Mehmet Özay                                                                                              06.02.2022

Rus devlet başkanı Vladimir Putin ve Çin devlet başkanı Şi Cinping arasında, geçtiğimiz Cuma günü yani, 5 Şubat’ta Pekin’de önemli bir zirve toplantısı gerçekleştirildi.

Pekin’deki toplantıda Putin ve Cinping, iki ülke arasında, ‘derin stratejik işbirliği’ne vurgu yaptılar.

Zirvenin dikkat çeken konular arasında ise, ABD liderliğindeki NATO’nun yayılmacılığına son verilmesi ve Batı’nın ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’ değerlerini eleştiri bulunuyor.

Doğu-Batı çelişkisi

Çin’de ‘kış olimpiyatları’nın açılışı vesilesiyle biraraya gelen Rusya ve Çin devlet başkanlarının söylemlerinin aslında, dünya barışı için gayet önemli sembolik değeri olan olimpiyatlar sürecinde, ABD aleyhine verilen gizli/açık mesajları üzerinde durulmayı hak ediyor.

Küresel siyasette bir yandan, ABD-Çin öte yandan, ABD-Rusya arasında Doğu-Batı çelişkisi olarak ortaya çıkan ve son dönemde kendini giderek daha çok hissettiren çatışmacı söylemlerin derin stratejik işbirliğine neden olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada, geçtiğimiz Cuma günü yani 4 Şubat’ta, Rusya ve Çin arasında varılan anlaşmayı hem iki ülke ilişkileri hem de, bu ülkelerin genel itibarıyla, ABD ile olan ilişkileri açısından yeni bir evre olarak değerlendirmek gerekiyor.

Ukrayna ve Tayvan’daki gelişmeler

Putin ve Şi Cinping’in Ukrayna ve Tayvan konusunda birbirlerine destek yönündeki açıklamaları, ‘derin stratejik işbirliği’nin ABD karşıtı bir bağlamı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Rusya yönetimi, ‘Tek Çin’ politikasına verdiği destekte ifadesini bulduğu üzere Tayvan’ın, Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı bir bölge olduğu ve Çin’in siyasi egemenlik hakkı taşıdığı görüşünü paylaşıyor.

Benzer şekilde Pekin yönetiminin de, Rusya’nın Ukrayna siyasi ve teritoryal egemenliğine yönelik taleplerini haklı gördüğü ortada.

Bazı analistlerin dile getirdiği üzere, konuya bir başka açıdan bakıldığında ise, Pekin yönetimi Rusya’nın olası bir Ukrayna teşebbüsünden, Tayvan konusunda kendisine bir pay çıkardığı ifadesi, ‘derin stratejik işbirliği’nin ne türden bir bağlamı olduğunu da ortaya koyuyor.

Derin stratejik işbirliği

Şunu açıkça ifade etmekte yarar var… Rusya ve Çin’in, Orta Asya ve Doğu Asya politikaları çerçevesinde birbirine yakınlaşması yeni bir olgu değil.

Bu ilişkinin mükemmel olduğu söylenmese de, diğer küresel aktörlerle kıyaslandığında en azından bölge üzerinde söz sahibi olma konusunda gizli/açık bir anlaşma içinde oldukları ve aktif çatışmadan uzak durdukları ortada.

Özellikle, Soğuk Savaş döneminin ardından, Orta Asya topraklarındaki gelişmeler ve zamanla buna eklemlenen Hint Alt Kıtası’ndaki süreçler her iki ülkeyi de, aynı bölgelerde birbirine rakip olmak yerine işbirliğine sürüklediği söylenebilir.

Bu noktada, ABD ile kıyaslandığında çıkarlar noktasında, Rusya ve Çin’in yan yana gelmesini bir anlamda, tarihsel devamlılık veya ABD karşıtlığından doğan bir tür zorunluluk olarak da okumak mümkün gözüküyor.

Bugün adına, ‘derin stratejik işbirliği’ denilen sürecin ortaya çıkmasında ve iki ülke arasında “sınır tanımayan bir dostluk olgusuna” vurgunun yapılmasında nihai gelişme olarak, Doğu Avrupa’da Ukrayna topraklarındaki gelişmede aramak gerekir.

