İktidardaki Halkçı Parti (Awame League) tarafından ‘tek taraflı’ olarak karar verilen genel seçimlere birkaç gün kaldı. Muhalefet partileri, yani Bangladeş Ulusal Partisi (BNP) ile bu partinin en önemli seçim ortağı Cemaat-i İslami’nin yanı sıra, muhalefeti temsil eden diğer 16 parti, 5 Ocak’ta seçimleri boykot etme kararı aldı. Öte yandan, iktidar partisi ve koalisyon ortakları olan diğer 13 siyasi parti kendi aralarında yarışacak. Bu seçim fotoğrafı kuşkusuz ki ülkede adına demokratik temsil denilen süreci yansıtmayacak. Sürecin bu noktaya gelmesinde mevcut iktidarın seçim hükümeti kurulmaması konusundaki dayatması baş rol oynadı. İktidar dayatmanın da ötesine geçerek cezalandırma kampanyasıyla önce Cemaat-i İslami’yi, ardından BNP’nin önde gelen liderlerine yönelik tutuklama ve yargılamalara başladı. En son gelişmelerden biri ise, BNP lideri Begüm Halida Ziya’nın ev hapsine tabi tutulması oldu.

Bu durum, ülkenin kısa siyasi tarihinin son yirmi yılında ilk defa genel seçimler öncesinde ‘seçim hükümeti’ kurulmaması anlamına geliyor. Muhalefet partilerinin aylar öncesinde ‘seçim hükümeti’ kurulması yönünde tüm çabası hükümet nezdinde karşılık bulmadı. Ardından Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere makamlarının Halkçı Parti ve Ulusal Parti arasında arabulucu rolü oynamaları da sonuç vermedi. Aslında Şeyh Hasina ve hükümeti bu yıl yapılacak seçimlerin hazırlıklarına yıllar önce başlamışlardı. 2009 yılı başlarındaki seçimin ardından seçim kanunundaki değişiklikle ‘seçim hükümeti’ uygulamasına son verildi. Bu süreç, iktidar ile muhalefet arasında gerginliklerin yaşanmasına neden olurken, toplumsal kaos ve Cemaat-i İslamiye yönelik suçlamalar ve idam cezaları ile doruğa çıktı.

Bu noktada muhalefetin iki güçlü unsuru, Ulusal Parti ve Cemaat-i İslami’nin ne tür bir ittifak içerisinde yer aldıklarına değinilmeli. Ulusal Parti kamuoyu desteğiyle ‘öncü’ bir güç. Cemaat-i İslami ise sahip olduğu organizasyon yapısıyla destekçi görünümünde. Ulusal Parti, kuruluş özellikleri dikkate alındığında ordu kökenli yapılanmaların bir ürünü. Cemaat-i İslami ise ‘pür’ bir sivil hareket. Bugün, Cemaat-i İslami liderlerine yönelik karalama kampanyasının idamlara kadar uzanması karşısında BNP ne idamlara karşı çıkıyor ne de bu idamları onayan hükümete destek veriyor. Cemaat-i İslamiye’yi bu noktada açıkça desteklememesi, yargılamalar ve idamlar karşısında görece sessiz kalması partinin ‘kurucu kökleriyle’ bağlantılı. Bir de ülke medyasının %95’ini elinde tutan bir iktidar aygıtının şekillendirdiği toplumsal algı karşısında Cemaat-i İslami’yi açıktan desteklemenin seçmenleri nezdinde doğuracağı ‘faturayı’ hesap ediyor. Bu hususlar, BNP’nin yüksek sesle direniş göstermemesi ve Cemaat-i İslami’nin yanında yer almamasını kafi derecede açıklıyor. Öte yandan, hükümetin Cemaat-i İslami’yi ‘ortadan kaldırma’ projesine açıkça destek vermemesi de, her halükârda oldukça güçlü bir yapılanmaya sahip Cemaat-i İslami’nin ‘yumuşak’ gücüne kaçınılmaz ihtiyaçdan kaynaklanıyor.

