Mehmet Özay                                                                                              01.05.2022

Karl Marx ve Friedrich Engels’in ortaya koydukları ve Marxizm adıyla anılan düşünce sistematiğinin bugünkü toplumsal koşullarda neye karşılık geldiği konusu önemlidir.

Bu noktada, 1 Mayıs işçi bayramı söyleminin bu felsefi-sosyolojik düşüncenin teorik yanının tartışmaları kadar, pratikte günümüz toplumlarına ne söylediği veya söyleyebildiği konusu üzerinde kısaca durmakta yarar var.

Marxizmin varlığı

Marksist düşüncenin günümüz toplumlarında varlık iddiasını sürdürmesini sağlayan husus, tüm değişmelerine ve kopuşlarına rağmen, akademi çevrelerindeki teorik çalışmalarda başat olduğu ileri sürülebilecek konumunu yanı sıra, görünür popüler bağlamda 1 Mayıs kutlamalarında olduğu gibi, kendini dünyanın farklı bölgelerindeki toplumlarda kamusal alana taşan boyutuyla sembolik ve ritüel boyutlarıyla ortaya koymaktadır.

Karl Marx’ın ve yakın dostu Friedrich Engels’in tasarladıkları toplumsal değişim ve bunun işçi sınıfları vasıtasıyla oluşması düşüncesi Batı Avrupa’da veya genel itibarıyla Avrupa’da, aradan geçen zaman zarfında karşılık bul/a/masa da, Marx ve Engels bugün Batı Avrupa düşünce ve sosyoloji tarihinde yerlerini almışlardır. Ve yaşadıkları dönem Batı Avrupa özellikle de Alman, Fransız ve İngiliz toplumlarını anlama çabalarında sergiledikleri analitik düşünce tüm indirgemeciliğine rağmen, anlamlı bir bağlamı olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, bugün 1 Mayıs kutlamalarıyla ortaya konulmak istenen düşünce ve ritüellerin, yukarıda dikkat çekilen Batı Avrupa toplumları ve belki daha çok, bizatihi bu toplumların ürettiği düşünürler/sosyologlar tarafından ‘öteki’ olarak adlandırılmış Doğu toplumlarında nasıl bir toplumsal gerçeklik payı olup olmadığı sorgulanmayı hak etmektedir.

Sınıf temelli yaklaşımın geçerliliği

Bununla kastedilen, adına işçi sınıfı (labour class) denilen ve sosyolojik olarak diğer başat bir toplumsal sınıfa yani, burjuva sınıfına (bourgeoisie class) tezat teşkil eden yapının bir siyasal egemen ve iktidar yapısı olup olamayacağı ve bunun imkânının sosyolojik bir gerçekliğe tekabül edip etmemesiyle bağlantılıdır.

Bu durum, bizi Marx ve Engels’in eserlerini ve eylemlerini ortaya koydukları 19. yüzyıl şartlarındaki ‘ağır’ sanayi toplumu (industrial society) sınıfsal gerçekliklerinin, aradan geçen süre zarfında ortadan kalktığı ya da gayet önemli değişimler geçirmesi nedeniyle farklı bir toplumsallık durumuna tekabül ettiği gerçeği karşısında kuşkusuz ki, önemli bir sorgulamaya götürmektedir.

Bugün, ortada bir sanayi kavramının olmasına rağmen, sanayi kavramının ve de somut olarak karşılığının önemli değişimlere konu olması, karşımızda kitlesel bir güce ve organizasyona karşılık gelecek klâsik bir ‘işçi sınıfı’; böylesi bir kavrama tekabül edecek işçilerin çoklu varlığına; bunların tek hedef ve ideal uğrunda birleşmelerine olanak tanıyan siyasal bilince -ki bu, Marxist terminolojinin bizatihi kendi ifadesiyle ‘sınıf bilinci’ne (class conciousness) tekabül eder- sahip olmadıkları yönünde bir sonuca ulaştırmaktadır.

Tam da, burada ‘modern cemaatçi’ bir yapı olarak adlandırılmayı hak eden klâsik işçi sınıfı tanımı ve yaklaşımlarının, neredeyse -en azından- yarım yüzyılı aşkın bir süredir dünya sosyal bilim çevrelerinde egemen olan post-modern durumun insanları cemaatleşmekten bireyleşmeye; çoğullaşmaktan tekilleşmeye doğru sevk eden düşünce (thought) ve pratiğinin (praxis) işçi sınıfının oluş/a/mamasına ya da böylesi var olduğu kabul edilebilecek işçi sınıfının çözülmesine, form değiştirmesine, başkalaşmasına neden olduğu ileri sürülebilir.

Marxizme temel teşkil eden 19. yüzyıl toplum yapısı 

19. yüzyıldan bu yana ortaya çıkan farklı toplumsal şartların ürettiği toplumsal gerçeklikler (social reality), bize günümüz toplumlarında Marx ve Engels’in düşündükleri veya hayal ettikleri (imagine) bir işçi sınıfı bütünlüğü ve bunun mücadeleci kimliğiyle iktidar olma kurgusunun artık olmadığını gösteriyor.

