekleri kadar basit değil. Tarihi kökenleri itibarıyle ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde bu husus açık seçik kendini ortaya koymaktadır. Aksi takdirde, kendi Budist-Tay halkına zulüm uygulamaktan geri kalmayan bir yönetim %3, bir başka ifadeyle 1.7 milyonluk azınlık grubunu oluşturan Müslüman Malayların sorunlarını çözmek için kendiliğinden bir girişimde bulunmayacaktır.
Patani özgürlük mücadelesi, Tayland’ın güneyinde Malezya sınırındaki Yala, Patani, Narathiwat ve Satun adlı dört eyalet Müslüman Malay azınlığın yaşadığı yer olarak biliniyor. Bunlardan Satun, Tay asimilasyonuna en yoğun maruz kalan bölge ve bu bağlamda bu bölgede özgürlük hareketinden söz etmek artık pek mümkün değil. Bugüne kadar, ne İslam dünyasından ne de batılı kuruluşların savaşı sona erdirme konusundaki müdahaleleri olumlu sonuç vermezken, bölge halkının yaşam koşulları arzu edilebilir düzeyde değil. Bu bağlamda sıcak çatışmaların görülmediği şehirler de bile özellikle eğitim sağlık gibi alanlarda altyapı yetersizlikleri dikkat çekiyor. Bugün gelinen noktada, Tay siyasetinin öncü aktörlerinin bölgeye yönelik yeni politikalar geliştirme eşiğinde oldukları bu dönemde, İslam camiasından ve Batılı kurum ve kuruluşlardan yani kısacası uluslararası çevrelerin ASEAN ile işbirliği yaparak Müslüman Malayların onyılları bulan siyasi ve toplumsal taleplerinin hayata geçirilebilmesinin olanaklarını gerçekleştirme yönünde adım atmaları gerekiyor. Reformdan yana dem vuranlar için alın size “turnusol kağıdı”. Reform kapalı kapılar ardında çıkar grupları ile kotarılacak bir olgu değil, aksine kendi yurdunda azınlık ve mazlum konumundaki halkların sorunlarına kalıcı çözüm bulmakla gerçekleştirilir. Tayland siyaseti böylesi bir fırsat sizlere sunuyor…
Güneydoğu Asya seçimleri sonuçları itibarıyla, sadece seçimlerin yapıldığı tekil ülkeler ile sınırlı değil. ASEAN’ın varlığı ve hedefleri doğrultusunda birliğin dünyanın bu bölgesinde demokrasi ve barışı hakim kılacak insan haklar
ı değerleri ile bütünleşmiş bir sivil toplumu hayata geçirecek politikaların başarısı ya da başarısızlığı anlamı da taşıyor. Bununla birlikte, bölge ülkelerinde ordunun siyaset ve ekonomi üzerindeki halihazırdaki hakim gücü dikkate alındığında, ASEAN’ın örnek aldığı Avrupa Birliği modelinin bölge ülkelerine şimdilik oldukça bol geldiğini ortaya koyuyor. Öte yandan, Tayland’da “demokrasiye evet” denmesi halinde, bu gelişme sadece Tay halkının sosyo-ekonomik refahı yolunda atılacak bir adım olmanın ötesinde, ASEAN içerisinde önemli bir rolü ve mevkii bulunan Tayland’ın birliğin bölgede kurmayı amaçladığı demokratikleşme ve akabinde ekonomik refahın yaygınlaştırılması argümanlarına ciddi bir destek anlamı taşıyacağına kuşku yok.
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=165202&q=mehmet+%C3%B6zay