Malezya, 1957 yılındaki bağımsız kararından bu yana, ulus-devletleşme sürecine konu oldu ve olmaya devam ediyor. Hemen burada hatırlatmakta fayda var. Bugün adına ‘Malezya’ denilen ülke aslında iki aşamalı bir ‘bağımsızlaşma’ ve ‘ulus-devletleşme’ sürecine konu olmuştur. İlki 31 Ağustos 1957 tarihinde dönemin Malay lideri Tunku Abdul Rahman’ın ilân ettiği bağımsızlık tarihsel olarak Malaya toprakları kabul edilen Malay Yarımadası’nı içine alıyordu. İkinci süreç ise 16 Eylül 1963 tarihinde Borneo Adası’ndaki -ki bu ada Endonezya tarafından Kalimantan Adası olarak adlandırılmaktadır- Sabah-Sarawak ve Singapur’un katılımıyla gerçekleşen ikinci süreç. Uzun uzun konuşulması gereken bu süreçleri başka yazılara havale ederek, burada temel soruna dönelim.
Bu süreç, lineer bir yayılım göstermediği gibi, kendi haline terk edilmiş bir yapı da değil. Bu anlamda, söz konusu sürecin, bağımsızlık öncesinde sömürgeci gücün, yani İngilizlerin belirleyiciliğine konu olduğunu görmek gerekir. Bu belirleyicilik nedeniyledir ki, bugüne değin ulus-devlet olamama da bu dış gücün tesiri göz ardı edilemez.
Bu girişin ardından sömürgecilik-ulus devlet ilişkisi üzerine kısaca bir şeyler söylemekte fayda var. Eski sömürge topraklarında II. Dünya Savaş’ı sonrasında bağımsızlık eğilimlerini körükleyen ‘milliyetçiliğin’ başat bir ideoloji olarak öne çıktığı ileri sürülür. Ancak, bu görüşte haklılık payı kadar, süreçte ‘bağımsızlık eğilimleri’ ve belki de ondan çok daha fazla rol oynamış sömürgeci güçlerin süreci yönetme kararlılığında oluşu ise pek dikkate alınmaz.
Öyle ki, kimi bölgelerde yüzyıllar süren sömürgeci ve ardından emperyalist yönetimler ve uygulamaları, küresel gelişmelere paralel olarak, artık yeni bir sürece evrilme arefesinde olduğunu 20. Yüzyılın ortalarında kendini iyice ortaya koymaya başladı. Bu bağlamda, adına ulus-devlet denilen sürecin nasıl yönlendirildiği konusunu anlamada, sömürgeci ve emperyalist güçlerin yerli işbirlikçilerle bağının da bir yere not edilmesinde fayda var.
Avrupa eksenli sömürgeci hareketler, gene bu kıtada nükseden ideolojik ayrışmalar, bunun sosyo-ekonomik ve siyasi yansımaları sömürge topraklarını yönetmede sömürgeci güçlere ekonomik anlamda bir ‘yük’ olarak yansıdı. Ancak bu ‘yük’ten kurtulma niyeti ve sürecinin, tam anlamıyla yerlilere terk edilebilecek bir alan açtığını söylemek mümkün değil. Bunun böyle olmadığının en açık göstergesi, sömürge toprakları yönetiminden aktif olarak çekilme süreci, sömürge yönetimlerinin şekillendirdiği ulus-devlet yapıları olarak belirmesidir.
Çokça zikredildiği şekliyle, II. Dünya Savaşı ve sonrasındaki milliyetçileşme süreçleri çeşitli kurumlar vasıtasıyla aslında çok daha önceleri başlatılmıştı. Örneğin, 19. Yüzyıl ikinci yarısında İngiltere’de ‘üniversal eğitim’ anlayışı daha pratiğe dökülmemişken, Güneş Batmayan İmparatorluğun Güneydoğu Asya’daki sömürgesi Malaya topraklarında, eğitimin konuşlandırılış biçimi bu noktada dikkat çekicidir. Eğitim kurumu bağlamındaki bu hazırlık, gelecekte neler olabileceğini kestiren keskin zekâların ürünü müydü, yoksa şartların doğurduğu tesadüfi bir kurumsallaşma mıydı tartışılabilir. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da, sömürge topraklarında doğması arzu edilen siyasi yapının bu eğitim süreçlerinde ‘takibe alınmış’ kadrolar eliyle gerçekleştirilmesi niyetiydi. Ki böyle de oldu. Ancak sanıldığı gibi geniş kitlelerin bu eğitim olanaklarından istifadesi söz konusu değildi. Eğitim sürecine konu olan toplum kesimi, İngilizlerin siyaseten kendileriyle anlaşma yolu aradığı -ve de bulduğu- saray çevresi ve elitlerdi.
