Mehmet Özay                                                                                                              13 Haziran 2013

5 Mayıs 2013’de yapılan 13. Genel Seçimler, Malezya siyasal yaşamında önemli kırılmaların yaşanmasına neden oldu. Bu bir süpriz miydi, yoksa kaçınılmaz bir sonuç muydu? Muhalefet 2008’de seçimlerinde oy ve milletvekili sayısını artırması üzerine, dur durak bilmeksizin merkez güçlere siyasal anlamda ‘son darbeyi’ vuracağını düşündüğü bir sonraki seçim için hazırlıklara başlamıştı. Bu karşılık, iktidarı oluşturan güçlerin elli beş yıllık kazanımlarının elden gitmemesi için Başbakan Necib’i öne çıkartarak, onun bizzat sahiplendiği icraatlarda muhalefetin geliştirdiği ‘yeni dili’, pragmatik ve pratik yaklaşımlarla reel politikalara dönüştürme gayreti içerisindeydi. Ülke siyasal yaşamında bir ilk olan böylesi bir iktidar mücadelesi nedeniyle 5 Mayıs seçimlerini yüzyılın seçimi olarak adlandırıyorduk. Bu yaşananların neye tekabül ettiğini anlamlandırmak için biraz geriye gidip, özellikle 1960’lı yılların ikinci yarısında neler olup bittiğine bakmak gerekiyor.
Malezya’da siyasal yaşamda en önemli kırılma 1969 seçimlerinde yaşanmıştı. Bağımsızlık sonrasında aradan geçen on yıl zarfında Malayların ekonomik geri kalmışlıktan kurtulamamaları, eğitim olanaklarından yoksun kalışları vb. nedenler öne çıkıyordu. Malay kitlelerdeki hoşnutsuzluğu giderme adına UMNO liderliğindeki Federal Hükümet 1967 yılında Malay dilini resmi dil kabul eden yasayı parlamentodan geçirdi. Aslında bu yasa süpriz bir gelişme değildi. Çünkü Bağımsızlık öncesinde İngilizlerle yapılan görüşmelerde ilk on yıl İngilizce ve Malayca resmi dil olacak, on yılın sonunda da Malayca yegane ulusal ve resmi dil olarak kabul edilecekti.

Tabii sorunu bu tekil nedene indirgemek hatalı olur. 1963-65 yılları arasında Singapur’un Federal yapıya dahil olması üzerine başında Singapur’un kurucu babası Lee Kuan Yew’un bulunduğu Halkın Eylem Partisi’nin (PAP) tüm Malezya topraklarında örgütlenmesine ve seçimlere girmesine izin verilmemesi Çinli kitleler üzerinde siyasal yaşamın dışında tutulmaları yönünde bir algının oluşmasına yol açtı. Bu süreç, Malay Federasyonu’ndaki en önemli siyasi yapı olan bir şekilde ‘kutsal’ ittifak olarak da zikredilebilecek UMNO (Birleşim Ulusal Malay Birliği) –MCA (Malaya Çin Birliği) – MIC (Malaya Hint Birliği) arasındaki ittifak (Alliance) içerisinde yer alan Çinlilere hitap eden MCA’ın seçmen kitlesinin taleplerini yerine getirmediği şeklinde yorumlandı. MCA’ın Çin azınlık kitlesinin haklarını koruma noktasında zaafiyet gösterdiği argümanının toplumda güçlü bir karşılık bulmasının yansıması olarak bu sürecin sonunda Hareket Partisi (Gerakan) adıyla Çin etnik yapısına hitap eden yeni bir siyasi oluşum hayata geçti. MCA’ın zaaflarını değerlendirmede başarılı olan Hareket Partisi, 1969 seçimlerinde özellikle Penang ve Çinlilerin yoğun olarak yaşadıkları kimi şehir ve kasabalarda Çinli seçmenin desteğine mazhar oldu.
MCA’ın oy ve dolayısıyla milletvekili kaybı İttifak’ın Federal Parlamento’daki gücünü büyük ölçüde etkilemese de, Malay siyasetinde nasıl bir denge kaybına yol açtığını gösteriyordu. 1969 seçimlerinde Hareket Partisi’nin yanı sıra, Malay seçmene hitap eden Malezya İslam Partisi de (PAS) UMNO’dan ‘oy devşiriyordu’. Bir yanda Çinli, öte yanda Malay seçmende merkez siyasi yapıya yönelik bir ‘seçim darbesi’ ülkede bağımsızlık öncesi kurulan dengeleri bozmaya yeter sebep kabul edilebilir. Çünkü ülke bağımsızlığa giderken, İngilizlerin kaydı-şartıyla etnik unsurlar arasında bir denge üzerine ihsas edilmişti. Bu dengenin yitirilmesi ya ‘smart’ bir politika ile dengelerin kurulmasını veya istenmeyen kimi siyasi ve toplumsal sonuçların ortaya çıkmasına elverecek boyuttaydı.

