Mehmet Özay 17.05.2022
Rusya liderliğinde kurulan ve toplam altı ülkeden oluşan, Kollektif Güvenlik İşbirliği Organizasyonu (Collective Security Treaty Organization-CSTO) 30. yılını kutluyor.
16 Mayıs’da Moskova’da biraraya gelen Rusya, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Ermenistan ve Belarus ülke devlet ve hükümet başkanları, bir yandan birlik bünyesinde güvenlik olgusunu pekiştirmeyi amaçlarken, öte yandan içinde Birleşmiş Milletler ve NATO’nun da küresel yapılarla işbirliğine açık oldukları mesajını gündeme taşıdı.
Bununla birlikte, 24 Şubat’tan bu yana, Rusya’nın Doğu Avrupa’da Ukrayna’nın teritoryal egemenliğine yönelik başlattığı işgal girişimi, bu ülkenin yani, Rusya’nın bünyesinde yer aldığı CSTO’nun işlev ve yapısının gündeme gelmesine neden oluyor.
Bu noktada, dünkü zirvede Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçtiğimiz Ocak ayında birliğin Kazakistan’a yaptığı ‘barış gücü müdahalesinden’ edinilen tecrübenin CSTO’nun askeri ve savunma işbirliğini geliştirmedeki kararlılığını teyit ettiğini dile getirmesi önemliydi.
CSTO’nun küresel güvenliğe katkısı (!)
Doğu Avrupa’daki işgal girişiminin giderek farklı ülkeleri de içine alabilecek bir sürece evrilebileceği ihtimali karşısında, üye ülkeleri dikkate alındığında Doğu Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar uzanan bir coğrafi derinliğe sahip CSTO’nun, bölgesel ve küresel barışa nasıl katkıda bulunabileceği hususu tartışılmaya değer bir durum arz ediyor.
Burada iki hususa dikkat çekmekte yarar var. İlki, işgal sonrası ve halen devam eden savaş ortamında özellikle, Avrupa ve Kuzey Amerika’da Rusya’ya karşı ortaya konulan siyasal ve ekonomik tepkiler, bu ülkenin bir anlamda doğal lideri konumunda olduğu CSTO’nun, Batılı ülkeler ve küresel kuruluşlar nezdinde ne tür bir karşılığı ve meşruiyeti olduğunun sorgulanmasına yol açıyordur.
İkincisi ise, Kollektif Güvenlik Antlaşması’nın 4. Maddesi’ne göre, “bir ülkenin askeri saldırıya uğraması, diğer üye ülkelerin de aynı saldırıya maruz kaldıkları anlamı taşıyacağı” vurgusudur.
Bu husus, birinci durumla çelişkili gibi görülse de, Batılı ülkeler özellikle de, NATO tarafından dikkate alınması gerekmektedir.
Rusya eksenli bölgesel güvenlik şemsiyesi
1989’dan itibaren Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından başlayan Soğuk Savaş Sonrası jeo-politik düzende, Batı liberal demokratik düzenin zaferi gizli/açık ilân edildi.
Bununla birlikte, söz konusu bu yıkımın ardından, Rusya Federasyonu dağılan ülkeler arasında özellikle, Doğu Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar uzanan ve aralarında Türk Cumhuriyetleri’den Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da bulunduğu ülkelerle 15 Mayıs 1992 tarihinde Taşkent’te yaptığı toplantıda Kollektif Güvenlik Antlaşması’nın ve ardından, 6 Ekim 2007’de Barış Gücü Antlaşması’nın, temelde yakın geçmişte var olan güvenlik ilişkilerini devam ettirmeyi hedeflediğine kuşku yok.
Bir anlamda, üye ülkelerin kapladığı coğrafi genişlik ve çevrili olduğu komşu ülkelerin nitelikle CSTO’nun ortaya bir Rusya ‘NATO’su çıkardığını söylemek mümkün.