Tüm bu özellikleri dikkate alarak yeniden Malaya topraklarına dönebiliriz. Malaya topraklarının çok etnikli/çok dinli yapısı modern zamanların algısı çerçevesinde bir ‘kültürel zenginlik’ olarak zikredilse de, bu zenginliğin ulus-devlet yapılaşmasına ne denli katkıda bulunduğu sorunu hâlâ tartışılmaya devam ediyor. Öyle ki, bağımsızlık sürecinde baş gösteren etnik ayrıma dayalı siyasi oluşumlar, bugün dahi ülkeyi idare eden siyasi yapının, aynı etnik ayrıma dayalı siyasi partilerince yütürülmesinin tarihsel temelini teşkil ediyor. Bunun bir başka ifadesi, bağımsızlık öncesi yapılan ‘toplumsal sözleşmeye’ matuf bir şekilde, 57 yıldır ülkede iktidarın aynı eller tarafından yürütülüyor oluşu.
Söz konusu bu ayrım, toplumsal kurumlar içerisinde sadece politik kurumlarda görülmüyor sadece. Her bir etnik yapının çoğunluk gruplarınca benimsenen farklı inanç sistemleri ile dil farklılaşması da geniş kitlelerin biraraya gelmesi önündeki önemli bir etken.
Bu ayrışmada, gene sömürge dönemindeki belirlenmişlik rol oynuyor. Çinlilerin ekonomik kazanımlarına paralel olarak çocuklarını Çince eğitim veren okullar kadar imkânlar ölçüsünde giderek artan bir şekilde İngiliz okullarına göndermeleri; tarım plântasyonlarının değişmez işçi kitleleri olan Tamillerin, işletmecilerin insafına kalmış -derme çatma da olsa- eğitim kurumları oluşturmalarıyla Tamilce eğitime tabi tutulmaları; Malay Müslümanların ise, çoğunlukla ‘seçkinlerin’ çocuklarının gönderildiği Malay okulları…
Eğitim kurumları boyutundaki bu ayrımın bağımsızlık sonrasında da sürmesi modern ulus-devletlerin dil birliğini eğitim kurumları vasıtasıyla tanımlama ve pratiğe geçirmenin Malaya topraklarında ne kadar karşılık bulduğunun da göstergesidir açıkçası. Her ne kadar, bu yaşanan süreçlerin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıktığına şüphe olmayan 13 Mayıs 1969 tarihinde baş gösteren anarşi ortamının ardından topluma yeniden ‘çeki düzen’ verme sorumluluğunun bir sonucu olarak 1970 yılında yapılan düzenlemelerle, ‘Malay diliyle eğitim’e ağırlık veren eğitim kurumları, Çinlileri ve Tamil/Hintlileri ‘ulusal devlet okullarına’ yönlendirmedeki başarısı sorgulanmayı hak ediyor. Dolayısıyla, bugün bu yapının ulus-devlet yapılaşmasına ne denli kayda değer katkı yapacak boyutlara ulaştığı da gündemdeki tartışmalar arasında yerini koruyor.
Gönderen Mehmet Özay zaman: 07:40 Hiç yorum yok: Bu yayına verilen bağlantılar
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter’da PaylaşFacebook’ta PaylaşPinterest’te Paylaş
Etiketler: MALEZYA
18 Eylül 2014 Perşembe
Malezya’da İsyan’a Teşvik Yasası ve Tepkiler / Sedition Act and Reactions in Malaysia
Mehmet Özay 19 Eylül 2014
Malezya’da ‘özgürlükler’ konusu tartışmalarında gündem ‘İsyana Teşvik Yasası’na kilitlenmiş durumda.
Malezya’da İsyan’a Teşvik Yasası uygulamalarının devamı sömürge dönemi yasası ile günün gerektirdiği ifade özgürlüğü çatışmasını gündeme taşıyor. 2009 yılında Başbakanlık koltuğuna oturan Necib Bin Razak’ın demokratikleşme adını verdiği süreçte yeri olan bu yasa aradan geçen süreye rağmen hala yürürlükte. Bu yasa çerçevesinde politikacı, akademisyen, gazeteci ve aktivistlerin, yani ‘sivil alanda’ söz ve görüş beyan etme makamındaki kişilerin kimi yazıları ve ifadeleri nedeniyle mahkemeye çıkartılması devam ediyor. Bunun en son örneği ülkenin köklü yüksek öğretim kurumu Malaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Azmi Sharom’un mahkemeye çıkartılması daha yüksek sesle tartışmalara neden oluyor.
Özellikle 5 mayıs 2013 seçimlerinin ardından dini/etnik ayrımcılık noktasında dikkat çeken kaygılar, kimi çevrelerden ‘tehdit’ yüklü söylemler sömürge dönemi yasalarından kalma ‘isyana teşvik yasası’nın kaldırılacağı söylemine rağmen uygulamada yer tutmasının temel nedeni olarak görülüyor. Başbakanlığa bağlı olarak çalışan “Ulusal Birlik ve Entegrasyon Müdürlüğü” çeşitli birimler vasıtasıyla yasaya aykırı olabilecek ifade ve eylemleri izlemekten sorumlu.
