Mehmet Özay                                                                                              15.04.2021

Max Weber ve Werner Sombart Alman düşünce geleneğinin izini süren iki sosyal bilimcidir. Bu anlamda, bu iki ismi birbirine yakınlaştıran olgular dönemdaş olmaları ve yakın arkadaşlıkları kadar, ele aldıkları konuların benzerliğinde de kendini gösterir.

Her ikisi de, dönemin yani, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarının en önemli konusu olan burjuvazi, kapitalizm, endüstrileşme, gibi konular çerçevesinde görüşler ortaya koydular. Temel itibarıyla modernleşmeye tekabül eden bu ve benzeri kavramları belirleyen, gündeme taşıyan olguların kaynağına inme düşüncesi, onları tarihi verileri titizlikle kullanmaya sevk etti. Böylece, benzerliklerinin metodoloji alanında da kendini ortaya koyduğu görülür.

Tarihe ve/ya tarihi değişim süreçlerine yapılan sondaj, aslında farklı zamansallıklarda bir devamlılık olgusunun varlığına işaret eder. Bu durum, bir anlamda Fernand Braudel ve Immanuel Wallerstein’in belirttiği üzere, geçmişte toplumsal hadiselerin özünü oluşturan olguların yaşanan bugünün dünyasının da önemli bir ögesi olabileceğini akla getirir.

Bu iki sosyal bilimciyi bir önceki neslin sosyal düşünürü ve aktivisti/ideologu Karl Marx’a yaklaştıran aynı ya da benzer kavramlar olması şaşırtıcı değil. Marx, 18. yüzyıldaki örneğin Adam Smith, Adam Ferguson gibi burjuvazi ekonomistlerinin, Avrupa’da değişen ekonomi-politiğin kavramları olarak kapitalizm, endüstrileşme, sınıf, sivil toplum vb. olgularını devr alır ve 19. yüzyıla taşıyordu.

Böylece, Avrupa coğrafyasında değişimin başat bir olgu olduğu toplumsal süreçlerin giderek yaygınlaşmasının bir sonucu olarak, modernleşme ve bunun karşılığı ekonomi alanındaki karşılığı olan kapitalizm, 19. yüzyıl sonlarında bugün adı daha çok öne çıkan Weber’in değil, aynı zamanda Sombart’ın ilgi alanına girmesi Karl Marx üzerinden olmuştur.

Bununla birlikte, Sombart Werner ne Weber gibi teorisi ve metodolojisiyle 20. yüzyılda giderek öne çıkan bir sosyal bilimci olmuş, ne de Marx gibi toplumu bizatihi değiştirmeye soyunan aktivistliği ve ideologluğu ile anılan bir siyaset bilimciye dönüşmüştür.

Sömürgecilik, din düşünce ve eğilimlerin dönüşümleri, endüstrileşmeyle gibi süreçlerle beraber, kapitalist ekonomik yapılaşmanın hakim olduğu Batı Avrupa toplumsal yapılarını anlamada, Weber ve Sombart’ın ortaya koydukları eserleri ekonomi-politiği önceller. Bu anlamda, örneğin Max Weber’in The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism adlı eseri, sosyoloji biliminin gelişmesinin yanı sıra, özellikle din ve iktisat sosyolojilerinin varlığını ortaya koyan, pekiştiren ve gelişimlerini hızlandıran etkileriyle dikkat çeker.

Öte yandan, Werner Sombart’ın kaleme aldığı diğer eserleri bir yana Der Moderne Kapitalismus (1902), Sozialismus und Soziale Bewegung, (1896) Das Proletariat (1906) gibi eserlerinin başlıkları bile, bize bu ve benzeri konuların sadece Marx’ın gündeminde olmadığını gösterir. Ve bu başlıkların doğrudan tekabül ettiği kavramlar ve toplumsal olgular, bizatihi kapitalist toplum yapılaşmasının unsurları olmaları dolayısıyla, her ne kadar Marx’tan etkilenmiş olsa da, Sombart gibi başka sosyal bilimciler  tarafından da yüzyılın dönümünde önemini ortaya koymaya devam ettiğini gösterir.

Söz konusu bu iki yakın dostun yani, Weber ve Sombart’ın ortaya koydukları bilimsel çalışmalarda onları buluşturan bazı unsurlardan bahsedilebilir. Kaleme aldıkları ve yukarıda dikkat çekilen eserlerine göz atıldığında, bunun görünür nedeninin capitalism olgusu olduğu söylenebilir. Temel itibarıyla bunda bir yanlışlık bulunmamaktadır.

