Endonezya’nın iki önemli dini cemaati “Alimler Birliği” (Nahdat’ul Ulama-NU) ve “Muhammediyye”de, geçen birkaç hafta boyunca kongreler vardı. Önümüzdeki dönemde liderlik yapacak kadroları belirlemeye yönelik kongreler, ulusal düzeyde ilgi çekmesiyle takip edilmeye değer bir konuydu. NU’nun 33. kongresi, hareketin merkezi Doğu Cava’da Jombang’da meşhur geleneksel dini okullara yakın bir mekânda gerçekleştirilirken, Muhammediyye’nin 47. Kongresi Güney Sulawesi Eyaleti başkenti Makassar’da yapıldı. NU’da liderlik Said Aqil Siradj’a geçerken, manevi lider olarak Ma’ruf Amin seçildi. Muhammediyye’de ise, iki dönemdir başkanlığı yürüten Din Syamsuddin’in yerini bir sosyoloji profesörü Haedar Nashir aldı.

Milyonlarca üyeleri ile sadece Endonezya dini-toplumsal yapısında değil, küresel olarak da dikkat çeken bu iki yapılaşmanın -özellikle de Muhammediyye’nin- gerçekleştirdiği toplantılar ve yeni kadroları seçim süreçlerindeki intizam bir olgunluğun göstergesiydi. Bu iki yapının kongrelerinin önemini ortaya koyan bir diğer husus ise, Devlet Başkanı Joko Widodo’nun (Jokowi) ve bazı bakanların açılışlara iştiraki kadar, Başkan’ın bu iki yapı üzerinden vermeye çalıştığı mesajlardı. Bunlara aşağıda değineceğim.

Ülkenin bu iki önemli ‘sivil oluşumunun’ toplumsal yapıda neye tekabül ettiğini anlamak için varlıklarının bağımsızlık öncesi geçmişe dayandığına dikkat çekmekte fayda var. Bağımsızlık öncesinde, yani Hollanda sömürgeciliğinde din eksenli sosyo-kültürel yapının oluşmasındaki rolleri kadar, İslami anlayışın hangi yönde evrileceği noktasında kendi aralarında da bir çekişme mücadeleye tanık olunur. 1912 yılında kurulan, Batı Sumatralı ‘hocaların’ kurucusu olduğu “Muhammediyye” ekolünün modernist görüşler ekseninde şekillenen yapılaşmasını, 1926 yılında Doğu Cava’da geleneksel dini eğitim kurumlarının liderlerinin öncülüğünde hayata geçirilen “Alimler Birliği” (Nahdat’ul Ulama) izledi. Kuruluş yıllarında Endonezya Müslümanlarını biraraya getiren ve kayda değer bir yapılaşma sergileyen ‘Masyumi’ adlı siyasi partide 1950’li yılların ortalarına doğru yaşanan kırılmanın ve bir daha geri gelmeyen birliğin sancıları bugüne kadar sürüyor. Bu noktada, söz konusu kırılma dönemi ve devamında NU ve Muhammediyye’nin ne türden sorumluluklar yüklendiklerinin de kayda değer bir araştırma alanı oluşturuyor.

Hiç kuşku yok ki, bu iki cemaatin bugün içinde bulundukları konum, Sukarno ve Suharto döneminde oynadıkları/oynayamadıkları rollerin devamı mahiyetinde. Bu çerçevede, Başkan Jokowi’nin Muhammediyye kongresindeki açılış konuşmasında, bu önemli cemaatin ülkenin ‘halen’ ihtiyaç duyduğu reform sürecinde ‘katalizör’ görevi görmesi isteğini dile getirmesi önemliydi. Aslında, bir anlamda gizli/açık yinelenen bu talep bile, Suharto’nun 32 yıllık iktidarının sona erdiği 1998 yılı Mayıs ayında itibaren başlayan ve bugüne kadar devem eden reform sürecinin niteliğine gönderme yapıyordu. Reform hareketinin, böylesine görece uzun bir döneme yayılmak yerine, çoktan bitirilmiş ve ‘konsolidasyon’ sürecine başlanmış olması gerekiyordu. Ancak Başkan’ın bu ifadesinden, gelişmelerin hiç de bu eksende oluş/a/madığı ve bunda dolaylı olarak Muhammediyye’nin sorumluluğuna bir atıf olduğunu düşünebiliriz. Bu bağlamda, dile getirilmesi gereken bir diğer husus, kısa bir süre önce dile getirdiğim üzere, Jokowi’nin siyasi kariyerinde ‘reformcu’ bir politikacı olarak ulaştığı Devlet Başkanlığı görevini yürütürken, kapsamlı bir siyasi ideoloji ve liderlik edebileceği kadroların olmayışı bugün onu Muhammediyye’den açıkça destek aramaya itiyor.