Cemaat-i İslami vechesinde ise, parti tek başına siyasi gücü ele geçiremeyeceği gerekçesiyle BNP ile seçim ittifakı yapmaktan kaçınmadığı bir görüntü hakim. Argümanları da, ülkenin daha iyi yönetimi için mevcut siyasi erkin mutlaka değişmesi düşüncesine dayanıyor. Bu anlamda tedrici bir iyileşmeden yana tavrını bu seçim ittifakları ile kamuoyuna yansıtmaya çalışıyor. Cemaat-i İslami sözcülerinin mevcut sistemin meşruiyet sorunu olduğu yolundaki argümanı, seçim hükümetinin kurulmaması dolayısıyla iktidarın devlet mekanizmasında oynayabileceği roller, bir başka ifadeyle manipüle etme gücünden kaynaklanıyor. Ülkeyi yakından tanıyan kaynaklarımızın ifadesiyle, ‘seçim korsanlığı’ uygulanacak. Yani önceden hazırlanmış oy pusulaları seçimlerde belirleyici olacak.

Peki Bangladeş’i vuran siyasi ve toplumsal kaosu ülkenin iç işleri ile sınırlandırmak ve böylesi sığ bir değerlendirmeye tabi tutmak mümkün mü? Bu soruyu yönelttiğimiz Bangladeşli kimi aktivistlerin cevabı ‘hayır’. 160 milyonluk nüfusunun kahir ekseriyeti ‘Müslüman’ olan Bangladeş’in komşu ülkeleri arasında çoğunluğu Müslüman olan bir ülke bulunmuyor. Öte yandan, hemen yanı başında, Hindistan gibi küresel güç istidadı olduğu şüpheli de olsa, kimi bağlamlarda bölgesel gücü devşirme uğraşındaki bir ülkeye komşu olması dikkatlerin bir ölçüde bu ülkeye çekilmesini gerekli kılıyor.

Kimi gözlemciler, Hindistan Dışişleri Bakan yardımcısı Sujatha Singh’in yakın dönemde Bangladeş’i ziyaret ederek ülke iç politikasına müdahil olacak girişimlerde bulunduğunu ifade ediyor. Kaldı ki, Bangladeş politikası ülkenin ‘ulusal politikası’… Yani Hindistan’daki seçimlerde Kongre Partisi iktidarı değiştiğinde Bangladeş siyasetinde değişme olmayacak. Bu noktada Hindistan bir yandan bölgesel güç kazanımına odaklanırken, öte yandan demografik yapısı dikkate alındığında önemli bir tüketim piyasasına işaret eden Bangladeşi bir tür ‘sömürü’ aracına dönüştürmek istiyor. Yani hem siyasi, hem de ekonomik kazanım peşinde… Kaldı ki, bu ulusal dış politika, sadece Bangladeşle de sınırlı değil. Diğer komşu ülkeler Sri Lanka, Bhutan ve Nepal’e yönelik olarak da benzer şeyleri söylemek mümkün.

Hindistan’ın bugün oynamakta olduğu rol, dün oynadığı rolün devamı mahiyetinde. Hindistan, İngiliz sömürge yönetiminin bölgeden çekilmesinden sonra Doğu ve Batı Pakistan olarak ikiye ayrılan Müslümanların  çoğunlukta olduğu coğrafyanın bir kez daha bölünmesi konusunda elinden gelen çabayı göstermiş bir ülke olduğu hatırlandığında, son birkaç yılda Dakka siyasetindeki gelişmeleri yerli yerine oturtmak için geçmişe dönüp bakmak bir zorunluluk arz ediyor. Bu noktada, acaba Bangladeş akademyasında bir çabadan söz edilebilir mi diye sorulabilir. Bangladeş iktidar erkinin belirleyiciliği, akademisyenlerin bağımsız ve eleştirel çalışmalar yapmalarının önünü alıyor. Bu durum ülkenin modern tarihinin neredeyse anlaşılmasını imkânsız kılıyor ve resmi tarihe mahkum ediyor.

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, bugün Cemaat-i İslami adı verilen köklü ve de ‘yerli’ kuruma karşı başlatılan saldırının nedeni, 1970’deki adına ‘bağımsızlık savaşı’ denilen süreçte, o dönemki adıyla Batı Pakistan’dan ayrılmak istememelerine ve de Pakistan ordusuyla işbirliğine dayandırılıyor. Bu nedenledir ki, Cemaat-i İslami liderlerine yönelik gayri adil suçlamalar, yargılamalar ve idamları, ultra milliyetçi çevreler ‘ikinci bağımsızlık’ süreci olarak adlandırıyorlar. Söz konusu suçlamalara maruz bırakılan Cemaat-i İslami, sanki bağımsızlığın önünde engelmiş gibi gösteriliyor. Burada öncelikle, ‘bağımsızlık’ kavramının Bangladeş ve bölge Müslümanları için neye tekabül ettiği ve bu kavramın ‘üretim’ sürecinde hangi bölgesel ve uluslararası aktörlerin rol aldığı konusu es geçilemeyecek kadar belirleyici bir husus. Israrla ‘Müslüman’ diyoruz, çünkü bu bölge halkının kahir ekseriyeti tarihsel ve geleneksel anlamda bu ‘sosyo-dini’ yapının içinde yer alıyor. Bu gerçeği göz ardı ederek bölge gerçeklerine yaklaşmak, olsa olsa ideolojik miyoplukla tanımlanabilir…

