Mehmet Özay 20 Mayıs 2013
After the New York Treaty in 1963, Papua was regarded as one of the provinces of Indonesia. And almost since the never ending discussion on how to ‘Indonesianization” of Papuanists have been continuously repeated. Throughout this process, it is not wrong to remark that the Papuanists have been looking for the attainment to be recognized to be as equal community like the others in other parts of the country. Hence, the region seems to remain intact to 5K such as health, poverty, illiteracy, violence and unfairness, as mentioned in Indonesian language. Some quarter draws affinity between Papua and Aceh and some argues there must be same peace process experienced in signing MoU Helsinki on 15th August, 205 between GAM and Central Government of Indonesia.
Endonezya Cumhuriyeti’nin 33 Eyaleti’nden biri olan Papua aradan geçen elli yıla rağmen sorunlarıyla boğuşmaya devam ediyor. Modern Papua’nın bölge ve dünya siyasetindeki yeri, bundan elli yıl önce Endonezya topraklarına bağlanmasıyla gündeme geldi. O gün bugündür Papualıların bu koca devletin merkez güçleriyle ilişkisi hep sorunlu olageldi.
II. Dünya Savaşı’nın ardından bir süre Hollanda’ya bağlı kalan, 1963 yılında Birleşmiş Milletler’in dokuz ay gibi kısa süreliğine yönetimi üstlendiği ve ardından New York Anlaşması’yla Endonezya’ya devredilen Papua’nın bu koca devlet içerisinde ne gibi bir rol üstlendiği belirginlik kazanmış değil. Bir yanda sözde referandumla 1963’de Endonezya’ya bağlılığı teyid edilen, ardından Suharto sonrası reform döneminin hareketli geçen ilk yıllarında otonom bölge statüsü verilen Papua’da şiddet bitmek bilmiyor. Endonezya’ya devredilişinin ellinci yılına girildiği bu günlerde Papua halkı -en azından bir bölümü- merkezi yönetimle rahatsızlığını bir kez daha gündeme getirme fırsatı bulurken, Merkez’de sivil toplum kuruluşları ve bir kısım siyasiler de Papualıların niçin ‘Endonezyalılaşamadıklarını’ masaya yatırıyor.
Hollanda sömürge yönetiminden modern Endonezya yönetimine devredilen bu toprakların halkları, siyasi geleceklerini belirleyen bu değişimin kendilerinden bağımsız yapılmasından rahatsızlıklarını her fırsatta dile getirdiler. Ve bölgede yaşanan toplumsal rahatsızlığın, polis ve ordu birliklerinin siviller üzerinde kurduğu baskının devam edişi de zaten bu tarihsel referansın bugünkü izleri mesabesinde. 1963 yılındaki ‘yuşumak transferin’ ardından, Papualıların bağımsızlık talepleri 1964 yılında Papua Özgürlük Hareketi’nin faaliyetlerine neden oldu. Ancak bu hareketin varlığının yerel düzeyde kaldığı, gerek yetişmiş insan kapasitesi gerekse maddi özellikleri noktasında Endonezya ordusuna meydan okuyacak bir nitelik arz etmediği gibi, uluslararası camiadan da bu anlamda kayda değer bir destek bulduğunu söylemek zor. Nedeni son derece açık… Bu siyasi itiş kakış arasında, nihayetinde tabiir caizse Endonezya’nın kucağına atılan Papua, New York Anlaşması’na ‘uygun’ bir şekilde yapılan referandumda halkın kahir ekseriyetinin Endonezya’ya siyasi bağlılığı seçtiği yönünde bir sonucun çık/artıl/masıyla bugüne kadar uzanacak problemlerle yüzleşmek zorunda kaldı.
Bu vecheden bakıldığında, Hint Okyanusu ile Pasifik Okyanusu arasında uzanan toprak parçasında meskun olan bu halk dün olduğu gibi bugün de adaleti arıyor. Aradan geçen elli yıla ve bu rağmen, Papualılarla merkez siyasi elit ve de geniş Endonezya toplumu arasında bir toplumsal sözleşmenin varlığından söz edilemiyor maalesef. Ve bunun ifadesi olarak da, adına ‘beş kötülük’ yani, Endonezyaca ifade edilen kelimelerden hareketle 5K olarak bilinen ve neredeyse darbımesel olmuş ‘yoksulluk, cehalet, adaletsizlik, sağlık problemleri ve şiddet’ olgularının Papualılarla ve Papuayla birlikte anılması bir kanıt olarak ortaya konuluyor.
