Mehmet Özay 17 Mayıs 2012
Myanmar siyasetinde bir kadın figürünün öne çıkışını Batılı cinsiyet ayrımcılığı bağlamında değerlendirmeyi, düşülebilecek en kolay hata olarak değerlendirebiliriz. Okur-yazarlar arasında hele ki, gazeteci sıfatıyla konuya yaklaşanlar arasında böylesi bir hata olsa olsa cahillikle ilişkilendirilebilir. Suu Kyi’nin 1 Nisan’da yapılan seçimlerde parlamentoya girişini “kadının gücü” olarak yorumlanabilir elbette. Ancak bu kadın figürü ne Myanmar’a yabancı ne de ülkenin içinde bulunduğu Güneydoğu Asya’ya.
Yani, kadın figürünün toplumsal yaşamın en görünür alanı olan siyaset sahnesinde yer alışı bir tesadüf değil. Bunun, özellikle de, Pasifik Adaları’ndan başlayarak Güney Asya sınırlarına kadar ulaşan topraklarda yaşayan halkları buluşturan Austronesian toplum özelliğinin, yani antropolojik yapılaşmanın günümüzdeki versiyonu olduğunu ileri sürebiliriz. Bu çerçevede, tarihin değişik evrelerinde ortaya çıkmış kadın figürlere değinmenin bir başka yazıya konu olduğunu burada belirtelim.
Ancak şu kadarından bahsetmekte fayda var… Tarihin değişik evrelerinde krallıklarda ve sultanlıklarda yöneticilik vasfıyla rol almış Güneydoğu Asya kadınının bu rolünün gelişigüzel bir bahş karşılığında değil, bizatihi bölgenin kültürel donanımının bir uzantısı olarak gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Yani, bu çerçevede Batı’da gelişme gösteren erkeğin egemen konumundan, kadın-erkek cinsiyeti ayrımına, yakın dönemlerde neşet eden “özgürlükçü kadın” olgusuna değin neler yaşandıysa, Güneydoğu Asya’da cinsiyetler arasında tastamam farklı bir ilişkinin varlığı hüküm sürmüştür.
Şöyle yakın bir geçmişe göz atıldığında da Güneydoğu Asya toplumlarında kadın figürünün siyasi alanda kimilerine “göz kamaştırıcı” gelecek başat konumları dikkat çeker. Bir yanda Endonezya’nın Megawati Soekarnoputrisi, öte yanda Filipinlerin Gloria Arroyo’su , daha yakınlarda Tayland’da başbakanlık koltuğuna oturan Yingluck… Bu ülke nüfuslarını hesaba kattığınızda altıyüz milyonluk Güneydoğu Asya halklarının neredeyse yarıdan fazlasının kadınların yönetiminde olduğu görülecektir. Hadi bu “kadın egemen” politik haritaya Hindistan’ı, Pakistan’ı, Bengaldeşi, Sri Lanka’yı eklediğimizde, akla hiç de Batı’daki “beyaz kadının” siyasi tanınırlık ve meşruiyet kazanımındaki süreçlerle karşılaştığımızı düşünebilir miyiz? Şimdi sıra Myanmar’da Suu Kyi’ı görmeye geldiğinde şaşıracak mıyız? Hayır. Şaşıranlar varsa, bu, olsa olsa bu coğrafyaya kayıtsızlıklarındandır. Kaldı ki, Suu Kyi, siyaset sahnesine yeni çıkan bir figür de değildir. Bundan 20 yılı aşkın bir süre önce yani 1990’da yapılan seçimleri %90 gibi yüksek bir oyla kazanan kadın lider değil miydi?
Bu kadın figürlerinin, dönemin dışardan ithal eğilimlerinin bir ürünü olarak “öncü erkek” figürünün arkasında kaldığına işaret edilmeden geçilmemeli. Örneğin, Megawati, babası Sukarno’dan; Benazir Bhutto babası Zulfikar Ali Bhutto’dan, Yingluck abisi Thaksin’den, Gloria Arroyo babası Diosdado Macapagal’dan; Indra Gandhi’yi babası Nehru’dan ve de Suu Kyi’si babası Aung San’dan ne kadar ayırt edebiliriz. Ancak bu durum, Güneydoğu Asya’da kadının tarihsel olarak oynadığı ve oynamakta olduğu düşüncesinde bir zaafa yol açmaz.
Bir de bu kadın siyasetçilerin politika sahnesine çıkışları dikkat çekici kimi özellikler sergiler. Bunların başında uzun diktatöryal rejimlerin kök saldığı bir ortamın nihayete erdiği bir döneme vurgu önem taşır. Megawati, 32 yıllık Suharto iktidarının akabinde yapılan ilk serbest seçimlerde oyların çoğunu almıştı. Suu Kyi’nin de ülkenin yarım yüzyıla varan askeri cunta rejiminin “izin verdiği ölçüde” gerçekleşen seçimlerde büyük bir oy potansiyelini yakaladığını görürüz.
Güneydoğu Asya kapısını araladıkça, Batıdan tevarüs ettiğimiz “kadın imgesi”nin aksine, kadın olgusu ve toplumsallığı anlayışımız bağlamında çok şey değişecek gibi…