Ancak aynı Cemaat-i İslami’nin liderlerinin, ülkenin kurucu babası ve bugünkü Başbakan Şeyh Hasina’nın biyolojik babası Şeyh Muciburrahman’ın 1970’deki Doğu-Batı Pakistan’daki seçimlerde en çok oyu alması karşısında, Batı Pakistan siyasi elitine ‘Bırakın Muciburrahman ülkeyi yönetsin’ önerisini güçlü bir şekilde dillendirmeleri ise atlanan önemli bir husus. Cemaat-i İslami’yi siyasi etik gereği, ülke ve bölge siyaseti içinde konumlandırmadan, Bangladeş yönetiminin ne yapmak isteğini ve bu yaptıklarının neye tekabül ettiğini anlamak mümkün değil.

Kaldı ki, Cemaat-i İslami liderlerine yöneltilen ‘savaş suçlusu’ yaftası da muğlak bir durum. Ancak kaynakların ve tanıkların ifadesine göre 1970’deki savaş Pakistan-Bangladeş orduları arasında gerçekleşmekten ziyade, Pakistan-Hindistan savaşı olarak kayıtlara geçmiştir. Bunun kanıtını ise, o dönem yapılan barış anlaşmalarına imza atan yetkililerin imzalarında görmek mümkün. Öte yandan, bir zamanlar ‘tu kaka’ kabul edilen, ancak ardından şartların değiştirilmesiyle bir ‘ulusal kahraman’a dönüştürülen babası Muciburrahman’ın siyasi mirasını devşiren bugünkü Başbakan Şeyh Hasina’nın uzun yıllar Hindistan’da yaşadığı dikkatlerden kaçırılmaması gereken hususlardan biri.

Bangladeş’in iç ve bölge siyasal yapısına dair özetle bunları söyledikten sonra, ülkenin kahir ekseriyetini oluşturan Müslüman kitleler hatırına şu hususa da değinmekte fayda var. Bangladeş, başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman olan ülkelerin siyasi ve sivil kesimlerince yakından izlenmesi gereken bir ülke. Ancak aradan geçen süreçte, Batı medyası bir yana, bu yönde özellikle de ilgili ülke medyalarının, Bangladeşdeki gelişmeleri ne kadar yakından izlediği ise kuşkulu. Batılı yayın organlarının devşirmeciliğinde yürütülen habercilik anlayışı sözde özgürlükçü, demokratik çevrelerin zaafiyetlerinin bir kez daha ortaya çıktığını göstermesi bakımından dikkat çekici. Bangladeş gibi dünyanın en yoksul ülkeleri sıralamasında başı çeken, yolsuzluklar konusunda araştırmalarıyla tanınan Uluslararası Şeffaflık Kurumu’nun yıllık raporlarında ilk üçte yer alan bir ülkeye insan hakları, demokrasi, kardeşlik, özgürlük gibi şatafatlı kavramları dillendirenlerin nasıl bir yaklaşım sergilediklerini ibretle izliyoruz. Ülke iktidarını oluşturan ve sol/sosyalist vb. kavramlarla yüklenmiş siyaset jargonu ile hareket eden Halkçı Parti (Awame League) ne insan hakları ne de sahiplendiği sol tandanslı kavramlar ve ideolojik çıkışları bağlamında ele alınıyor. Ülkenin yoksul kesimlerine hak, adalet vb. kavramların ‘ulaşması’ için faaliyet gösteren siyasi bir organ olmanın ötesinde toplumsal açılımları ile öne çıkan Cemaat-i İslami’ye yönelik ‘yakıştırmalar’ ise insafsızlığın ta kendisi denilecek boyutta. Bangladeş’i yazmaya devam edeceğiz…

 

http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/285241/secimler-oncesinde-bangladeste-son-durum

LEAVE A REPLY