NU’nın açılışına da katılan Başkan Jokowi, burada yaptığı konuşmada ‘NU’yu dünyaya İslam’ın barış dini olduğunu göstermesi çabası sergilemesini ve bu çerçevede çeşitli çevrelerle işbirliği içerisinde olması çağrısında bulundu. İslam’ın ‘Rahmet’ dini olduğuna kuşku yok. Kuşku, uzunca bir süredir nasıl olup da Müslümanları ‘canavarlaştırma’ çabasının sergilenebildiğidir. Belki bu bağlamı anlamaya ve açıklamaya matuf bir çabanın ortaya konması gerekiyordu. Öte yandan, İslam’ı ‘barış’la özdeşleştirmenin bir gerekçesi olsa gerek. O neden de, Jokowi’nin aynı konuşmada, “fakirlik ve eşitsizliğin (burada vurgu ‘adaletsizlik’e olsa gerek) terörizmin kaynağı” minvalli ifadesinde kendini açığa vuruyor. Başkan Jokowi işin ‘bam teline’ dokunma eğilimi gösterirken, tabii ortamın özelliğinden olsa gerek, konunun detaylarına gir/e/mediği de gözlerden kaçmadı. Bununla birlikte, Başkan’ın böylesi bir söylemi şu veya bu şekilde öne çıkarmasında haklılık payı yok değil. Ayrıca, bu yaklaşım, ister istemez, Endonezya’da kimi Müslüman çevrelerde Jokowi’nin ‘komünist ajanı’ olduğu yollu söylemi hatırlatsa da, aynı çevrelerin milyonlarca üyesiyle bu iki ana cemaat yapısının, yoksulluk ve adaletsizliğin ortadan kaldırılmasında -en azından geçen reform sürecinde- ne türden bir başarı skalasına sahip olup olmadıklarını sorgulamaya yanaşmıyor. Gene iş dönüp dolaşıp, Jokowi’nin Muhammediyye’den reform sürecine tam destek olması” talebine gelip dayanıyor!

Söz ‘yoksulluktan’ açılmışken, Kırsal Kalkınma’dan Sorumlu Bakan Marwan Jafar’ın, NU toplantısı bağlamında yaptığı açıklama ilgi çekiciydi. Bakan Jafar, geleneksel dini yapılanma olarak daha çok kırsalda yaygın olan NU’nun, bu toplum kesiminin kalkınma sürecinde rol alabileceğine, hatta sorumluluğu olduğuna vurgu yapıyordu. Aslında devletin kırsal kalkınmaya milyarlarca Dolarlık fonlar aktarmasına rağmen, fonların merkezden-köye ulaşıncaya kadar tabiri caizse ‘erimesi’ ve nihayetinde köylünün eline pek de işe yarayacak bir meblağın ulaş/a/mamasının temel nedeni üzerinde durmuyordu. Her halde bu noktada, NU yetkililerinin söyleyecek sözü olmalıydı diye de düşünmeden edemiyoruz.

Toplantılara bir tepki de ‘yarı bağımsız’ bir kurum olarak bilinen “Endonezya Alimler Konseyi”nden (MUI) geldi. Konsey lideri Anwar Abbas, ülkeye daha iyi hizmet amacıyla her iki cemaatin ‘stratejik’ bir yakınlaşma içine girmesine ve çok daha yapıcı roller almalarına vurgu yapıyordu. Tabii, gerek Başkan Jokowi’nin, gerekse MUI liderinin talepleri bağlamında gündeme gelen açık bir çelişkiye de dikkat çekmeliyiz. Bu noktada, NU ile Muhammediyye’nin eğitim süreçleri ve cemaat perspektifi ayrımlarından ötürü kaçınılmaz olarak farklı değerlendirilmeye ihtiyaç duyuyor.

Tüm bu ve benzeri açıklamalar çerçevesinde acaba bu iki cemaat yapısı ile siyaset ilişkisi nedir sorusu gündeme geliyor. Bu bağlamda, Muhammediyye’nin her ne kadar çeşitli kademelerinde aktif veya pasif görev alan mensuplarının mevcut siyasi partiler içerisindeki bir takım roller üstlenseler de, yeni seçilen Hadir Nashir’in ilk demecinde bir ‘cemaat’ olarak ‘siyasete tarafsız’ kaldıkları vurgusudur. NU kongresinde de, başkan seçilen Said Adil Siradj yanlıllarınca, NU’nun siyaset kurumları karşısında ‘tarafsız’ kalması yönündeki demeçler dikkat çekiyordu. Bu anlamda, örneğin Muhammediyye’den gelen söz konusu bu açıklamanın, Jokowi’nin bir türlü bitmek bilmeyen ‘reform’ sürecine ‘katalizör’ olarak davetiyle, şu veya bu şekilde, doğal bir çelişkiye işaret ediyor. Başkan Jokowi’nin Muhammediyye’den beklentisi, sadece ulusal siyaset çerçevesinde değil, Filistin’e destekten dünya başırına katkı gibi ‘üst plânda’ bir çağrıda bulundu. Bu çağrıların önemine kuşku olmamakla birlikte, Muhammediyye’nin bu ‘yükün’ altından kalkabilecek bir entellektüel yeterliliği olup olmadığı da cevabını bekleyen sorular arasında.

