Mehmet Özay                                                                                              02.12.2021

Kovid-19’un küresel toplumu tehdit etmeye başlamasının ikinci yılına yaklaşıyoruz.

Kovid-19’un ortaya çıktığı yer olarak bilinen Çin’in Hubei Eyaleti’ne bağlı Wuhan şehri başta olmak üzere, bireylerin seyahatleri vasıtasıyla dünyanın farklı bölgelerine sıçrayan kovid-19 virüsü, kendi içinde değişimlere uğramak (mutation) suretiyle farklı toplumları farklı düzeylerde etkiledi.

Son iki yıllık sürede yaşananlar, sadece bireysel yaşam pratiklerinde, kamu sağlığı uygulamalarında değil, özellikle devletlerin ekonomik yapılarında da ciddi değişiklikler oldu ve olmaya devam ediyor.

Aradan geçen süre zarfında, birey ve toplum sağlığını tehdit eden bu gelişmenin, bazı gelişmelere karşın yerini iyileşmeye bıraktığını söylemek pek mümkün gözükmüyor.

Bu çerçevede, Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) geçtiğimiz ay içerisinde ortaya çıkan mutasyona uğramış haliyle Omicron kovid-19’un, küresel kamuoyu sağlığı için “yüksek risk” tehdidi oluşturduğunu açıkladı.

Omicron’la gelen yeniden yasaklar mı?

Başta aşılama kampanyaları olmak üzere alınan diğer tedbirler pandemi sürecinin bitmekte olduğu kanısını ortaya çıkarırken son birkaç haftada gündemi belirlemeye başlayan Omicron-kovid1-19 ile yeniden karamsarlık evresine adım atılmak üzere.

Öyle ki, “süreç bitti, bitiyor” dendiği bir sırada Kasım ayının sonlarına doğru Güney Afrika hedef gösterilerek daha etkili bir mutasyonun ortaya çıkması, Doğu’dan Batı’ya çeşitli ülkeleri yeniden panik atmosferine yöneltti.

Bu durum, 2019 yılı Ocak ayında yaşanan ve giderek tüm dünyayı etkisi altına alan sınır kontrolü, seyahat yasağı, mesafe tedbirlerinin yeniden ciddi anlamda gündeme gelmesine yol açıyor.

Asya-Pasifik bölgesinde Japonya’dan Avustralya’ya, Hong Kong’dan Endonezya’ya kadar sınırlarını açmış veya açmaya hazırlanan ülkeler için yeni bir şok anlamı taşırken, Avrupa ve Kuzey Amerika önemli tedbirlere dönme kararında gecikmemeye çalışıyor.

Örneğin, Japonya’dan Avusturya’ya kadar çeşitli ülkeler, “yüksek risk”e maruz kalmamak adına sınırlarını uluslararası yolculara yeniden kapatırken, ülke sınırları içerisinde de maske, mesafe ve kapanma gibi tedbirler kendini göstermeye başladı.

Ülke ekonomileri ve küresel istikrar

Bu süreçte, endişelere yol açan unsurların başında hiç kuşku yok ki, ekonomi geliyor…

Tıpkı yine kovid-19’un 2019 yılının ilk aylarındaki Singapur Ulusal Kalkınma Bakanı ve kovid-19’la mücadele biriminin başındaki isim Lawrence Wong’un gündeme getirdiği, “kamu sağlığı tedbirlerinin ekonomiye etkisi olacaktır” uyarısı tek tek ülkeleri değil, pek de ümit vermeyen küresel ekonomiyi yeniden etkilemeye başlamasından büyük endişe duyuluyor.

Omicron Kovid-19’un tam da, yeni Çin yılı ve Hıristiyan dünyasının yılbaşı tatil sürecine denk gelmesi bir yandan ‘manevi’ atmosferi etkilerken, öte yandan ülke içi ve uluslararası seyahatler çerçevesinde tüm ekonomik aktivitelerin de sınırlandırılması anlamına gelecektir.

Tekrar edebilecek tehditler neler?

