Mehmet Özay 08.01.2018
Malezya’da seçimlere az bir süre kala muhalefet koalisyonu başbakan adaylarını nihayet açıkladı: Dr. Mahathir Muhammed. 2003 yılında ‘siyasi emekliliğe’ geçiş yapan, bununla birlikte, 2004’de Abdullah Badawi ve 2009’da Necib bin Rezzak’ın başbakanlık yolunu açarak ‘emekliliğinde de’ vaktini boş geçirmediğini kanıtlayan Dr. Mahathir, 93. yaşında bulunduğu şu günlerde ülkenin en önemli görevine talip.
Dr. Mahathir yeniden Başbakan mı olacak?
2016 yılı ortalarında iktidarın büyük ortağı Birleşik Ulusal Malay Organizasyonu’ndan (UMNO) istifa eden ve ‘Birleşik Yerli Partisi (Partibumi) kurucuları arasında yer alan Dr. Mahathir’le ilgili olarak, bir süredir gündemde yer alan başbakan adayı olup olmayacağı tartışmalarında son nokta konulmuş oldu. Dr. Mahathir ve Malezya siyasetini ayrı bir yazıya konu yapacağız. Ancak burada, söz konusu bu son gelişmenin arka planını oluşturması dolayısıyla Malezya’da iktidar koalisyonunun değişim isteyip istemediğine kısaca göz atacağız.
Malezya’da bir yılı aşkın süredir siyasetçilerin gündeminde yer alan genel seçimlerin yapılmamış olması, yapılmayacak anlamı taşımıyor. Elbette standard bir ‘demokratik’ rejim de olduğu üzere, beş yılda bir yapılan seçim Malezya’da da kendini gösterecek. Ancak bugün Malezya’da seçim bağlamında işlerin ‘tıkırında’ gitmemesinin nedeni, genelde son ana kadar beklemeyip oyların büyük çoğunluğunu alınacağının kesinleşmesine sebebiyet verecek en uygun anın yakalanıp, bir ‘baskın’ seçimle iktidarı yeniden perçinlemek şeklinde zuhur ediyor(du).
Öyle ki, hükümet kanadına mensup siyasetçilerin verdikleri ipuçlarından hareketle, baskın seçimin geçtiğimiz Ekim ayında olması bekleniyordu. Ancak Ekim’de seçim olmadı… Şubat veya en geç ihtimalle Ramazan ayı öncesinde seçimler yapılmış olacak. Seçim sürecinin son ana kalmasına sebep, halkın seçime hazır olmamasından ziyade, halkın yeni bir hükümet çıkarma ihtimalinin iktidarı elinde tutan güçler tarafından görülmüş olmasıyla bağlantılı.
Halk değişim istiyor, ya iktidar?
Tabii ‘halk’ ne istiyor sorusunun Malezya gibi bir ülkede karşılığı nedir sorusu kendi başına anlamlı ve üzerinde detaylı durulmayı hak etse de, son iki seçimdeki gelişmeler ‘halk’ olgusunun iktidarı belirlemeye yönelik arzusunun ortaya çıkmasıyla yakından ilintili. Yani halk, acaba ‘muhalefet koalisyonuna’ bir beş yıllık süreçte yer versek mi düşüncesini güçlü bir şekilde sergiliyor.
Böyle bir değişimin gerçekleşmesi Malezya özelinde, sadece bir iktidarın gidip yerine yenisinin gelmesi anlamı taşımıyor. Aksine, kurulu veya ‘kurgulanan’ bir siyasi ve de toplumsal yapının yerini, yeni bir siyasi anlayışın alıp almayacağıyla bağlantılı bir durum söz konusu. Bu noktada, geçen yılın başlarından itibaren iktidar çevrelerince “seçimlerin eli kulağında olduğu” ifade edilmesine rağmen, seçimin son ana, yani bu yılın bahar aylarına ertelenmesi, iktidarın Malezya’da bir değişim isteyip istememesi ile alâkalıdır. Bu bağlamda, iktidar seçim sürecine hazırlıkları uzatırken, ülkede altmış yıl boyunca hükümetleri kuran ‘Ulusal Koalisyon’un (Barisan Nasional) değişim istemediğini ileri sürebiliriz.