Öyle ki, Rusya’nın Ukrayna sınırlarına yönelik işgalci niyet taşıdığı yönündeki açıklamalar ve bunun karşısında ABD öncülüğünde NATO’nun Ukrayna’nın yanında yer alması olası bir çatışma ortamının sadece Ukrayna ile sınırlı olmayacak gelişmeler doğuracağını tahmin etmek güç değil.

Bu noktada, ABD yönetimince 3 Şubat’ta yapılan açıklama, Doğu Avrupa’daki olası gelişmelerden, özellikle Rusya’ya yaptırımların ihlâli halinde, Çin’in küresel ilişkilerinin de etkileneceğine değinilmesi yabana atılır gibi değil.

Hemen bunun ardından, 4 Şubat’ta Rusya ve Çin dışişleri bakanlarının toplantısında, “Ukrayna konusunda, iki ülkenin koordineli hareket etmekte olduğu” yönündeki açıklama, ABD’den gelen bir tür tehditvari yaklaşımlarının Pekin’de karşılık bulmadığı anlamı taşıyor.

Cuma günü varılan söz konusu stratejik ortaklık anlaşmasının, iki ülke arasında “sınır tanımayan bir dostluk olgusuna” yaptığı vurgu açıkçası, benzerlerinden ayrıştığını ortaya koyuyor.

Dolaylı Soğuk Savaş vurgusu

Liderlerin açıklamalarının devamında, bu yeni antlaşmanın Soğuk Savaş döneminde var olanlardan, ‘siyasi ve askeri anlamda çok daha üstün olduğu’nu hatırlatması ise gayet önemli.

1949-1989 yılları arasında yaşanan Soğuk Savaş döneminden bu yana dünyanın yaşadığı değişimler dikkate alındığında, ülkeler arasındaki ilişkilerin de anlam ve kapsam değişimine uğramasını doğal kabul etmek mümkün.

Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerin iklim değişikliği, uzay, internet kontrolü ve yapay zekâ gibi bir anlamda yenilikçi denilebilecek alanları içermesine rağmen, bu hususların iki ülke ile sınırlı olmayacak aksine, hedefte gizli/açık ABD karşıtlığı üzerine dayanan bir bağlamın olması belki de, en ayırt edici yönünü oluşturuyor.

İşbirliğinin detaylarına bakıldığında, iki ülke ikili ilişkilerinin ötesinde, hedefte ABD’nin olduğu ve küresel politikaları etkilemeye matuf bir yönünün olduğu anlaşılıyor.

Bu noktada öncelikle, Putin ve Cinping’in hedefinde ABD öncülüğündeki NATO’nun bulunması her iki devletin kendini Soğuk Savaş dönemi politikaları karşısında tehditte hissettiklerini ortaya koyuyor.

Bunun yanı sıra, her iki ülke siyasi rejimini doğrudan ilgilendiren ve ABD müdahaleciliği olarak değerlendirilen Batılı ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’ değerleri hedefe konuluyor.

Bu hususlar dikkate alındığında, görüşmelerde vurgunun genel bir eğilim olarak Rusya ve Çin arasında, ekonomik veya askeri işbirliğinden ziyade, aksine ideolojik bir zeminde geliştiğini söylemek mümkün.

Bu noktada, Rusya ve Çin yönetimi iddialı bir şekilde küresel sistemde yeni bir uluslararası düzenin belirleyicilerinin kendileri olduğunu imâ ederken, küresel kamuoyuna ve işbirliği halindeki ülkelere yeni bir demokrasi ve insan hakları gündemi sunup sunmayacakları konusu ise şimdilik belirsiz.

Söz konusu bu gelişmeyi, henüz bir yandan Doğu Avrupa’da taraflardan birinin Rusya diğerinin ABD olduğu; öte yandan, Güney Çin Denizi özelinde ise taraflardan birinin Çin ötekinin yine ABD olduğu ve her iki gelişmede de, eli kulağında bir çatışma sürecinin varlığının devam ettiği hatırlandığında Rusya-Çin ‘derin stratejik işbirliği’ni oldukça farklı değerlendirmek gerekiyor.

LEAVE A REPLY