Merkez yönetimin kendilerine yönelik politikalarından rahatsızlıklarını her fırsatta dile getiren Papualılar, zamanında Hollanda sömürgesine karşı kendilerinin de mücadele ettiklerini, şayet bu topraklarda emperyalistlere karşı bir mücadeleden söz edilecekse bunda kendilerinin şu veya bu şekilde payları olduklarını dile getiriyorlar. Bu nedenledir ki, dün sömürgeden ‘özgürleşme’ adına verilen mücadeleden ötürü bu topraklar üzerinde yaşayan diğer halklarla ‘birlik’ içinde kabul edilirken, bugün merkez denilen birtakım güçlerin egemenliğindeki rejim karşısında, adına ‘entegrasyon’ denilen olgunun kurbanı olmaya devam ediyorlar. Bunun pratikteki yansıması, merkezden gönderilen yöneticilerin kaygısının farklı etnik unsura mensup halka hizmet olup olmadığında ortaya çıkıyor. Bir başka şekilde söylenirse, bu yönetici elitin, merkezde yapılandırılan politikaların etnik toplulukları şekillendirmesinde sadece aracı rolü oynamaktan başka bir işlevleri olmadığı gözlemleniyor.
Papua sorununa dair kaleme alınan metinlerde, gerek sömürge döneminde Papualılar ile Hollandalılar gerekse modern dönemde Endonezya merkezi yönetiminin Papua halkı üzerindeki siyasi ve askeri ‘tasarrufları’ bağlamında Açe’nin tecrübeleriyle benzerlikleriyle gündeme getiriliyor. Özellikle on yılı aşkın süre zarfında, Papua sorununa çözüm bulma konusundaki girişimler bu siyasi sorunu Açe sorunuyla özdeşleştirme eğilimi gösteriyor. Bu çerçevede, 2000 yılında dönemin devlet başkanı Abdurrahman Vahid (Gusdur)’in bölgenin adının Papua olarak değiştirilmesi ve yerli halkın kendi bayraklarını kullanabilmesine sıcak baktığını kamuoyuyla paylaştığında, ulusal mecliste ilgili çevreler Vahid’in Açe ve Irian Jaya gibi ulusal bütünlüğü tehdit eden eyaletlerdeki gelişmeleri ‘anlamadığı’ yönünde demeçlerle karşılık veriyorlardı. 15 Ağustos 2005 Helsinki Barış Anlaşması’nın Açe’ye kazandırdıklarına atıfta bulunularak Papua’da da benzer bir sürecin başlatılabileceğine gönderme yapılıyordu -ki bu görüş hâlâ gündemde. Bu minvaldeki görüşler sadece akademisyen, insan hakları savunucuları vb. tarafından değil, ülkenin resmi araştırma kurumu LIPI’nın 2003’de başlattığı ve üç yıl süren araştırma sonuçlarında; Helsinki Barış Anlaşması’nın imzalanmasınan sadece bir gün sonra devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun Papua sorununa dair verdiği demeçte; Birleşmiş Milletler’ce Papua sorununu çözmeye matuf kurulan komisyonda Açe’nin önde gelen insan hakları savunucu
su ve sivil aktivistlerinden birinin yer almasında ortaya çıkıyor.
su ve sivil aktivistlerinden birinin yer almasında ortaya çıkıyor.
