Myanmar’da 8 Kasım’da yapılacak seçimlere az bir süre kala kampanya süreci devam ediyor. Verilen bilgilere göre doksanı aşkın parti, 6100 adayla seçimlere iştirak edecek. Kampanya sürecine koşut olarak Hükümetin bazı adımlar atmakta olduğu da dikkat çekiyor. Özellikle, bugüne kadar ağır aksak attığı adımlara yenilerini ekleyerek bu sürecin kendi lehine bir reform süreci olarak adlandırılma çabasına katkıda bulunmaya devam ediyor. Bununla birlikte kimi alanlarda da bugüne kadar geciktirdiği adımları yeni yeni atma emareleri gösteriyor. Ayrıca, 1990 yılındaki seçimlerin rövanşı olacağına kesin gözüyle bakılan bu genel seçimler öncesinde hazırlıkların bir yanında da Avrupa Birliği bulunuyor. Hatırlanacağı üzere 1980’lerin ikinci yarısındaki dev gösteriler sonrasında junta yönetiminin aldığı seçim kararının ardından 1990 yılında yapılan seçimleri ‘Ulusal Demokrasi Birliği’ (NLD) genel oyların %82’ini almış ancak, ordu yönetimi sivillere bırakmayı reddetmişti.
Yukarıda dile getirdiğim ilk alanla ilgili atılmakta olan adımları, siyasi suçluların bir bölümünün daha ceza evlerinden salıverilmeleri oluşturuyor. Adına siyasi suçlular denilen kategoriye giren kitlenin bir hukuk sürecine tabi olarak özgürlüklerine kavuşmalarından ziyade, dış baskıların dozajına bağlı olarak, hükümetin ‘özgürlükleri esnetme’ yaklaşımına tekabül eden bir yanı var.
İkinci alanın en başında gelen husus ise, ülkenin sınır boylarını teşkil eden dağlık bölgelerdeki etnik yapılarla olan çatışmaları sonlandırmaya matuf anlaşmalar geliyor. Özellikle son üç yıldır sürdürülen ‘yoğun’ müzakereler sonunda, aralarında Karen ve Shan bölgeleri bağımsızlığı için mücadele veren ve sayısı on beşi bulan belli gruplarla hem de yetmiş yıl gibi inanılması güç bir uzun dönem sonrasında anlaşmaların 15 Ekim’de imzalandığı dünya kamuoyuna duyuruldu. Bununla birlikte, ‘Kachin Bağımsızlık Ordusu’ gibi bölgenin önde gelen silahlı gruplarından biri de aralarında olmak üzere, henüz imzaya yanaşmayan gruplar da var. bu noktada hükümetin bu anlaşmaları duyuruş tarzına bakmak gerekir. Çünkü anlaşmaya imza atanlar, atmak üzere olanlar, atmayanlar gibi kategorilerin varlığı kadar, hükümetin “ülke genelinde” diye duyurduğu bir anlamda “toplu barış” yaklaşımı, sorunların kökten hallinden ziyade, hükümetin seçim hazırlığı noktasında bir çıkış olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Bu noktada Devlet Başkanı Theni Sein’in “anlaşma metni ortada, hazır olan imzalar” yaklaşımı ile Kachin grubunun bu sürece verdiği tepki de yukarıdaki düşünceyi destekler mahiyette. Bu yöndeki gelişmelerin pek de rasyonel olmayan yani, barışı yürütmekle yetkili organların ‘önce imza atsınlar, sonra görüşmeleri yapalım’ tarzı bir yaklaşımla ortaya çıkmaları oluyor. Bazı grupların, muhalefeti temsil eden NLD lideri Suu Kyi’nin ‘sözünü dinlemekte’ olduğu ve bu yönde barışa evet sinyali verdikleri biliniyor. Ancak, yıllar önce Suu Kyi ile hareket eden ve destek veren bu grupların, ona olan güveni yitirmeleri, sadece barış yolunda değil, Suu Kyi’nin liderlik hesaplarında da negatif haneye yazılan noktalar olarak dikkat çekiyor.
