Mehmet Özay                                                                                                            22.02.2023

Türkiye toplumunda iktisat ve Müslümanca bakışın ne tür bir ilişki içinde olduğu konusu önemlidir. İktisadın Müslüman toplumda geldiği karşılık ile Batı düşüncesinde kalkınma ile karşılanan ve kapitalizmin desteğini almış iktisat arasında bir fark olduğu ortadadır.

Bununla birlikte, Türkiye toplumunda iktisat olgusunun varlığı hiç kuşku yok ki, Batı Avrupa’da kalkınma ve kapitalizmin gelişme süreçlerine paralellik arz eder.

Kalkınma ve kapitalizm ilişkisinin günümüzde içiçe geçmişliğine karşın, bu iki olgunun birbiriyle ilişkisinde dinin yerinin ne olduğu sorusu da bir o kadar önemlidir.

Bu noktada, Türkiye toplumunda kalkınma ve kapitalizm ilişkisinden bahsederken, yakın geçmişle bağlantıyı hatırlamak gerekir. Aslında, bu hatırlama olmadan bugünü anlamlandırmak pek de mümkün gözükmüyor.

Osmanlı’da tüccar, ahlâk ve kalkınma

Bu çerçevede, Osmanlı toplum yapısının, kalkınmacılığın önemli bir süreci olan kapitalizme açık olup olmadığı sorusu hâlâ üzerinde durulmaya değerdir.

Azımsanmayacak sayıda iktisatçının bu konu üzerindeki yaklaşımlarında, Osmanlı toplum yapısında ticareti elinde tutan sınıfların, Müslüman-Türk toplum kesimlerinden ziyade, azınlıklar olduğu vurgusu dikkat çeker.

Bu durum, sermaye oluşumunun ve bu sermayenin yeniden kendini üretmesinin, bu azınlıklar eliyle zamanla, devlet üzerinde -ve de Müslüman toplum üzerinde- bir dayatmaya gitmesi tarihsel bir vakıa olarak ortadadır.

İlgili çevreler tarafından, bu var olan durumun, şu ya da bu şekilde Osmanlı’nın gerilemesi ve nihayetinde siyasi varlığını sona erdirmesine kadar varan bir süreci de körüklediği gündeme taşınır.

Öte yandan, bu düşüncenin zıddı olarak, -kanımca azınlık bir iktisatçı grubunun argümanı olarak- Osmanlı Devleti’ne ruhunu verdiği ileri sürülen düşünce sisteminden ötürü -ki, bunun gayet idealist bir yaklaşım olduğu ortada-, siyasi elitin kapitalizme giden yolu bilinçli olarak tercih etmediği ve toplum kesimleri arasında bunun unsurları olacak tüccar sınıfının, -Batılı sermaye güçleri boyutunda- ortaya çıkışına izin vermediği görüşüyle karşılaşılır.

İktisadi ‘bakiye’ mi çöküş mü?

Günümüzde söz konusu bu toplumsal yapının yani, tüccar/sanayici sınıfının ve bunun oluşturduğu modern-şehirli açılımının, geçmişte kalan bir siyasi varlığın bünyesi ile sınırlı olup olmadığı, Türkiye toplumunun Osmanlı Devleti’nin ‘bakiyesi’ olduğu yaklaşımıyla, aslında gizli/açık bir güncelliği içinde barındırıyor. Burada söylenmesi gereken, elbette ilişkili olduğudur…

Bu noktada, Nurettin Topçu’nun bu konuda aktardığı bazı izahlar dikkat çekicidir. Belki de sonda söylenmesi gereken bir hususu, burada ifade ederek devam edelim…

Topçu, Türkiye toplumunda “kültür yapısının iktisadi yapıya bağlı bulunduğunu” işaret ediyor. Onun bu yaklaşımdan ne anlamalıyız? Ne tür bir kültür ve iktisat ilişkisinden bahsetmeliyiz?

Topçu, modern Türkiye Cumhuriyeti’nde toplumu saran iktisadi oluşumun geldiği noktada, yerini serbest (liberal) bir forma dönüş/tür/mesinin neden olduğu sorunlara değiniyor.

Bir yandan küçük bir azınlık tüccar/sanayici, öte yandan kalkınmasını sağlıklı bir şekilde gerçekleştirememiş bir toplumsal yapının unsurları olarak kırsal kesimlerin, şehri bir kurtarıcı ön kabulleri üzerine gerçekleştirdikleri göçlerinin hem iktisadi, hem de bunun ötesinde kültürel yapı üzerinde açtığı derin yaralarla karşı karşıyayız.

Vakti zamanında var olan küçük bir azınlık grubu olarak tüccar/sanayicinin niceliksel olarak artışının öngörülmesi, bunun devlet eliyle ve devlet politikalarıyla teşvik edilmesi ve bunun popülarize edilmesi bugün içinde bulunduğumuz durumdan bağımsız değildir.

Bir başka açıdan söylemek gerekirse, bugün içinde bulunduğumuz durumun tam da temel dayanak noktasını yakın geçmişte ortaya konulan politikaların oluşturduğunu ifade edebiliriz.

Topçu, bu noktada eleştirisini dönemin siyasi elitlerinin, “her mahalleden bir zengin” çıkarma söylemi üzerinden geliştiriyor. Her ne kadar, -o zaman itibarıyla!- niceliksel olarak, her mahalleden bir zengin çıkmasa da, var olan ve zamanla gelişme gösteren zengin kesimin serbest ticaret üzerinden edindiği, sadece maddi kazanım olmamıştır.

İktisat-ruh ilişkisi

Bunun yanı sıra ve de ötesinde, kültürel ve etik yozlaşmanın da bu azınlık sınıf üzerinden topluma enjekte edildiği konusunda dikkat çekici bir söyleme rastlıyoruz Topçu’da.

Bu yaklaşım, Türkiye’de ortaya çıkan bu yapının Max Weber’in Kalvinci Protestan tüccarlarının işlerini yaparken ortaya koydukları etik düşünce ve pratikle pek de bir bağlarının olmadığını gösteriyor.

Her ne kadar, Weber’in Kalvinci etik toplum kesimlerinin varlığından bu yana uzun bir zaman geçse de ve bunun Türkiye toplumu üzerinde bir etkisinden bahsetmek mümkün değilse de, Türkiye toplumda -var olduğu söylenebilecek- dini-milli ahlâki yaklaşımın, kendini belirgin kılması beklenir bir durum olsa gerek.

Ancak, -en azından- Topçu’ya göre böyle bir gelişme yok…

Bir başka deyişle, ortada bir iktisat-ruh ilişkisinden bahsetmek mümkün gözükmüyor. Öyle ki, Topçu eleştirisinde daha da ileri giderek -biraz da kırıcı olarak belki de-, “Allah’sız kazanç” kavramını gündeme taşıyor.[1]

Topçu’nun ‘serbest iktisat’ dediği ve bu iktisadi yaklaşımı sergileyenlere yönelik tasvirinde kullandığı “çok kurnaz ve çok tembel bir kazanç” ifadeleri ise,[2] liberalizmin mottosu olan ‘bırakınız yapsınlar ve etsinler’e tekabül ettiği ortada…


[1] Nurettin Topçu. (2019). “Allah’sız Kazanç”, Nurettin Topçu: Dünden Kalanlar ve Geleceğe Umutlar, (ed.), Ezel Erverdi, 2. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 656. (656-658).

[2] Nurettin Topçu. (2019). “İşsizler”, Nurettin Topçu: Dünden Kalanlar ve Geleceğe Umutlar, (ed.), Ezel Erverdi, 2. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 658. (658-661).

LEAVE A REPLY