Mehmet Özay                                                                                              24.07.2021

Kimlik olgusu, sadece günümüz insanının değil, insanlığın başlangıcından bu yana varlığını sürdürmekte ve öznesi olan insanı meşgul etmektedir.

Kimlik demekle burada daha çok, varlık ve bilinç bağlamına vurguyu gündeme getiriyoruz. Temelde, söz konusu bu kimlik olgusu ile modern döneme damgasını vuran ulus-devletin varlığından nüfuz eden kimliği kastetmediğimiz ortadadır.

Kimlik, inanç ve inançdışılık

Varlık ve bilinç çerçevesindeki kimlik olgusunda köklü geleneği ile dikkat çeken husus, onun inanç özlü/kaynaklı oluşudur.

Öyle ki, inanç noktasında, bu olguyu inşa etmede vahyi dinlerin yanı sıra, aynı zamanda dünyevi olarak adlandırılan dini/msi yapıların evreni, insanı, yaşamı anlamlandırmadaki rolüne dikkat çekmekte yarar var.

Bunun yanı sıra, sadece modern dönemde, adına sekülerleşme (secularization) denilen bağlamlarla sınırlı olmayacak aksine, tarihsel evrelerin farklı dönemlerinde de kendini gösterdiği ileri sürülebilecek şekilde, belirli inanca/inançlara mesafeli açıklamaların bundan kaçındığını söylemek mümkün değil.

Gelenek-modern dikotomisi ve kimlik

Kimlik inşasının kapalı/açık toplumlar, geleneksel/modern toplumlar vb. kategorileştirmeler nezdinde bir farklılaşması söz konusu olmakla birlikte, ortada var olan gerçeklik (reality), insan tekinin gerek birey olarak kendi başına, gerekse bir topluluk bünyesindeki varlığını anlamlandıracak bir kimlik edinimine duyduğu ihtiyaçla bağlantılıdır.

Bu ihtiyacın duygusal/psikolojik, toplumsal/politik, zihinsel/entellektüel, vicdani/ahlâki vb. bağlamları olduğu hatırlandığında, bu ihtiyacı gidermenin öylesine kolay, gelişigüzel, anlık olmadığı da kendini belirgin kılmaktadır. Söz konusu bu alanların sınırlarının, bireyden topluma ve oradan genel varlığa doğru alabildiğine genişlediği düşünüldüğünde ortada üstesinden gelinmesi gereken gayet önemli bir durum olduğu da aşikârdır.

Bu yönelime teşebbüs etmek ile etmemek arasında yaşanan gizli/açık kaygı (anxiety), temelde bu genişleyen alanla bağlantılıdır.

Her ne kadar, sosyoloji toplumları tasnif ederken örneğin, geleneksel/modern ayrımında ortaya konulduğu üzere, geleneksel topluma yönelik gizli/açık gayet olumsuzlayıcı yaklaşımında bireyi göz ardı eden ve hatta, kimi ölçülerde neredeyse onu yok mesabesinde kabul eden bir tutum sergilese de, hiç kuşku yok ki, insan tekinin ve topluluklarının kimlik edinimleri, gayet kendinde ve anlamlı bir mücadeleye konu olmaktadır.

Bu mücadele hem bireyin kendi içinde psikolojik, yan yana birlikte yer aldığı ya da aldığı düşünülen bireylerle oluşturduğu sosyallik yapısı içerisinde entellektüel, hem de her ikisini içine alacak şekilde vicdani/ahlâki bağlamları ile önem arz etmektedir.

Bu süreç, gerek geleneksel gerek modern toplumlarda insan tekinin kendini bilmeye başlamasıyla tedrici olarak gündeme gelmeye başlayan ve hayat boyu devamlılığı dikkate alındığında, azımsanmayacak bir süreçte sergilenen ve tekrarlanan (recursive) bir çaba bize, aynı zamanda kimlik ediniminin ne denli zorlu bir bağlama konu olduğunu da göstermektedir.

Bu dinamizm, bireyin kendi başına otonom niteliğiyle, içinde var olduğu ilgili topluma bağlılığı arasındaki gidiş gelişleri, yalpalamaları ve karşılıklı yapılaştırmaları gibi süreçleri de beraberinde getirmektedir.

Bununla birlikte, sosyolojinin reddetme eğilimi sergilemesine rağmen, geleneksel toplum yapısında, -burada tartışılmasına gerek görülmeyen unsurlarından dolayı- kimlik edinimi modern döneme göre görece belirli sınırlılıklara indirgenebilirken, edinilen kimliğin sürdürülebilirliğindeki istikrar, içinde yaşanılan toplumun ve bu toplumu oluşturan kurumların katkısı ve desteği bütüncül bir yapının oluşturulmasını sağlamaktadır.

Sosyoloji: red ve inkâr

Adına geleneksel toplumdan modern denilen topluma/döneme yönelme aşamaları ve bu döneme geçilmesi sonrasında kimlik ediniminin farklılaşmakla kalmayan, çoğullaşan ve bu anlamda gizli/açık bir tür kimlik karmaşası/bunalımı olarak da telâffuz edilen bir duruma yol açtığına tanık olunmaktadır.

Söz konusu bu karmaşa, dönemin sosyal bilimcileri tarafından gündeme getirilen modern tutarsızlık (modern inconsistency) kavramı çerçevesinde ele alınmayı hak etmektedir.

Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, Max Weber’in “demir kafes” (iron cage) kavramını gündeme getirmek suretiyle, metaforik olarak ortaya koymaya çalıştığı gibi, tecrübe edilen modern dönem içerisinde kimlik sorunu da olmak üzere, geleneksel toplumdan temel farklılaşmasıyla dikkat çekmektedir.

Bu noktada, sosyolojinin kendine inceleme alanı olarak seçtiği, adına “modern” denilen toplumlardaki sosyal olgular/gerçeklikler ortaya zorunlu olarak bir anlama, tanımlama süreci çıkarırken, gelinen noktada kaçınılmaz olarak bunu hem kendisine hem de incelemeye konu olan çevrelere dayatan bir yönü olduğu dikkat çekilmelidir.

Post-modern: Tutarsızlığın devamı

Öte yandan,  aradan geçen süre zarfında hem zaman, hem ilişkiler noktasında moderni aşan (post-modern) toplumsal ilişkiler ağında, ne tür dengesizlikler ve tutarsızlıklarla karşı karşıya kalındığı meselesinin öneminin de, bir o kadar artış gösterdiğine işaret etmekte yarar var.

Bu çerçevede, modern dönemin ürünü olan sosyal bilimlerin ve içerisinde kendine özgü bir yer edinen sosyolojinin, temelde felsefeden gayet önemli bir şekilde istifade ederek gündeme getirdiği görülen çeşitli teoriler çerçevesindeki yaklaşımı, insanı vahyi kimlik edinimi ve hatta geleneksel kimlik edinimi ile sorunlu bir ilişki oluşturduğuna gizli/açık inandırma amacını taşımaktadır.

Ancak, bu gelişime ve yönelime rağmen, bir bilim dalı olarak sosyolojinin temelde böylesi bir görevle kendini yükümlü tutup tut/a/mayacağı ve bunu açımlama hedefi güdüp güd/e/meyeceği de tartışılmalıdır.

LEAVE A REPLY