Tabii işin çatışma ve anlaşma vecheleri kadar, şu hususa da dikkat çekmekte fayda var. Ortada sürekli bir çatışma ortamından bahsetmek mümkün değil. Güneydoğu Asya’daki benzeri çatışma alanlarında da görüldüğü üzere, çatışan taraflar hani neredeyse içli dışlı oldukları bir ilişki türünü de çatışma sürecinin bir yanında sürdüregeliyorlar. Özellikle, çatışma bölgelerindeki çeşitli üst düzey ordu mensupları ile çatışmanın öte yakasındaki grup liderleri arasındaki etkileşimler biliniyor. Öyle ki, ortada savaş ortamında çıkar ilişkilerine dayalı bir tür sosyal ve ekonomik etkileşimin geliştirildiği görülür.
Zaten bir bölüm çatışma alanlarının on yıllarca sürüncemede ‘bırakılmalarının’ ardında da, bölgenin jeo-ekonomik ve de stratejik önemlerinin doğurduğu çıkar ilişkileri yatıyor. Örneğin, resmi devlet denetim mekanizmalarının görece az veya hiç olmadığı sınır boylarını çevreleyen alanlarda türlü uyuşturucu mamullerinin üretim-ulaştırma-piyasa-tütekim süreçlerinde rol alan aktörler bu çıkar oluşumlarının varlığının sadece bir göstergesidir. Özellikle bu sınır bölgeleri, sınırın her iki yakasındaki ilgili ülke topluluklarının gündelik yaşamın en sıradan emtialarının temimine kadar nüfuz eden bir ‘karaborsa’ dünyasının mekânı olmaklığıyla dikkat çeker. Ortada Myanmar gibi bir ülkenin ‘zenginliğinden’ bahsedeceksek yukarıda zikredilen bu özelliklerin de dikkate alınmasında fayda var. Nihayetinde ortada dönen bir çıkarlar silsilesi ve bunu güdümleyen oluşumların varlığı söz konusu.
Bir diğer önemli gelişme ise, seçim sürecinin izlenmesi hazırlığı oluşturuyor. Bu noktada, ASEAN içerisinde tanınırlık ve paylaşımı artırma adına yaklaşımlar dikkat çekiyor. Birliğin en büyük ülkesi olmakla kalmayan, demografik standartlar çerçevesinde, dünyanın üçüncü en büyük demokrasisi unvanıyla anılan Endonezya’ya gönderilen heyetlerle seçim sürecinin doğal akışının nasıl olacağına dair teknik çalışmalar yürütüldü ve yürütülüyor. Myanmar seçim komisyonu Endonezya’nın yolunu tutarken, Eylül ayında ülke seçim sisteminin ‘şeffaflığına’ halel getirecek bir başka gelişme yaşandı. O da milletvekili adaylarının 124’ünün başvurularının reddedilmesi oldu.
Ortada anlaşılır, makul ve de yasalara uygun neden/ler gösterilmemekle birlikte, bu grubun tamamına yakınının ülkenin değişik etnik gruplarına mensup adaylar ve üçte birinin de Müslüman olduğu bilgisine ulaşıldığında, Myanmar yönetiminin üstesinden gelmesi gereken gayet ciddi işler olduğu ortaya çıkıyor. Söz konusu bu adayların Ulusal Kalkınma ve Barış Partisi; Demokrasi ve İnsan Hakları Partisi; Ulusal Kalkınma ve Demokrasi Partisi; Ulusal Birlik Kongre Partisi ve bağımsız grubuna mensup olduğu belirtiliyor. Adaylardan birinin, yani Shwe Maung’un, 2010 yılında Arakan Eyaleti’nin Maugndan şehrine bağlı Buthidaung seçim bölgesinden parlamentoya girmiş milletvekili olması sürecin en azından bazı Müslüman gruplar aleyhine işletildiğini ortaya koyuyor. Ancak bu 124 adayın yasal haklarının çiğnenmesini bir başka gelişmeyle birlikte değerlendirmek gerekir. O da, resmi rakamlara göre ülkenin %4’ünü oluşturan Müslümanların temsil haklarının ellerinden alınmakta oluşu. Burma Irkçı Budistlerinin yaklaşımları neticesinde iktidardaki Birleşik Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) Müslüman adaylarından bazılarını elemek zorunda kalırken, Suu Kyi’nin lideri olduğu NLD ‘den ise tek bir Müslüman aday dahi gösterilmedi.
