Mehmet Özay 10.12.2023
Müslüman toplumlarda ‘yenilenme’ (tajdid) çağrısı ve süreci, tarihsel olarak değerlendirildiğinde genel itibarıyla, iki açıdan ele alınmayı gerektiriyor.
Bunlardan ilki, Müslüman toplumların kendine özgü siyasal ve toplumsal değişimlerinden kaynaklanan sapmalar ve yozlaşmalar olarak görülebilecek, iç nedenlerden ötürü yenilenme çağrısı ve sürecidir.
Bundan kasıt, temelde modernleşmeyle karşılaşmalar öncesinde, -siyasi ve toplumsal elit başta olmak üzere, toplumun farklı kesimlerinde ortaya çıkan ve gayet temel bir nitelik taşıyan, ahlâki çöküşe (ethical decline) karşılık,[1] yeniden dinin temellerine dönerek dirilmedir çabasıdır.
İkincisi ise, Müslüman toplumların diğer / öteki toplumlarla özellikle de, modernleşme – Batılılaşma süreçlerinde, Batı Avrupa ile karşılaşmalarının doğurduğu yenilenme çağrısı ve sürecidir.
Bu ikinci süreç, önceki yüzyıllarda olan biten bir yana, daha çok siyasal bağlamı ile ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, 20 yüzyıl ikinci yarısındaki gelişmeler dikkate alındığında, Batılıların -nötr kabul edilebilecek- ‘siyasal islam’ kavramıyla dikkat çektikleri ve olumsuz bağlamlara sahip diğer kavramlarla da destekledikleri yapılaşmadır.
Bu yazıda, söz konusu bu iki unsuru tek tek ele almayacağım…
Yenilenme’de Açe faktörü
Bunun yerine, ikincisinin neden olduğu karşılaşmadan hareketle, Malay dünyası ve Osmanlı arasındaki etkileşimin erken dönem gelişmelerine vurguyla, Müslüman toplumları etkileyen bir ‘yenilenme’nin varlığına dikkat çekeceğim. Bu yenilenmenin boyutu, -yukarıda kısaca ortaya konulduğu üzere- siyasal kurumsal yapı üzerinde gerçekleştirilmeye matuftur.
Bu erken dönem ilişkisinin adını koymak gerekirse, o da, Açe Darüsselam Sultanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne yaptığı siyasi davetin, dönemin gerilemekte olan ‘halifelik’ kavramının yeniden inşasına yönelik açılımı da içinde barındırmasıdır.
Böylece, Batılı çevrelerin dikkat çektikleri, ancak sınırlı bağlamda ele aldıklarını düşündüğüm ‘revivalism’ kavramına da bir genişleme sağlanacağını umuyorum.
Bu süreci, doğru bir şekilde aktarabilmek amacıyla öncelikle bu dönemi, özetle ele almakta yarar var.
16. yüzyıl gerçekliği
Bu çerçevede, dönem itibarıyla, 16. yüzyıl gibi gayet dinamik ve uzun erimli (longue dure) değişimlerin nüvelerini içinde barındıran değişimler yüzyılının erken dönem gelişmelerine bakmakta yarar var.
Batı özelinde değerlendirildiğin, bu yüzyıl, modernite’nin bazı Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıktığı veya çıkmakta olduğu bir dönem olarak göze çarpar. Bu noktada, moderniteyi, tüm toplumsal alanları içine alan topyekün bir değişim olarak düşünmemiz gerekir.
Konumuz açısından bakıldığında, bu yapının ürettiği özellikle, dönemin küresel ilişkilerinde ortaya çıkan insan (human), meta (goods) ve düşünce (thought) dolaşımına yol açan bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
Batı’lı denizci uluslarca pratiğe geçirilen bu süreç, aynı zamanda ‘öteki’ ile karşılaşmanın da adıdır. Bu noktada, dikkat çeken hususun, Batılıların Osmanlı dışında ve ötesindeki Müslüman toplumlarla karşılaşmaları olduğunu vurgulamak gerekir.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, Okyanuslara açılma sürecinin -burada vurgu özellikle Hint Okyanusu’nadır (Indian Ocean)-, büyük ölçüde Osmanlı Devleti’nin dışındaki ve ötesindeki Müslüman toplumlarla ilişkilendirilebilecek bir yönü bulunuyor.