O zaman, adına 1 Mayıs denilen sürecin tüm söylem, sembol ve ritüelleriyle kime ne anlam ifade ettiği konusunun sorgulanacak bir duruma eşdeğer olduğu iddia edilebilir. Bu noktada, geçmişe dönüp ortaya konulan düşünce yapısına kısaca göz atmakta yarar var.

Karl Marx’ın, Batı Avrupa’da şehirli toplum yapısının bir sonucu olarak ortaya çıkan sınıflı toplum yapısında iki temel ayrım yani, diyalektik yaklaşımla tanımlama çabasının ürünü olan burjuva toplum kesimleri ile işçi kesimlerinin çatışarak ayrışması anlamına gelir.

Temelde, Marx’dan önce, ‘sınıf çatışması’ bağlamında bu kesinlikte söz söyleme cüreti, Fransız düşünür Augustine Thierry’e ait olsa da, bugün Marxizme atfedilen bir toplumsal kavram haline gelmiştir.

Söz konusu bu toplumsal sınıf temelli ayrım, Avrupa’yı özellikle ve sadece, 19. yüzyılda ayrıştırmış bir duruma işaret etmez.

Bunun ötesinde, diyelim ki, temeli 16. yüzyıldan başlatılabilecek ve içinde 17 ve 18. yüzyıllar gibi bir uzun süreçler boyunca gelişme gösteren sömürgecilik, kır-kent bağlamındaki toplumsal değişim, din savaşları ve bunlara eklemlenen ekonomiden bilimsel değişimlere kadar Batı Avrupa’da toplumsal yapısında çok çeşitli belirleyici unsurlar ortaya çıkmıştır.

Marx’ı burada öne çıkaran husus, söz konusu bu uzun değişim süreçlerinin kendinde olgular bütünü olarak gerçekleşmediği, aksine bu olan bitene bir toplumsallık atfetmesidir. Bizatihi bu toplumsallığı keşfetmesi onu iktisatçı Marx’dan, sosyolog Marx’a evrilmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Marx, 19. yüzyıl erken döneminden üçüncü çeyreği sonuna kadarki yaşamı boyunca önce memleketi Almanya, ardından özellikle Fransa ve İngiltere’deki ortaya çıkan sosyal değişmeler ve bunlar üzerinde tarihe yön vericilik üzerinde durmuştur.

Söz konusu bu toplumlarda süreklilik arz eden dinamik süreçlerde şehir yaşamı kadar, bu yaşamın ekonomik temelini oluşturan yapılara hakim olan zümrenin politik-ekonomisi üzerindeki görüşleri onu, George Wilhelm Friedrich Hegel’den dönüştürerek miras alarak diyalektik düşüncesiyle ikili zıt kutuplar tanımlamasına götürmüştür.

Öte yandan, Marx düşünce sisteminin bir diğer dayanak noktası olarak Ludwig Andreas Feuerbach’ın ortaya koyduğu materyalizmi donuk, statik olarak görür ve hedeflediği toplumu dönüştürücü, dinamik karaktere sahip bir materyalizm olgusunu ortaya atar. Bu eleştirel yaklaşım, onun Feuerbach materyalizminden sıyrılıp aktif, direnişçi, dönüştürücü bir materyalizme yönelmesine neden olur.

19. yüzyıl toplumsal şartlarından bugüne gelindiğinde Marxizmin ortaya koyduğu toplumu devrimci bir hareketle değiştirme yaklaşımında gerçeklikte ciddi kopuşlar yaşanmıştır. Tam da bu noktada, karşımızda olan biten bir modernleşme miti olarak kendini ortaya koymaktadır.

Aslında bu durum, sadece Marxizmin ortaya koyduğu ve toplumsal gerçekliği kendinde ancak, indirgemeci bir tarzda belirleme arzusunun modernitenin diğer düşünce yapıları gibi aynı akibete düçar olduğunu göstermektedir.

Marxizmin ortaya koyduğu tüm bilimsellik iddiasının, tıpkı kendini pozitivizm merkezli olarak bilimsellikle özdeşleştiren modernite ile aynı akibete ulaşmış olmasında şaşılacak bir yön olduğu söylenemez.

Öyle ki, modernitenin evreni, dünyayı, toplumu anlamada geleneksel toplumları şekillendiren düşünce yapısından ve bunların tüm idealarından bütüncül kopuşu bir amaç olarak belirlemesi, modernite düşüncesine önemli katkı sunmuş olan Marxizmin de onunla aynı kaderi paylaşmasını sağlamıştır.

Bu çerçevede, bugün tecrübe edilen 1 Mayıs düşüncesi ve ritüellerini bir modern mit bağlamında ele almak gerekmektedir.

LEAVE A REPLY