Öte yandan, Myanmar hükümetinin ‘serbest ve adil’ diye nitelediği seçimleri, Avrupalı gözlemciler tüm süreçleri izlemek üzere saha çalışmalarına başlamış durumda. Bu noktada, Avrupa Birliği’nden seçimleri izlemeye yönelik talebin kabul edilmesinin, hükümetin ülkede olup bitenlerin salt ülke siyasetinin değil, aksine gelişmelerin bölgesel ve de küresel etkileri olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Kağıt üzerinde bakıldığında bu gelişmelerin tümünün ülke demokrasisine şu veya bu şekilde bir katkıda bulunacağına kuşku yok.
Ancak, özellikle 2011’den bu yana adına reformcu denilen hükümetin aradan geçen birkaç yıl boyunca kendisinden beklenen adımları ağır aksak atma çabası sergilemesi, sadece ülkedeki onlarca etnik yapıya mensup kitleler nezdinde değil, Myanmar’dan ‘umutlu’ olan pek çok ülkeyi de sukut-u hayale uğrattığı da bir gerçek. Bu yakın geçmişe dair tecrübe ile 1990’daki seçimler öncesi verilen vaatler ve seçim sonrası uygulamalar arasındaki uçurum hatırlandığında yukarıda dile getirilen hazırlıkların bir süre sonra neye tekabül edeceği noktasında pek de aceleci davranılmaması gerektiğini ortaya koyuyor. Çünkü o dönem gelişmeler, NLD’nin Myanmar’da ‘hükümet’ etmek değil, tezat olacak şekilde kendi sonuna imza atması anlamına gelmişti. Yani cunta rejimi, seçim sonuçlarını tanımadığını belirterek, bir kez daha ülkeyi karanlık günlere sürükleme konusunda hiç de çekingen davranmamıştı.
Myanmar’daki gelişmeler sadece bu ülke özelinde değil, bölge için de kayda değer bir önem arz ediyor. Myanmar dediğimizde, neredeyse tüm modern dönem boyunca kendini dünyaya kapatmış ve bu sınırlılığını ülkeyi idare eden ordu ve kısmen sivil elitin ihtiyaçları çerçevesinde, o da belli ülkeler için gevşetilmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Bu uzun ve oldukça sıkıntılı siyasi dönemin geniş toplum kesimleri üzerinde bıraktığı olumsuz etkinin bir anda ortadan kalkması mümkün değil. Bu anlamda, orta vadede ülkenin kendine gelmesini sağlayacak bir sosyal-ekonomik ve kültürel rehabilitasyondan bahsedebiliriz. Peki bu süreçte Myanmar’ın yanında kimler yer alacak? Aslında bu soruya cevap yetiştirme çabası içerisinde olan pek çok ülkenin varlığından söz edebiliriz. Hemen yanı başındaki Çin ve Hindistan; Pasifiğin bu yanında Japonya ve öte yanında ABD; uluslararası arenada genişleme siyaseti izleyen Rusya; Hint-Çin’inde yüzyıllarca varlık sürmüş ve bölgeyi neredeyse her yönüyle oldukça iyi okuyabilen İngiltere, Fransa gibi ülkelerin yanı sıra, sadece hammadde arayışlarında değil, kendi ürettikleri mamülleri bölgenin genç nüfus zengini ülkelerine aktarma uğraşıyla bölge ülkelerinde varlık göstermelerine neden olan İskandinav ülkeleri ilk sırada geliyor. Tabii ASEAN içerisinde Singapur ve Malezya’nın bazı yatırımları olduğu da biliniyor. Az değil, ortada yetmiş milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz. Ve bu ülke dışa kapalılığına rağmen, öyle sıradan bir ülke de değil. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde Güneydoğu Asya bölgesinin ‘parlayan yıldızı’ olmaya aday bir ülkeydi. Tabii o dönemleri bilen ülkeler kadar, yakın ve orta vade geleceğini okuyabilen bazı ülkeler, şimdi Myanmarın düzlüğe çıkmaya çalıştığı bu yıllarda da yanı başından ayrılmıyor.
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/343400/secime-dogru-myanmar