Osmanlı dışı Müslüman toplumlar
Bu durum, bize dönemin küresel gerçekliği içerisinde Müslüman toplumlar olgusuna, salt Osmanlı-merkezli (Ottoman-centric) bakmamayı, aksine bunu aşan yeni bir bakış açısının ortaya konulmasını zorunlu kılıyor.
Bununla kastımız, sadece Osmanlı Devleti özelinde ortaya konulacak karşılaşmaların yeterli ve anlamlı olmadığını cesaretle ve yeni bir açılım olarak ortaya koymaktır.
Öyle ki, bunun yerine özellikle, Hint Okyanusu çevresinde oluşmuş ve oluşmakta olan yeni Müslüman toplumlar eksenli bakış açısının geliştirilmesi bize, hem Batı/modernite ile karşılamada hem de, Müslüman toplumların kendi aralarındaki ilişkiler noktasında -ki bu noktada bu yazının dile getirmek istediği ‘yenilenmeye’ dikkat çekiyoruz-, bir dizi anlam ve düşünce zenginliği sağlayacaktır.
Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, Batı-Doğu veya Hıristiyan dünyası ile İslam dünyası karşılaşması olarak da okunmaya elverecek nedenleri içinde barındıran bu dönemi, salt Doğu Avrupa sınırlarında gerçekleşen Osmanlı-Habsburg ilişkilerine / çatışmalarına / savaşlarına sınırlamak başta, Batı Avrupa denizci milletlerinin geliştirmekte oldukları yeni dünya tanımlamasıyla ve bu sürecin yapılaştırıcı unsurlarının dışında kalmak kadar, hiç kuşku yok ki, bu süreci hakkıyla değerlendir/e/memek anlamına gelir.
Gayet önemli olan bu durum bize, gizli/açık ‘modernite’yle irtibatlanamamış olmayı da akla getiriyor… Belki, bu hususu bir başka yazıda ele almak gerekiyor.
Bu noktada, yukarıda dikkat çekilen yeni yaklaşımın, yazının ana temasını oluşturan ‘yenilenme’ ile ilgili bağına değinmekte yarar var.
‘Halifelik’ kurumu ve yenilenme
Yazının ana teması olan ‘yenilenme’ye konu olan husus, sembolik ve kurumsal boyutuyla ‘halifelik’ kurumudur….
Yukarıda dikkat çektiğim üzere, Batılı denizci uluslar vasıtasıyla, 16. yüzyılın büyük değişimleri doğuran yapısı ile Hint Okyanusu ve çevresinde ‘öteki’yle yani, Müslüman toplumlarla karşılaşmasındaki paralellik ya da tarihsel şansın, ‘yenilenme’ olgusu için bir açılım sağladığını ileri sürüyorum.
Dönemi itibarıyla düşünüldüğünde, Müslüman toplumlarda dini-siyasal gerilemenin sembolik ve kurumsal adı olan halifelik, 13. yüzyılda Moğolların doğudan batıya esen istilâ girişimlerinin yol açtığı siyasal dönüşümlerle sonlandırılmıştır.[2] Ya da en hafif ifadeyle, klâsik anlamını yitirmiştir…
Bu kurumun siyasal meşruiyet ve gücünün zaten, 11. yüzyıl şartlarında sorgulanmaya ve/ya tahriş edilmeye başlandığı ileri sürülebilir elbette. Ancak, Moğolların kaba gücü ile bu sürecin, 13. yüzyılda nihayete erdirilmesi yönündeki girişim gayet açıktır…
İslam ve yenilenme
16. yüzyıl başlarında (1517) Osmanlı’nın Hicaz bölgesinde teritoryal egemenliğinin, Malay toplumları ve özellikle de, dönemi itibarıyla bu geniş antropolojik ve sosyolojik yapıyı temsil ettiğini ileri sürdüğümüz Sumatra Adası’nda, Açe’de bulduğu karşılık önemlidir.