Ekonomik demokrasi
ASEAN’ın çok kültürlü ve çok dinli ülkelerinden olan Malezya, coğrafi genişlik ve nüfus yoğunluğu bakımından diğer üye ülkelerin gerisinde yer alsa da, birliğin ikinci büyük ekonomisi hüviyetine sahip. Kendine özgü monarşik bir yapının hakim olduğu, öte yandan ‘çoğulcu demokrasinin’ sembolik göstergelerinden biri olarak ‘çok partili’ bir parlamenter yapıya sahip bir görünüm arz ediyor.
Bununla birlikte, ülkenin altmış yılı aşkın modern döneminde ülkenin, adına tek parti denmese de ‘çok partili’ tek koalisyon tarafından yönetiliyor. Partilerin sayısı, ülkede dağılım gösteren azınlıklara koşut olarak öne çıkarken, belki de bölge ülkeleri tarafından bile Malezya Çin Birliği (Malasian Chinese Association-MCA) adı verilen Çin etnik kökenli parti ile Malezya Hint Kongresi (Malaysian Indian Congress-MIC) adı verilen siyasi partiler dışında özellikle Sabah ve Saravak Eyaletleri’ndeki diğer azınlıkların kurmuş olduğu partiler pek de bilindiği söylenemez.
İktidar aygıtını teşkil eden ve omurgasını UMNO’nun oluşturduğu koalisyon bloğunu dengede tutmaya yarayan en elverişli araç ise ekonomik kalkınmışlık. Yönetim Malay etnik azınlığın ‘hakkı’ olurken, ‘ekonomi’ daha sömürge döneminden itibaren küçük ve orta işletmeler gibi ekonominin can damarını oluşturan sektörlerde Çin’li azınlık başat bir konumda bulunuyor. Peki ya diğerleri? Başta Hint kökenliler olmak üzere Sabah ve Saravak eyaletlerindeki azınlıkları ‘iktidar’ aygıtına bağlayan temel faktör ekonomik paylaşımdan ne kadar pay alıp almadıklarıyla bağlantılı.
Tabii bu görüş ortaya konurken, başta Malay ‘Müslümanlar’ olmak üzere, her bir etnik azınlığın yek-vücud bir siyasi hareket sergilediklerini söylemek toplumsal yapının doğasına aykırı bir durum olur. Öyle de değil zaten. PAS, PKR, DAP gibi muhalefet bloğunun öne çıkan partilerinin hangi etnik temeller üzerinde ve ne türden siyasi farklılaşmalarla kendi etnik bütünlerinden ayrıştıkları Malezya toplumunun dinamikleriyle yakından bağlantılıdır.
1MDB faktörünü kimler ayarttı?
2014 yılından itibaren ulusal siyasette giderek artan bir şekilde gündemi oluşturan 1 Malezya Kalkınma Fonu (1MDB) suiistimalleri konusu karşısında hükümetin daha doğrusu başta Başbakan Necib bin Rezzak olmak üzere, hükümetin UMNO kanadında farklı bir yaklaşım dikkat çekiyordu. “Dış mihrakler” atfıyla başlayan söylem, belki de Malezya modern siyasetinde karşılığı olmayan bir olguya vurgu yapıyordu. Bu söylemde dış mihraklerin adı konularak ve ‘ABD’nin bazı kurumlarına gönderme yapılarak hedefte Malezya’da hükümetin düşürülmesi olduğu ifade ediliyordu. Dünyanın dört bir yanında ABD’nin evvelinden bu yana hükümet ya da rejim değişikliklerine yöneldiği biliniyor. Böyle bir husus varsa bile, bunda bir sürpriz niteliği aranmamalı.
Ancak, ABD’nin varsa bu türden teşebbüslerinin, Malezya siyasetiyle ilintisinde ‘devirmek’ fiilini hak edecek boyutlarda olduğu ne kadar karşılık bulur bu şüphelidir. Bu söyleme konu olan 1MDB suistimalleri ise, -ki öyle gözüküyor- uluslararası kara para aklama süreçleri olarak gündeme gelen bu husus ABD’den önce, Malezya’nın yanı başındaki komşusu Singapur tarafından gündeme getirilmişti. Kara para aklama konusunda fiili katkısı olduğu tespit edilen kurumların faaliyetlerine son verilirken, bazı çalışanlara da hapis cezasının gelmesi yine Singapur’da vuku bulmuştu. Ardından ABD dahil dört ülke de daha bu konuda soruşturmalar açılmıştı.