Papualıların ‘Endonezyalılaşamadıklarına’ dair söylemin bir tarafında geçmişte yaşanan bazı tecrübelerin de rolü yok denemez. Örneğin, Hollanda sömürgeciliği döneminde Malay dünyasından çok Pasifik Okyanusu’nda uzanan yerli dünyası içinde değerlendiriliyordu. Bu çerçevede, kendilerini Malay-Endonezya topraklarında neşet eden kültürlere mesafeli bulan, hatta yabancı gören ve bu nedenle bir türlü Malay/Endonezya aidiyetini geliştirememelerinin de modern dönemde yaşanan sıkıntılar içerisinde bir faktör olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Sukarno döneminde (1963) ülkenin sınır boyları diyebileceğimiz uzak adalarda kontrolün ancak ordunun müdahalesiyle sağlanması yoluna gidilmesi ve Suharto iktidarının son yıllarında ‘haklar’ talep eden etnik unsurlar üzerinde uyguladığı militarizasyon politikası merkez güçlerin Papua üzerinde gerçekleştirdiği uygulamalarda bir ‘devamlılık’ olduğunu ortaya koyuyor.
Son elli yılda Papua’lıların karşı karşıya kaldıkları sorunları sembolik olarak ortaya koyacak birşey varsa, o da bu toprakların ismi üzerinde yapılan değişikliklerdir. Sömürge döneminde Batı Yeni Gine veya Hollanda Yeni Ginesi adıyla anılan bu toprakların Endonezya’ya devriyle, önce Batı Irian Eyaleti adını; Suharto döneminde Irian Jaya adını aldı. Bunun ardından yani, 1999’da Papua olarak değiştirildi. 2003’deki Başkanlık Yönergesiyle Papua üç yönetim birimine ayrılarak Orta Irian Jaya, Batı Irian Jaya ve Irian Jaya eyaletlerine ayrıldı. Bu üç eyalet gerçekte Papua ve Batı Irian Jaya -ki, daha sonra yeniden Batı Papua’ya dönüştürülmüş- olarak iki eyalet şeklinde idari sisteme ayrılmıştır.
Papualıların kendi kendilerini yönetme hakkını taleplerinde önlerine çıkan problemlerden bir diğeri de bu topraklarda hayat süren etnik unsurların çokluğunda aranabilir. Tam rakamlar kesin olarak bilinmemekle birlikte iki yüz ila üç yüzü aşkın olduğu tahmin edilen etnik grup bulunuyor. Bu kadar çok sayıda etnik unsuru barındırması bu topraklarda siyasi hakimiyet mücadelesinin de karmaşıklaşmasında başat bir rol oynuyor hiç kuşku yok ki. Bu kadar çok aktörlü bir yapıda kimin, hangi grubun liderlik yapacağı, merkez güçlerle hangi siyasi çözümler noktasında masaya oturacağı gibi sorular gündemde yer alıyor. Bu etnik çeşitlilik bir yandan merkez gücün yani, Cakarta yönetiminin bölge üzerinde arzu ettiği politikaları tasarrufunda işini kolaylaştıran bir faktör özelliği taşırken, Papua mücadelesinde de güçlü bir siyasi birlikteliğin önünü almaktadır. Kimi gözlemcilerin ifade ettiği üzere Papua toplumundaki bu parçalanmışlık karşısında, merkez idare verdiği sözleri yerine getirmeme alternatifini kullanarak, her karşı çıkışta sorunu güvenlik ekseninde algılayıp askeri yollarla çözmek istiyor. Bu nedenledir ki, Papua’da şiddet gündelik hayatın bir gerçeği kabul ediliyor.
Ne sebeple olursa olsun şiddetin süreklilik arz etmesi, bölgede yaşayan topluluklar nezdinde -zaten başından beri ne kadar kurulduğu da şüpheli olan- merkeze güveni zedelemeye matuf olmakta ve birlik içinde yürütülen bir mücadeleye sahne olmasa da hoşnutsuz kitlelerin ‘idareye’ kafa tutmasına yol açmaktadır. Tabii burada tüm -şayet varsa- suçu yerli unsurlara yüklemek gibi bir yaklaşımdan ziyade, özellikle sömürgecilik döneminde belirgin bir şekilde icra edildiği üzere dışarlıklı faktörlerin yerli halklar arasında böl/yönet politikalarının değişik versiyonlarının modern dönemde de gerek ulusal güçler gerekse uluslararası odaklar tarafından gündemde tutulduğunu unutmamak gerekir.