Osmanlı kaynakları bu konuda bizi aydınlatacak veriler sağlamasa da, Açe kaynaklarında yüzyılın ilk yarısına dair atıflar dikkat çekiyor.
Aslında, tam da bu neden bile, bize hem Batılı denizci ulusların Malay dünyasıyla karşılaşması, hem de Malay dünyasının -Açe örneğinde ortaya çıktığı üzere-, ne tür bir İslami yenilenmeye neden olduğu üzerinde hakkıyla düşünmeyi gerektiriyor.
Açe kaynaklarının, niçin ve neden Osmanlı ile irtibatlı olduğu sorusu, burada anahtar öneme sahiptir. Bu durum, Malay coğrafyasında belirli toplumsal yapıların ve bunların siyasal egemenliğe evrilmiş unsurlarının sahip olduğu İslam anlayışıyla doğrudan irtibatlıdır.
Burada, bölgenin İslamlaşma süreci; siyasal yapıların ve kurumların varlığı; Portekizlilerle başlayan süreçte, Batı modernleşmesinin çeşitli boyutlarıyla bölgeye taşınması; Sumatra’nın özellikle de, Kuzey Sumatra’nın Hint Okyanusu gerçekliğinde uzun erimli olarak yer almasını dikkate almak gerekiyor.
Bölgede zaten var olan ve -en azından- 13. yüzyıl başlarından itibaren Samudra-Pasai ile Sumatra Adası’nda İslami temeller üzerine inşa edilmiş bir devletin varlığıyla, Hint Okyanusu’nun tarihsel dinamizminde yer alan Açe’nin 1517 sürecinden haberdar olmaması mümkün değildir…
Bu süreçte, Açe siyasi elitinin Hicaz üzerinden Osmanlı ile kurduğu düşünülen ilişkiyi salt, Portekiz etkisi ve özelinde ele almak sınırlı bir bakış açısının eseridir. Bunun dışında ve ötesinde, Açe siyasi elitinin Osmanlı ile irtibatında bir İslami siyasal bilinç olgusunun varlığını öne çıkartıyorum.
Öyle ki, söz konusu bu gelişme, Portekizliler özelinde ortaya çıktığı üzere, Batılı unsurların Müslüman toplumlarla karşılaşmalarının neden olduğu yeni bir tür yenilenme (tajdid) sürecini hazırlamıştır. Burada siyasal aktörlüğün Portekizliler değil aksine, Sumatra’da Açeliler tarafından ortaya konulduğunu idrak etmek gerekiyor.
Açelilerin Osmanlı’yla siyasal ilişkiler kurmasının nedenini oluşturan ‘halifelik’ kurumuna vurgularının Açelilerin İslam anlayışını ortaya koyduğu gibi, Osmanlı’da halifelik olgusunun yeniden ele alınmasına ne türlü katkı yapıp yapmadığı araştırılmaya matuf bir konudur.
Ancak, Açelilerin bu teşebbüsü bile bize, İslami yenilenme kavramının ve süreçlerinin ele alınmasında ve bunun Osmanlı’ya etkisi ve tesirleri konusunda, Hint Okyanusu ve dolayımındaki gelişmeleri yeni bir yaklaşımla ele almamız konusunda önemli bir araç sağladğına kuşku bulunmuyor.
[1] Örneğin bu süreçle ilgili olarak, bu yazıda dile getirilen 16. yüzyılda Osmanlı’da ortaya çıkan bu ve benzeri gelişmeye dair bkz.: Sarı Mehmed Pasha. (1935). Ottoman Statecraft: The Book of Counsel for Vezirs and Governors, (Nesaih al-wuzera-i wa’l umara), (Tr. And notes: Walter Livingston Wright, Princeton: Princeton University Press, s. 30.
[2] Robert Irwin. (2018). Ibn Khaldun: An Intellectual Biography, Princeton: Princeton University Press, s. 94.