Hatırlanacağı üzere pandemi Avrupa’ya ulaştığında, Fransa’da devlet başkanı Emanuel Macron bu sorunu 2. Dünya Savaşı koşullarıyla kıyaslamış, hatta bazı ülkelerde sorunun zaman zaman ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirilmekte olduğuna tanık olunmuştu.

Aradan geçen yaklaşık iki yıla varan sürede, kovid-19 farklı bölge ve ülkelerde farklı safhalarda olsa da,  mutasyona uğraması dolayısıyla, dört veya beş ‘atak’ yapmıştı. Kış aylarına girilirken yoğunlaşan, yaza doğru gerileyen atakların birbirini takip etmesi, her geçiş döneminde bireylere ve toplumların umutlanmasına “Oh…nihayet bunu da atlattık… ” psikolojisinin ortaya çıkmasına neden olmuştu.

Singapur, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Tayvan gibi ülkeler, kovid-19 sürecini daha en baştan ciddiye almalarına ve tedbirleri toplumlarını bu yeni duruma alıştırma, öğretme-öğrenme süreçlerine konu etmişlerdi ve önemli bir süre bu ülkelerde kovid-19’un Hindistan, Avrupa, Kuzey Amerika gibi dünyanın farklı bölgelerindeki yıkıcı etkisinden uzak durmuşlardı.

Her bir yeni atak aslında, kovid-19’un bilim insanları için üstesinden gelinmesi bir konu olduğunu bir kez daha tekrarlanması anlamı taşıyor. Öte yandan, sıradan insanlar için de bireysel tedbirin kamu sağlığı için ne denli önemli olduğunu kanıtlıyor.

Tedbiri elden bırakmamak

Kovid-19’la mücadelede kayda değer başarı sağlayan ülkelerden biri olan Yeni Zelanda’da, 2020 yılı Nisan ayında başbakan Jacinda Ardern, o dönem elde edilen başarıya rağmen, temkinliliği elden bırakmamış ve “Mücadeleyi kazandık… Ancak tüm yayılımın ortadan kalkmasına kadar kesin bir şey söylemek yok” diyerek, bir anlamda dolaylı da olsa bir tezada dikkat çekiyordu.

Aradan bir buçuk yılı aşkın süre geçtikten sonra bu sefer, Singapur başbakanı Lee Hsien Lhoong ise Ekim ayının sonunda davet edildiği Roma’daki G-20 zirvesi sürecinde konuyla ilgili açıklamalarında tıpkı Ardern gibi gayet temkinli açıklamalar yapmıştı.

Lhoong, ülkesinin kovid-19 karşısında verdiği başarıyı alçak gönüllükle ifade ederken, ”potansiyel sürprizler” konusunda da uyarmıştı. Bu iki yaklaşımı, herhalde bugün karşı karşıya kalınan Omicron kovid-19 karşısında tek tek ülkeler ve dünya kamuoyunun nasıl davranması gerektiğine dair gayet manidar ifadeler olarak hatırlamak gerekiyor.

Bu ve benzeri söylemleri zaman içerisinde diğer ülke liderleri veya uluslararası kuruluşların yetkililerinden de duymuştuk. Bu söylemler, ilgili ülke toplumlarına ve dünya kamuoyuna bir umut verme anlamı taşırken, aynı zamanda sorumluluğu tek tek bireylere verilmekte olduğunun da altını çiziyordu.

Asya-Pasifik’te değerlerin katkısı ve ekonomi

Yukarıda dikkat çekilen Doğu Asya ülkelerinin toplum yapılarının sahip oldukları değerlerin, bu süreçte farkı ve önemi bir kez daha ortaya çıkmıştı.

Bir yandan değerleri, öte yandan ekonomik yaşamı sürdürülebilme adına ‘sıfır tolerans (zero tolerance) denilen tedbirleri alınarak toptan kapanma yerine, gündelik ilişkileri yeni sınırlara çekme, bölgesel kapanma vb. yapılarla sürdürülebilir bir hale gelmişti.