Bu çerçevede, iki cemaatin de ‘siyasete tarafsız kalma’ yaklaşımlarının anlaşılabilir boyutu olmakla birlikte, siyaset alanın da içinde yer aldığı geniş toplumsal yapıda yapıcı-tutarlı ve toplumu ‘iyiye’ dönüştürücü rol oynama arzuları olduğuna kuşku yok. Bu bağlamda, her iki yapının mensuplarının eğitim, bürokrasi, ordu-polis, iş çevreleri gibi toplumsal dinamiğin merkezindeki kurumlarda rol almakla birlikte, bu kurumları dönüştürebildiklerini söylemek de pek mümkün değil. Bunun en açık göstergesi de, Başkan Jokowi’nin yukarıda ifade ettiğimiz ‘reform’ yolunda talep ettiği açık destek. Zikrettiğimiz bu toplumsal kurumlar ülkenin en sorunlu, değişim önünde en direnç gösteren kesimleri olmaları hasebiyle, ortada bir başka tezata gönderme yapıyor. Ülkede neredeyse endemik bir hâl alan ‘yolsuzluğun’ aşılamamış olması, milyonlarca mensubu olan bu iki yapının siyaset alanı bir yana, dini-toplumsal unsurlarıyla nasıl bir performans sergilediğini ortaya koymaz mı? Bu noktada, sadece tekil veya gruplar arasında dönen sınırlı bir yolsuzluk olgusundan bahsetmediğimiz gibi, yolsuzluğun salt ‘maddi’ alanla sınırlığı olmadığını ve buna indirgenmemesi gerektiği de cesaretle dile getirilmelidir. Ortaya böylesi bir ‘fotoğraf’ çıkıyorsa, o zaman bu iki yapının bölgesel ve küresel sorunlar çerçevesinde gerek ümmete gerekse insanlığa sunabilecekleri neler olabilir diye bir başka soruyu gündeme taşıyabiliriz. Küresel demişken… Gerek kimi siyasiler gerekse medyada çıkan çeşitli yazılar, her iki cemaate küresel sistemin argümanlarını hatırlatacak şekilde bir görev biçtiklerine de şahit olunuyor. Bu minvalde, gelen tepkiler arasında ‘ılımlılık’ öne çıkan bir olgu oldu.

Ülkenin bu iki önemli ‘sivil oluşumunun’ bağımsızlık öncesi geçmişi dikkate alındığında sosyal yapı kadar politik yapının da şu veya bu şekilde kurucu unsuru olduğu görülür. Her ne kadar, günümüzde her iki ‘cemaat de’ siyasi alanda aktif yer almamak, tarafsız kalmak gibi söylemleri öne çıkarsalar da, yakın geçmişte bu yapılar içerisinde yer alan gerek tekil gerekse grupsal yeterlilik bağlamında mevcut siyasi oluşumların içinde hem de oldukça aktif olarak yer aldıkları gözlemleniyor. Örneğin bu noktada NU’nun önde gelen liderlerinden ve Hasyim Muzadi’nin -cemaatin liderliğini yaptığı bir dönemde- 2004 yılı başkanlık seçimlerinde Endonezya Mücadeleci Demokrat Parti lideri Megawati Sukarnoputri’nin yardımcısı ve öte yandan gene NU’nun önemli isimlerinden ve Abdurrahman Wahid’in kardeşi Salahuddin Wahid’in 2004 seçimlerinde özellikle Doğu Timor’daki insan hakları ihlallerinin bir numaralı sorumlusu olarak dikkat çekilen eski general Wiranto’nun yardımcısı olarak seçimlere katılmasını nasıl açıklayacağız? Ya da 1999-2001 yıllarında devlet başkanlığı yapan merhum Abdurrahman Wahid’in siyasi projesini nereye koyacağız? NU lider kadrosunun siyasetle ilişkisi bu minvalde seyrederken, Muhammediyye’nin eski lideri Amien Rais’in meclis başkanlığı yaptığı ve devlet başkanlığı teşebbüsü unutulamayacağı gibi, daha geçen hafta Din Syamsuddin, Muhammediyye’nin siyasi parti kurabileceği sinyali dikkat çekiciydi. Her iki cemaatin böylesi siyasi  yatırımları ortada dururken, siyaset dünyasıyla ilişkilerinde taraflılık/tarafsızlık dikotomisi nasıl açıklanacak?

Endonezya’da bir reform dönemi gerçekleştirilecek ise yukarıda zikredilen iki cemaatin buna katkısına şüphe yok. Ancak bu yapıların kendi iç dinamiklerini iyi hesap etmeleri, toplumsal yapı içerisinde uygulanagelen devasa yanlışlara açık yüreklilikle ‘hayır’ diyebilmeyi ve çözüm üretebilmeyi acilen gündeme taşımaları gerekiyor.

 

http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/337583/nu-ve-muhammediyye-kongrelerinden-izlenimler

LEAVE A REPLY