Kaldı ki…. Daha 1MDB süreci uluslararası platformda kendini göstermediği bir dönemde Malezya’da açılan ve sürdürülmesi beklenen soruşturmada sürecin soruşturma ayağında baş aktör konumundaki kişinin yerinden edilmesi ve ardından gelenler herhalde sorunun uluslararası bir arka plânı olduğuna işaret etmiyor.
Bugün şayet seçimler öncesinde bir değişim rüzgârı esiyor ise, bunu salt 1MDB konusuna endekslemek Malezya siyasetinde olup bitenleri anlamamakla eş değerdir. O zaman, muhalefetin ‘ayak seslerinin’ yüksek bir şekilde gündeme gelmeye başladığı 1990’ların sonları ve ardından 2008 ve 2013 seçimlerindeki parti yapılaşmaları, toplumsal konsensüsler, iktidarın buna karşı geliştirdiği ‘klasik’ yöntemleri nasıl ve ne şekilde anlamak gerekir?
Neredeyse her seçim arefesinde olduğu üzere bu sefer de, din/Müslümanlık-Malay milliyetçiliği-sultanların varlığı-ekonomik kazanımlar gibi popülerleştirilmeye matuf konular yine gündemde. Buna karşılık, yukarıda dikkat çekildiği üzere iktidarın ana damarı (UMNO) dışında, koalisyon partilerinin bu duruma tepkileri olup olmadığı da merak konusu olsa gerek.
Değişimin ayak seslerinin giderek daha gür çıkmakta olduğu izlenimi edinilmiş olmalı ki, bugüne kadar yan yana gelmesi neredeyse mümkün olmayan Çin etnik temelli siyaset yapan ve ikisi de iktidar aygıtı içerisinde yer almakla birlikte, bir türlü yan yana gelmeyen MCA ve Gerakan liderleri yaklaşık bir hafta önce yaptıkları basın toplantısıyla ‘Çin birliği’ne çağrıda bulundular. ‘Çin birliği’ çünkü karşılığı 2013 seçimlerinden hemen sonra Başbakan Neci bin Rezzak’ın seçim sonuçlarındaki ‘başarısızlığı ‘Çin tsunamisi’ kavramıyla ilan etmiş olmasıyla bağlantılıdır.
Değişim ama nasıl?
Bazı bilim ve düşünce adamlarının zaman zaman dile getirdiği üzere, Müslüman toplumlarda değişimin iyiye doğru yönelim kazanmasında ilk adımı atması gerekenlerin bizatihi Müslümanlar ve de bu kitleye liderlik ve rehberlik mevkiinde bulunan kişi ve gruplardır. Malezya da bundan ari değil.
Özellikle 1980’li ve 90’lı yıllarda -her ne kadar ulusal ekonomi ve geniş halk kitlelerinin düşüncesi farklı olsa da- Malezya adına üçüncü dünya denilen ülkeler için bir ‘model ülke’ mesabesinde gösteriliyordu. Ülkenin çeşitli alanlara ait istatistiki verileri konusunda bağımsızlığını elde ettiği 1957 yılı ile aradan geçen elli, altmış yıllık süreç sonrasındakiler kıyaslandığında, elbette bir ekonomik ve sosyal gelişmeden bahsedilir. Buna kuşku yok…
Kaldı ki, böylesi uzun dönemlerde dünyanın herhangi bir geri kalmış ülkesi bile şu veya bu şekilde gelişme kaydedebilir. Malezya’nın yarım yüzyılda kat ettiği yol, sarf edilen ‘milli eforlar’ kadar, aralarında bugün ‘hükümeti devirmek istediğine’ dikkat çekilen ABD’nin de olduğu bazılı ve Japonya gibi doğulu ülkelerin dış destek ve yatırımları, özellikle teknolojik insan iş gücü açığını ve de know-how açığını kapatacak desteklerini unutmamak gerekir.
Aynı Malezya, siyasi elitinin ‘etnik korkular’, ‘maddi kayıplar’, ‘sömürge dönemi ayrıştırmacılıkları’ gibi hususiyetler üzerinde epeyce kafa yormasıyla yeni bir döneme girebilir. Ve bu konuda ülkenin önde gelen bilim ve düşünce çevreleriyle işbirliği yapması, ülkeyi ‘zora sokacak’ bir sürece değil, aksine hem ülke içerisinde hem de bu ülkenin ‘modellik’ vasfından hareketle bölge ülkelerine yapacağı olumlu etki yapabilir. Değişim olacaksa, bu değişimin kimin ve nasıl gerçekleşeceği önemlidir.