CSTO’nun kuruluş sürecine bakıldığında, Rusya ve geniş Orta Asya coğrafyasında hem iç hem de Güney Asya gibi bölgelerden gelebilecek güvenlik tehditleri karşısında bölgesel barışın ve istikrarın güçlendirilmesi, üye ülkelerin egemenlik ve teritoryal haklarının korunması gibi hedefleri bünyesinde barındırdığı görülüyor.
Bu noktada, CSTO’nun kuruluşundan bu yana, Rusya ve Orta Asya coğrafyası ile çevresini güvenlik kuşağı olarak belirlediğini söylemek mümkün.
Öyle ki, ABD’nin geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Afganistan’dan çekilmesinin ardından, ülkede yaşananlar sonrasında insani göç, terör yapıları, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı vb. gelişmelerin Orta Asya coğrafyasına nüfuzu karşısında güvenlik olgusunu bir kez daha gündeme getirdi.
1970’lerin ikinci yarısında o dönemki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) için Afganistan’daki gelişmelerden kaynaklanan tehdit algısı ve bunu ortadan kaldırmaya yönelik askeri girişimin başarısızlığı SSCB’nin yıkılışındaki faktörlerden biri olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Aktörleri değişmiş olsa da, bugün aynı Afganistan’ın Rusya ve Orta Asya ulus-devletleri için benzer bir siyasal ve güvenlik tehdidi oluşturması dikkat çekicidir.
Öte yandan, geçtiğimiz Ocak ayında Kazakistan’da yaşanan darbe girişimi karşısında birlik, ilk defa harekete geçerek bir üye ülkede mevcut iktidar ve egemenlik hakkının korunması noktasında barış gücü sevk ederek kayda değer bir rol oynadı.
Bu gelişme, hiç kuşku yok ki, birliğin kuruluşu itibarıyla üye ülkelerde iktidar değişikliğinin Rusya’nın doğrudan ulusal güvenliğini tehlikeye atabilecek bir siyasal değişime konu olmasının kabul edilemezliğine ve izlenecek yola dair bir örnek teşkil ediyordu.
BM’ye çağrı
16 Mayıs günü Moskova’da yapılan 30. yıl zirvesinde dikkatler, Birleşmiş Milletler barış gücünün güçlendirilmesi noktasında CSTO’nun üstlenebileceği role çekildi.
Bu noktada, CSTO’nun caydırıcı bir işlevi olduğu akla gelse de, oluşumun Birleşmiş Milletler nezdinde, bugüne değin doğrudan bir karşılığı olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor.
Birlik tarafından yapılan açıklamaya bakılırsa, bu görevi zaten yapmakta olduğu ve bunun örneği olarak, geçen Ocak ayında Kazakistan’da yaşanan darbe girişiminde ilk defa rol almasıyla ortaya koyduğu bir söylem olarak gündeme taşınıyor.
Kazakistan örneğinde gündeme gelen söz konusu bu doğrudan müdahale, birlik içerisinde bir tür ‘barış gücü’ olarak işlev görürken, aynı zamanda bir ilk olarak böylesi bir müdahalede bulunmasıyla son dönemde var olan bölgesel ve küresel güvenlik açığı karşısında nasıl hareket edebileceğini de ortaya koymuş oldu.
Her ne kadar, Kazakistan’da ki gelişmeler üzerine BM böylesi bir görevi CSTO’ya vermemiş olsa da, adına ‘barış gücü’ denilerek belki de, Orta Asya’da başka bölgelere sıçrayabilecek gelişme önlenmiş oldu.
Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgal kararı aslında yukarıda dikkat çekilen ulusal ve bölgesel güvenlik söyleminin doğrudan bir uzantısı olduğu bugün çok daha net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Bu noktada, Rusya ve üye ülkelerin CSTO bünyesinde “askeri ve savunma işbirliğini geliştirme” konusunda aldıkları kararın, önümüzdeki dönemde yakından takip edilecek gelişmeler yol açabileceğini söyleyebiliriz.