1969 seçimlerinde Penang Adası kadar merkez güçleri endişeye düşüren bir diğer gelişme -tıpkı 2008 ve 2013 seçimlerinde olduğu gibi- Selangor Eyalet yönetiminde muhalefetin sergilediği başarıydı. Tam da burada Selangor niçin bu kadar önem sorusu sorulabilir. Selangor’un coğrafi sınırları, başkent Kuala Lumpur’un önemli bir bölümünü içine almasıyla dikkat çekiyor. Bir diğer özelliği ise, ekonomik değerler anlamında ülkenin en zengin Eyaleti olması. Kara, deniz ve havayolu taşımacılığına elverecek jeo-stratejik konumu nedeniyle yerli yabancı pek çok şirketin yatırımlarının konuşlandığı bir mevki. Bu ekonomik hususiyet, aynı zamanda Selangor’daki seçmen kitlesinin niteliği konusunda da bir fikir veriyor. O da sanayi yatırımları nedeniyle Çinli seçmenin varlığına, yüksek öğretim mezunu, özel veya kamu sektöründe çalışan, merkez politikalara eleştirel yaklaşan ve kırsaldaki Malay nüfusundan farklı taleplerle toplumsal arenada kendini ortaya koyan orta sınıfa mensup Malayların gücünü de yadsımamak gerekir.
1969 seçim sonuçları kutlamalarının başta Kuala Lumpur olmak üzere ülkenin diğer şehirlerine sıçrayarak anarşiye dönüşmesi üzerine, üç yüz kadar Çin ve Malay çatışmalarda hayatını kaybetti. Çinliler özellikle Selangor’dakiler aldıkları başarıyı kutlarken, Malay seçmen kitlesi de toplumsal yapı içerisinde zaten pek de tatminkâr olmayan kendi konumlarını daha da olumsuz etkileyeceği kaygısıyla tepkilere cevap veriyordu. Malay seçmenin tepkilerinin ardında, Bağımsızlık sürecinde Malay kitlelerin özellikle eğitim ve ekonomik yoksunluklarını gidereceği ileri sürülen maddelerin hayata geçirilememiş olmasından duydukları kaygılar önemliydi. Hâlâ kırsal yönelimli bir nüfus dağılımı sergileyen Malaylar karşısında Çinlilerin şehir ve kasabalarda sanayi, ticaret vb. alanlardaki gelişmişlikleri -İngiliz sömürgesi döneminden kalan bir psikolojinin yani, modern Malezya şartlarında bir tür ‘aşağılık kompleksinin’ yeniden nüksetmesine yol açtı. Öyle ki, Çinliler Kuala Lumpur caddelerinde gerçekleştirdikleri gösterilerinde ‘Malaylar Köylerine Dönsün’ türünde sloganlar atması, Müslüman Malayların da ‘yeşil’ bayraklarla karşılık vermelerihiç kuşku yok ki bardağı taşıran son damla oldu.

Köylerine sıkışıp kalmış olan Malayları o güne kadar bu tıkanıklıktan çıkartacak tek araç, kamu sektöründeki istihdamdı. Bu nokta önemli… Çünkü kamu istihdamı, yönetimin Malaylar eline devredilmesini öngören Bağımsızlık öncesi anlaşma maddesine dayanmaktadır. Bu çerçevede, Bağımsızlık öncesinde etnik yapılar arasında kur
ulan dengeler hesabında Malayların sadece idareyi ellerinde tutmayı başarabildikleri görülür. Aslında bu başarının, İngiliz sömürge yönetiminin özellikle 19. yüzyıl sonlarından başlayarak ve de 1920’lerde giderek ivme kazanacak şekilde o dönemki adıyla ‘Malaya’ topraklarında kamu sektöründe ihtiyaç duyulan orta ve düşük profilli memur tabakasının yetiştirilmesinde önceliği saray çevreleri ile soylu ailelerinin çocuklarının eğitimine vermeleri yatar. Bu süreç öyle sanıldığı gibi, geniş Malay kitlelerini içine alan bir eğitim sürecine kapı aralamamış, aksine Müslüman Malay toplumunda o döneme kadar saray-soylu-halk (rak’yat) arasındaki görece yakın bağın gevşemesine, zamanla çözülmesine ve nihayetinde çatışma boyutlarına varacak ayrışmalara yol açmıştır.
