Mehmet Özay 18.10.2021
Myanmar’da 1 Şubat 2021 tarihinde yapılan darbenin ardından geçen süre zarfında ortaya çıkan istikrarsızlık, ülkenin yeni normali haline dönüşmüş gözüküyor.
Aradan geçen süre zarfından Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nden (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) gelen zayıf tepkilere; Myanmar nezdinde atanan elçiye ve Birleşmiş Milletler tarafından darbeci yönetime yapılan çağrılara karşın bugün Myanmar’da sadece, demokrasi ve insan hakları değil, insani durum da gerileme kaydetmesi, ortada oldukça kritik bir durumun olduğuna işaret ediyor.
Neler oldu?
Nisan ayının sonlarında Cakarta’da yapılan toplantıda, ASEAN ile Myanmar cunta yönetimi arasında 5 maddelik bir anlaşmaya varılmış ve özel bir elçi tayini kararlaştırılmıştı.
Eylül ayında ise, Birleşmiş Milletler Genel Konseyi açılış konuşmalarında Myanmar’daki gelişmeler, BM İnsan Hakları özel temsilcisi Eamon Gilmore tarafından gündeme getirilmiş ve ardından, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Eylül ayı sonunda Myanmar’da darbenin sadece siyasal hakları değil, ülkede geniş kesimleri etkileyen insani duruma dikkat çekmişti.
Guterres, bu konuda BM’nin özellikle, ASEAN ile işbirliği içerisinde olduğunu ifade etse de, bugüne kadar önemli bir gelişme ortaya konulabilmiş değil.
Birleşmiş Milletler yetkililerinin umut vaat etmeyen açıklamaların ardından, bu ayın ortalarında Myanmar’ın başkenti Nya Pya Taw’ın ziyaret etmesi beklenen ASEAN özel temsilcisi Erywan Yusof’a izin verilmemesi, gelinen durumu açıkça ortaya koyuyor.
Kötürüm demokrasi
Ortaya çıkan durumun sorumluları aramak ve çözüm bulunmak istendiğinde sadece, darbeci generallerin olmadığı artık giderek daha iyi anlaşılıyor.
Myanmar’ın bugün karşı karşıya kaldığı cunta rejimi, aslında ipuçlarını Arakanlı Müslümanlara yönelik olarak yapılan zulüm ve etnik soykırım sürecinde ortaya koymaya başlamıştı.
2012 yılında başlayan ve inişli çıkışlı seyir takip ederek nihayetinde, 2017 yılında yüzlerce Arakanlı Müslüman’ın öldürülmesi, 700 bini aşkın kişinin de sınırı geçip Bangladeş topraklarında mülteci konumuna gelmesine yol açan gelişmelerde dönemin Ulusal Demokrasi Birliği (National League for Democracy-NLD) hükümetinin gerekli adımları atmaması ve uluslararası çevrelerle işbirliğini geri çevirmesinin rolü unutulmamalıdır.
Suu Kyi’nin tepkisizliğine ve ulusal ordu Tatmadaw’ın insan hakları ihlâllerine karşı korumacı yaklaşımına, uluslararası çevrelerden bazı tepkiler gelmiş ve kendisine verilen demokrasi ödülleri geri alınmasıyla, “demokrasi ikonu” statüsünü de yitirmişti.
Buna rağmen, NLD hükümeti geri adım atmadığı gibi, etnik soykırım iddialarıyla ilgili olarak Uluslararası Adalet Mahkeme’sindeki davaya Suu Kyi bizzat katılarak, ortaya koyduğu savunmacı duruşunu uluslararası arenada teyit etmiş oldu. Ancak bugün gelinen noktada, Suu Kyi ve partisi aynı generallerin zulmüne maruz kalmış durumda.
Öte yandan, bazı çevrelerin dile getirdiği üzere, Arakanlı Müslümanlar sorununa kapsamlı çözüm bulunabilmesini, Myanmar’da ulusal çerçevede insan hakları sorununun halledilmesiyle yakından bağlantılıdır. Bunda haklılık payı olmakla birlikte, gayet önemli bir eksikliği de içinde barındırıyor.
Arakanlı Müslümanlara yönelik şiddet ve etnik soykırımın 2012 yılı Haziran ayında başladığı, düşük yoğunluklu olarak zulmün devam ettiği birkaç yılın ardından, 2015 ve 2017 yıllarında üst düzey çıktığı süreçte Karen, Kaçin, Mon, Şan gibi merkezi yönetimle farklı düzeylerde de olsa çatışma ortamı yaşayan etnik yapılar sessiz kalmıştı.
