Mehmet Özay 01.04.2019
Modernleşme süreçlerinin yukardan aşağıya hiyerarşik yapılandığı toplumlarda geleneksel değerlerin alt üst oluşu genel bir kabul olarak değerlendirilir. Modern sonrasına atıfta bulunan kavram yani, post-modern ile vurgulanmak istenen önceki dönemi aşan veya aştığı düşünülen bir süreç olduğu varsayımıdır. Ancak post-modernin, bizatihi modernin bir ürünü olduğu konusu göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Modernle arasında sorunlar olduğu varsayılan, diyelim ki bununla geleneksel-dini yapıları kast etmiş olalım, adına post-modern denilen ve bu geleneksel-dini yapıların pek de dahli olmadan ortaya çıkmış olan bu ikinci süreci kucaklayıcı yaklaşımlarında bir çelişki olduğu göze çarpmaktadır. Bu noktada, akla, kendinde bir toplum inşası süreçlerinde aktif ve belirleyici olmaktan çıkmış veya bu imkânı büyük ölçüde yitirmiş toplumların, buna imkân tanıyacağı varsayılarak post-moderniteye yönelmelerinin çözümü değil, aksine temelde bir açmazı içinde barındırıp barındırmadığı sorusu gelmektedir.
Öyle ki, salt akademik bağlamda değil, gündelik yaşam alanlarında ve söylemlerinde de karşılığı bulunan post-modern yapılaşma, geleneksel-dini yapıların otantik bir bağlamda, kendinde var olabileceği savını gizli/açık gündeme taşımaktadır. Veya biraz daha ileri giderek, bu yapıların, böylesi bir sava kendilerini inandırdıklarını söylemek bile mümkün. Ancak bu durum, geleneksel-dini yapıların, aslında post-modernin doğasında var olan belirsizliklere ve akışkanlıklara direnç gösteremeyeceğini ortaya koymaktadır. Ortaya çıkan bu durumun, bir ölçüde vazgeçildiği ya da geride bırakıldığı düşünülebilecek modern dönemde yukardan aşağıya gerçekleşen hiyerarşik yapılanmanın geleneksel-dini yapılar üzerinde gerçekleştirdiği tahribatın, post-modern dönemde adına yatay denilebilecek yapılanmanın, önünde hiçbir sınır tanımaksızın tekilliğe ve belirsizliğe kapı açarak devam ettirdiğine şahit olunmaktadır.
Bu bağlamda, gündelik yaşam içerisinde geleneksel-dini toplumsal bağlama aidiyeti olduğu var sayılan bireylerin ve toplumsal grupların, tam da bu post-modern yapılaşmanın dayatması karşısında, kendilerini savunmasız bularak ve aynı zamanda bu savunmasızlığı içselleştirerek savunmasız kılmayı, bilerek veya bilmeyerek bir amaç ve gaye haline getirmeleri olgusuyla karşı karşıyayız.
Gündelik yaşamın en görünür yerinde duran, sembolik değerlerine dikkat edildiğinde, bu değerlerin içinin boşaltılmakta olduğu ve bu sürecin yürütülüşünün, öznelerinin ve nesnelerinin aynı birey ve toplumsal grup/lar tarafından gerçekleştirilmekte olduğu tezatı kendini ortaya koymaktadır.
Böylesi bir toplumsal grubun kendini sözde bağımsız, ancak temelde kimliksiz ve de bağımlı kılmaya matuf yapılaşmasının post-modern dönemin getirisi olduğu hususu dikkate alındığında, girişte dikkat çekilen post-modern durumun bir imkân mı yoksa modern karşısında direnç gösterme yetisine sahip olduğu düşünülebilecek bir yapının dahi, artık istençsiz ve dirençsiz kalmasıyla terz bir yöne doğru mu evrildiği sorusunu akla getirmektedir.
Açık Medeniyet, Yıl 2, Sayı 2, Nisan, s. 56.