Sivil yaşama getirilen bu kısıtlamanın ortadan kaldırılmasına tepkiler tekil bireylerin tepkisiyle sınırlı değil. Baro eski başkanı ve aktivist S. Ambiga ve edebiyat dünyasının önemli ismi A. Samad Ahmad’ın da içinde bulunduğu bir grup “İsyana Teşvik Yasası’nın Kaldırılması Hareketi” adıyla yeni bir oluşumu hayata geçirdiler.
Bu tartışmaların yoğunluğunun artmasında yakın geçmişte kaldırılan İç Güvenlik Yasası’nca -ki ülkede ISA olarak biliniyor- soruşturmaya ve kovuşturmaya uğramama korkusunun artık yer almamasının etkisi bulunuyor. Hemen hemen aynı kişi ve gruplar yakın geçmişte kaldırılan İç Güvenlik Yasası’na -ki ülkede 1960 yılında uygulamaya giren ISA olarak biliniyor- karşı da benzer bir oluşumla mücadele vermişti. Tepkilerin başında hiç kuşku yok ki, söz konusu yasanın sömürge döneminden kalması geliyor.
Söz konusu bu tartışmaların bugünlerde süregitmesi, 16 Eylül ‘Malezya Günü’ kutlamaları öncesine denk geldi. Malezya Günü, 1963 yılı 16 Eylül’ünde Borneo Adası’ndaki Sabah-Sarawak ile Singapur’un katılımıyla Malezya Federasyonu’nun kuruluşu anlaşılır. 51. yılı kutlanan Federal siyasi yapıda, siyasi ve toplumsal alanı meşgul eden önemli konuların başında isyana teşvik yasası geliyor. Bu iki olgunun ortaya koyduğu iki alan bulunuyor. İlki, kimi çeverlerce yüksek sesle dile getirildiği üzere, ülkenin ‘birlik ve beraberliğine’ kast edenlerin varlığı. İkincisi ise, ülkede çok etnikli/çok dilli yapının oluşumunda yapısal anlamda noktayı koyan ’16 Eylül 1963’ tarihli anlaşmasının yıldönümünde Sabah ve Sarawak’da ortaya konan birlik ve beraberlik nosyonu. ‘Ulusal barış’ olgusunun yapılandıran sömürgeci İngiliz yönetiminin Malay liderleriyle Çin ve Hint etnik yapısının liderleri arasında gerçekleştirilen ve adına ‘sosyal anlaşma’ denilen açık/gizli sözleşmeydi. İngiliz yönetiminin benzer bir siyasi yapılaştırma örneğini 1960’lı yılların başlarında da ortaya koyduğu gözlenir. Bunun açılımı da yukarıda zikredilen üç bölgenin Federasyon’a dahil oluşudur.
Süreçte iki farklı tarihde ‘kodlanan’ bu federatif siyasi yapının ulus-devlete evrilmesinin yollarının neler olup olmadığı konusu ayrı bir husus. Ancak bugüne kadar bu evrilmenin ne denli başarılı gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tanıklığını yapan unsurlardan biri ise İsyana Teşvik Yasası. Çünkü, geçmişte, ‘Malay Yarımadası’nda ulus-devlet yapısı olmasa da, siyasi ve toplumsal huzur ve suküna kast eden komünist gerilla hareketine karşı kullanılmak amacıyla yapılan yasal düzenleme aradan geçen yarım yüzyıllık süre sonrasında günün şartları çerçevesinde ancak bu sefer bir siyasi açılım olarak ulus-devlet’e karşı işlendiği ileri sürülen suçlarla mücadelede işlevselleştiriliyor.
Bugün yaşanan sıkıntı yeni değil. Öyle ki, tartışmalara konu olan ‘İsyana Teşvik Yasası’yla ilgili eleştirel yaklaşım, 2012 yılında bizzat Başbakan Necib bin Razak tarafından gündeme getirilmiş ve ilgili toplum kesimlerince heyecanla karşılanmıştı. Bugüne kadar ilgili yasanın kaldırılmamış olmasında sadece dış faktörler değil, iktidarın büyük ortağı konumundaki Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu (UMNO) içerisindeki fraksiyonların görüş ayrılıklarının yeri büyük.
Bunun doğrudan uzantısı bugünlerde yaşanan söz konusu bu tartışmalarda Başbakan’ın nerede durduğunu gösteren bir başka yaklaşım idi. O da, Başbakan’ın, özgürlüklere sınır konmalı ki, ülkedeki barış ve ahenk ortamı zarar görmesin yönündeki açıklamasıydı. Söz konusu yasa çerçevesinde iktidar ile muhalefet ve sivil çevreler arasındaki mücadele kadar iktidar içerisinde de sınırları belirlenmesi güç bir ayrışmasının olduğunu söylemek mümkün.