Ancak bunun ardında, başka nedenler olup olmadığı sorgulanabilir. Özellikle, Max Weber rasyonalite (rationality) kavramı özelinde toplumsal olayları anlamaya önem veren bir sosyal bilimcidir. Bu noktada, Weber’in temel ilgisini ve/ya temel bir çalışma alanını ne ekonomi ne de din oluşturur. Aksine, Weber’i hukuktan sosyal bilimlerin bir başka alanına yani, iktisat’a çeken gelişme belki de, akademik yaşamda karşısına çıkan gelişigüzel bir ilgiydi. Ya da döneminin egemen sosyal düşüncesinin, Alman Tarih Okulu’nun başını çektiği ve ekonomiyi merkeze alan düşünce okulunun cazibesine kapılmış olabilir.

Werner Sombart ise, ekonomiye yönelik ilgisi aşikâr olmakla birlikte, zamanla bu incelemesinde ticaret dünyasına egemen olan mali işler ve ilişkilerin ötesinde, bu tür ilişkileri sürdüren ve yapılandıran belirli/somut bir toplumsal kesimin doğasına ve kimliğine yönelik ‘tesadüfi’ (accidental) bulgusuyla dikkat çeker. Sombart’ın bu çalışmasında, Weberyen düşüncede karşımıza çıkan “bir eylemin niyetlenilmemiş sonucu” olarak tesadüfen böylesi bir toplumsal gerçekliği keşfettiğini söyleyebiliriz. Burada Sombart’ın ekonomi ve özellikle de, kapitalizme bir inceleme konusu yapmaya Weber’den önce başlamasının ya da çalışmasını daha önce dönemin kamuoyuyla paylaştığını söylemek gerekir.

Aslında bu durum, bilimsel çalışmaların bilim insanının niyetli, kasıtlı yönü kadar dikkate alınmayan veya süreçte zuhur eden bazı olgular çerçevesinde çalışmasını yeniden yapılandırma çabasına tekabül eder. Tıpkı, pozitif yani fen bilimlerinde doğa veya laboratuar çalışmalarında tesadüflerin kendini ortaya koyduğu gibi…

Weber’in 1904 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı geziden kısa bir süre önce kaleme aldığı ve editörlerinden olduğu Archiv für socialwissenschaft und sozialpolitik’daki Protestan Etiği ve Kapitalizm Ruhu başlıklı makalesini geliştirmesinde, bu ziyaretindeki gözlemlerinin ve tanıklıklarının rolü bulunuyor. Kapitalizmin, Avrupa ile kıyaslanamayacak bir düzeye ulaştığı Amerika’da, çok farklı dini grupların varlığının yanı sıra, sekülerleşme yönelimlerinin Weber’de dini yapının, kapitalizmin rasyonal doğasını oluşturması kadar, bu yapının ondan ne denli bağımsızlaşabileceğini göstermiş olmalıdır.

Bu anlamda, yukarıda benzer ya da aynı komular üzerinde çalıştıklarını söylediğimiz Sombart ve Weber arasında bir etkileşime kuşku olmadığı gibi bunun ötesinde ve aynı zamanda birbirine meydan okuyan bir yaklaşım sergilediklerini de söylemek gerekir.

Bu çerçevede, Weber ‘Reform dönemi’ gelişmelerini merkeze alırken, Sombart ise Yahudi toplumu üzerinden çok daha uzun dönemleri içeren tarihi perspektifi ele almak suretiyle, Avrupa’da Yahudi toplumunun varlığı ve girdiği toplumsal ve ekonomik ilişkiler ağını ortaya koyan bir bağlamda görüşlerini açıklıyor. Her halükârda, her ikisinin çalışmalarında da, tarihsel ve dönemsel ilişkiler karşılaştırmalı olarak değerlendirildiği ortadadır.

Temelde ekonomik ilişkilerin varlığı olan ancak, bu ilişkilere zemin hazırlayan düşünce yapısı Weber ve Sombart’ta kavramsal düzeyde de ortaya konulur. Weber’in yukarıda dikkat çekilen eserinin başlığında da yer alan “the spirit of Capitalism” ile Sombart’ın çalışmasının ilgili yerlerinde dikkat çektiği “the Jewish spirit” kavramı, birbirine yakın ve aynı soruna yönelik olarak kullanılmıştır.

Sosyolojinin bir toplum inceleme bilimi olması onu tarihsel derinlikten uzaklaştırmadığını, aslında çıkış kaynağının tarihsel ilişkiler ve süreçler olduğunu ortaya koyar. Bunun en temel göstergelerinden biri de Max Weber ile adı, en azından diğer sosyologlar arasında geri plânda kalmış olan Werner Sombart’ın kapitalizmi konu alan çalışmalarında kendini ortaya koyar.

 

LEAVE A REPLY