1969 yılı 13 Mayıs’ındaki hadisenin ertesinde etnik çatışmaların büyümesini önlemek adına Parlamento feshedildi ve yönetim yirmibir ay boyunca ülke ‘özel yönetime’ devredildi. Çinlilerin kaybedeceği bir şey yoktu. Zaten ekonomik olarak ‘özgürlükleri’ ellerindeydi ve devlet onlara muhtaçtı. Varsıl olanları çocuklarının eğitimlerini ülkede halen aktif olan İngiliz okullarında ardından Singapur, Tayvan, Çin, Avusturalya’daki yüksek öğretim kurumlarında karşılıyorlardı. Böylesi bir eğitim sisteminden geçen Çinli azınlığın ülkeye ne türden bir bağlılık besledikleri de başlı başına bir sorundu. Problemin öte yanında, kendilerini ülkenin ‘asıl sahipleri’ addeden Müslüman Malayları durumuydu. Tarım ve balıkçılık sektörüne bağımlılıktan henüz kurtulamamış, geniş tarım alanları çevresine dağılmış nüfus yapısına hitap edecek kapsamlı bir eğitim sisteminin yokluğu vb. faktörler nedeniyle ‘özel yönetim’ Yeni Ekonomi Politikası (NEP) adıyla bir dizi reform yapılanmasına gitti. Kısaca ifade etmek gerekirse, bu politikaların üç temel saç ayağına oturduğu görülür: Malay dilinin resmi dil kabul edilmesi; Malaylara yönelik ‘özel haklar’; Sultanların statüleri ve azınlıkların vatandaşlık haklarının sorgulanmaması. Bu hususlar anayasa güvence altına alınmış ve ihlâlleri halinde önemli yaptırımlar gündeme getiriliyordu.Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, ülkede ‘ulusal birlik’ kurmaya yönelik olarak İngilizce eğitim veren okullar ‘millileştiriliyor’, tüm okulların tedrici olarak Malay dilinde eğitim yapmalarını zorunlu kılıyordu; Malay kitlelerin ekonomik kalkınmalarını sağlayacak bir dizi kararlara imza atıyordu. Açıkçası, o güne kadar inşasında sömürge döneminden taşıdığı yapısal bozukluklar nedeniyle Malezya toplumu yeniden dizayn ediliyordu.
Ülkenin içine girdiği bu hassas dönemde yeniden yapılanmadan siyasi partiler de payını alıyordu. Sadece Çinli seçmen kitlesinde değil, özellikle Kuzey Eyaletleri’ndeki Malay kitlesinin muhalefette karşılığını bulması üzerine yaşanan kayıpların ancak Hareket Partisi’nin ittifaka dahil edilmesiyle giderilebilirdi. UMNO da böyle yaptı… ‘Özel yönetimin’ davetiyle seçimlerden görece zaferle çıkan muhalefetteki ‘Hareket Partisi’, ‘PAS’ ve Saravak Eyaleti’ndeki yerel parti ‘Saravak Birleşik Halk Partisi’ (SUPP), UMNO çatısı altındaki ittifak gücüne dahil oluyordu. Bu sürecin dışında kalan tek parti Halkın Eylem Partisi’ydi (DAP). İttifakı genişletmeye matuf bu girişim hiç kuşku yok ki, 1969 seçimlerinde başarısızlığı teyit edilmiş ‘Malezya ulusu yaratma’ projesine ivme kazandırmayı amaçlıyordu.
Yaklaşık elli yıl öncesi bu hadiseden bugüne geldiğimizde 5 Mayıs 2013 seçimlerinde yeni bir siyasi tsunaminin yaşandığı görülüyor.1969’da Hareket Partisi’nin ve bir ölçüde PAS’ın ‘muhalefet’ partileri olarak gösterdikleri başarının ülke siyasal yaşamında açacağı derin yarıkları hesap eden merkez güçler, bir süre sonra ‘kutsal’ ittifaklarına yeni partileri katmak zorunda kalıyordu. O günlerde ittifaka katılmayan DAP için 5 Mayıs seçimlerinin belki de gerçek kazananı dersek yanılmış olmayız. Hareket Partisi ise, artık dünkü muhalefeti temsil etmiyor… PAS da zaten girdiği ittifak ilişkisinden 1978 yılında koptu…
1969 seçimlerinde UMNO’yu tedirgin eden husus, özellikle Çinli seçmenin kaybedilmesi nedeniyle, ‘Malezya ulusalcılığı’ bağlamında bir kimlik inşasının gerçekleştirilememiş olmasıydı. Bugün de aynı kaygının belki katlanarak ortaya çıktığı görülüyor. Üstüne üstlük, geçen onyıllar boyunca şehirli nüfusdaki artışa paralel olarak orta sınıf Malaylar arasında merkez güçlere muhalefetin kesifleşmesi de cabası. Peki şimdi ne olacak?