Ekonomik üretim, insan ve mal mobilizasyonu/ulaşım gibi süreçler belirli ölçülerde akamete uğrasa da, sürdürülebilirlik önemli bir olgu olarak ortada duruyordu.

Küresel ekonomi krizinde yeni dönem

Bugün gelinen noktada, sadece geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkeler değil, gelişmiş ülkeler de kovid-19’un açtığı ekonomi yarasını tedaviyle meşgul.

Ancak yukarıda dikkat çekilen dört ve/ya beş kez kovid-atağına maruz kalan ülkelerin üretim süreçlerinde sürdürülebilirliği kovid-19 sürecine taşıyabilmiş olduklarını söylemek güç.

Diğer faktörlerin yanı sıra, kovid-19 sürecinin Asya-Pasifik bölgesinde neden olduğu söz konusu ekonomik durgunluğun enflasyon rakamlarındaki görüntüsüne dair birkaç şey söylemekte yarar var. Bölge için enflasyon oranları 2020 yılında 1.5 düzeyinden 2021’de 2.7’ye çıkmış durumda.

Bölgede birkaç ülkeden örnek vermek gerekirse: Singapur’da 2019’da 0.57 düzeyi, 2021’de 1.56; Malezya’da 2019’da 0.66 düzeyi 2021’de 2.5; Endonezya’da 2019’da 2.82 düzeyi, 2021’de 2.05 düzeyine çıkmış gözüküyor.

Avrupa’daki rakamlara bakıldığında ise, durum bundan daha olumsuz denilebilir.

Örneğin, geçtiğimiz ay Avrupa’da 19 ülkeyi içine alan hesaplamalarda, enflasyon oranının ortalama yüzde 4.9’a yükselmesi bir sürpriz değildi.

Avrupa Merkez Bankası (European Central Bank-ECB) başkanı, Christine Lagarde, “enflasyon baskısının geçici olduğu ve 2022’de etkisini yitireceği” yönündeki görüşü Avrupa toplumlarının yüreklerine su serpmiş olmalı…

Enflasyona neden olarak benzin fiyatları ve ithâl ürünler gösterilmesinin son iki yılda küresel üretim ve lojistik ağında meydana gelen gerilemenin neden olduğunu söylemek mümkün. Bu noktada, bir önceki yılla yani, 2020 yılına göre, petrol ve gazda yüzde 27 artışa vurgu yapılması önemli. Bununla birlikte, ortaya çıkan bu rakamın Avrupa’da 1997 yılı düzeylerinden beri bu kadar artış göstermesi dikkat çekici.

Benzer bir durumun ABD’de olduğu ve geçtiğimiz Ekim ayı enflasyon oranının yüzde 6.2’ye yükseldiği görülüyor. ABD özelinde ise bu artış, 1990’lı yıllardaki rakamlarla kıyaslanması ortaya çıkan gerilemeyi gayet çarpıcı bir hale getiriyor.

Başta AMB başkanı Lagarde olmak üzere, tek tek ilgili ülke merkez bankası başkanlarının enflasyonda 2022 için verdikleri gerileme ümidinin, ortaya çıkan ve giderek yayılma eğilimi gösteren Omicron kovid-19 nedeniyle geri tepebileceği de gündemde.

Tek tek ülkeler tarafından geçen neredeyse iki yıla varan sürecin doğurduğu kayıpların telâfisi konusunda önemli kararlar alınsa da, bu kararların uygulanma biçimi ve ulaştığı kitlere açısından tatminkâr olup olmadığı da sorgulanmayı hak ediyor.

Bugüne kadar yaşananlar dolayısıyla kamuoyunu yakından ilgilendirecek şekilde alınan sosyo-ekonomik tedbirlerin, neyi ne ölçüde onarabildiğini söylemek için elimizde yeterli verinin henüz oluşabildiğini söylemek de pek mümkün gözükmüyor. Belki bunun için, kovid-19’un tam anlamıyla bitmesi veya etkisini büyük ölçüde yitirmesini beklemek gerekecek.

LEAVE A REPLY