Bu durum, hiç kuşku yok ki, hem Arakanlı Müslümanlara karşı geliştirilen yok etme politikalarının uygulanmasına hem de, demokratikleşmeye çalışan ülkenin darbeye maruz kalmasına yol açan bir süreç olarak tarihe geçti.
Darbe sonrası kaos
Darbeciler ülkenin, bırakın sınır bölgelerindeki zaten çatışma halindeki eyaletleri, ülkenin Bamar etnik çoğunluğunun yaşadığı Yangon gibi eski başkent ve ülkenin orta kesimini oluşturan Mandalay bölgesinde bile, tam anlamıyla kontrolü sağlayabildiğini söylemek güç.
Bunda hiç kuşku yok ki, darbe sonrası kurulan sürgün hükümeti statüsündeki Ulusal Birlik Hükümeti’nin (National Unity Government-NUG) şu veya bu şekilde belirleyiciliğinden bahsedebiliriz.
Ancak mevcut durumun tam da, yukarıda dile getirilen kaos ortamına işaret ettiğini vurgulamak gerekir. Henüz düşük düzeyde seyretmekle birlikte, ulusal ordu Tatmadaw ile NUG’la birlikte hareket eden sınır bölgelerindeki bağımsızlıkçı veya otonom hak iddia eden eyaletlerdeki etnik yapılar arasında çatışma riski her zamankinden daha fazla.
En kötü ihtimalle, düşük yoğunluklu mevcut çatışma durumu korunsa bile, yukarıda dikkat çekildiği üzere, ülke genelinde ekonomik üretim ve insani yardım süreçlerini olumsuz etkileyeceğine kuşku yok.
Öte yandan, darbeci hükümet yeniden Hollanda’da bulunan ‘Uluslararası Adalet Mahkemesi’ tarafından yeniden incelemeye konu oluyor…
2015 ve 2017 yıllarında Arakanlı Müslümanların yaşam sürdüğü Rakhine Eyaleti’nde yaşanan şiddet olaylarında binlerce kişinin hayatını kaybetmesi ve sayısı 700 bini bulan halkın Bangladeş’e sığınmasına yol açan gelişmelerin de yer aldığı insan hakları ihlâlleriyle ilgili olarak sürgün hükümeti NUG’un başvurusu bulunuyor. Bu sürecin nasıl bir sonuçlanacağı ilerleyen aylarda tanık olacağız.
ASEAN ikilemi
Bu çerçevede, Myanmar’daki gelişmeden en çok etkilenecek olan, ASEAN içerisinde de bir tür huzursuzluktan bahsetmek mümkün.
Myanmar’da yaşanan darbenin ardından, 24 Nisan 2021’de Cakarta’da yapılan toplantının ardından, ASEAN ve Myanmar arasında 5 maddelik anlaşma konusunda bir gelişme söz konusu değil.
ASEAN zirvesine katılan darbeci general ve de facto devlet başkan Min Augn Hlaying yapılan görüşmeler sonrasında, özel elçi atanması kararını benimsemiş ve ardından dönem başkanı Bruney Sultanlığı dışişleri bakanlığından Erywan Yusof özel elçi olarak atanmıştı.
Bu süreçte, ASEAN-Myanmar ilişkilerini yönetmesi beklenen özel elçi ErywanYusof’un geçtiğimiz günlerde yapması beklenen May Pyi Taw ziyareti, darbeci hükümet tarafından engellendi. Engellemeye neden olarak ise, elçinin ev hapsinde tutulan dışişleri eski bakanı ve de facto başkan konumundaki Suu Kyi ile görüşme talebi olduğu belirtiliyor.
ASEAN bölgesindeki diğer ülkelerde demokratikleşme süreçlerinin de bu gelişmeden gizli/açık etkilenebileceğini söylemek mümkün.
Demokrasiye dönüş adımlarının atılmaya başlandığı 2010 yılından itibaren, başta ASEAN olmak üzere ve ASEAN’la birlikte kendini dünyaya açan Myanmar’ın istikrarsızlığa itilmesi hiç kuşku yok ki, en başta ASEAN’ı etkileyecektir.
Hem ekonomik birlik statüsüne geçmiş hem de, bölgesel istikrar nedeniyle dış yatırımlara gayet açık ASEAN’ın önemli bir sınav sürecinde olduğuna kuşku yok. Bu durum, bölgenin bütüncül olarak ekonomik kalkınmasına olduğu kadar, örneğin Güney Çin Denizi gibi Çin’le olan ilişkilerine de sekteye uğratacaktır.