UMNO liderliğindeki Ulusal İttifak (Barisan Nasional), oyların ancak %48’ini alsa da, toplam 222 sandalyeli Federal Parlamento’da 133 milletvekili çıkardı; üçte iki çoğunluğu sağlayamasa da halen iktidarda. Çinli seçmenin oylarının neredeyse %90’ı muhalefete gitti. Hintli seçmen kitlesinin genel nüfusa oranı düşük olsa da, muhalefete yöneldiği gözlemleniyor. Yani Ulusal İttifak içerisinde varlık gösteren sadece UMNO… Ancak UMNO’yu bu bağlamda ne kadar başarılı saymak mümkün şüpheli. Çünkü seçmen kitlesini kırsal ve özellikle de Sabah, Saravak gibi iki eyalet oluşturuyor. MCA ve MIC’de parti içi karışıklık gündemde. Ülkenin şehirli, orta sınıf Malayları ise Enver İbrahim’e desteğini sürdürüyor.
Bu anlamda, Malezya ulusu inşasında süreç neredeyse sıfırdan bir kez daha başlıyor. Tıpkı 1960’larda olduğu gibi sorunun temelinde ‘eğitim’ olduğunu keşfeden iktidar güçleri, “öğretmenlere büyük görev düşüyor”, “Birliğin yolu Malay dilinde eğitimden geçer” türünden  ifadelerle görev dağılımı yapmaya başladılar bile. Siyasal yaşam ise durulmuş değil. İktidar güçleri bu yıl sonlarına doğru yapılacak UMNO Genel Kurul toplantısında Başbakan Necip ve Başbakan Yardımcısı Muhyiddin Yasin’e alternatif isimler çıkmaması için şimdiden progpagandaya başladılar. Oysa Dr. Mahathir’in seçim öncesinde partinin performansı bağlamında UMNO’da neler olması gerektiğine dair ‘işareti’ vermişti… Sorun UMNO’yla da bitmiyor.

İktidar koalisyonu ortağı partilerin başarısızlıkları, genel oy dağılımında muhalefetin gerisinde kalış gibi faktörler başat siyasi unsur UMNO’yu -tıpkı 1969’daki gibi- yeni ittifak arayışlarına itebilir. Beş yıl sonra –belki de öncesinde- yapılacak seçimlerde kayıpların katlanarak ortaya çıkmasını engellenmek isteniyorsa yeni ittifak girişimleri kaçınılmaz. Ancak dünle kıyaslandığında UMNO’nun bu süreçte elinin ne kadar güçlü olduğu şüpheli. “İlkelerimizden taviz vermeyiz” diyen DAP yönetimi, Malay ruhunu farklı bir evreye taşımaya aday Enver İbrahim’le yaşanan kırılmalar en azından şimdilik böylesi bir ittifaka yeşil ışık yakmış değil. Geriye kalan bir alternatif var ki o da PAS… PAS’ın kendi iç dinamiklerinin önümüzdeki süreçte UMNO yaklaşımlarına nasıl karşılık vereceğinde belirleyici olacak. Parti içindeki gelenekselci kanada karşılık reformcu kanatın varlığı bilini
yor. Seçimlerde arzu edilen başarının yakalanamaması, Kedah Eyalet yönetimini UMNO’ya kaptırılmış olması, muhalif söyleme yönelen kimi üst düzey yöneticilerin partiden kopması, yıllardır liderlik konumunda olmuş Nik Aziz’in seçim sonrasında yirmi iki yıl görev yaptığı Kelantan Eyalet Başbakanlığı’ndan çekilmiş olması gibi faktörler PAS içerisinde yeni yapılanmaların ufukta olduğunu ortaya koyuyor. Gelinen bu noktada hiç kuşku yok ki, “PAS’ın, UMNO’nun sunacağı imkânları reddedecek siyasi bir argümanı kaldı mı?” sorusunun cevabı gelişmelere yön verecek.

LEAVE A REPLY