Mehmet Özay                                               07.07.2022

Müslüman toplumların modernleşme süreçlerinde karşılarına çıkan en önemli açmazlardan biri, şehir merkezlerinin kuruluşu ve geliştirilmesiyle ilgili olanıdır.

Şehirler, kamusal alanın tam anlamıyla kendisi olmaları hasebiyle, bir anlamda doğrudan ilgili toplumun kimliğini temsil ederken, modern dönemin kendine özgü yapısal niteliklerini, zorlayıcı bir mahiyette dayatması nedeniyle de açık bir ikilemin ortaya çıkmasına neden olur.

Bu ikilemin, Batılı toplumlarda olması kadar, belki de Batı dışı toplumlarda çok daha belirgin olduğuna kuşku bulunmamaktadır.

Doğu ve şehirleşme

Bununla, Batı ve Batı dışı toplumların birbirine eşleştirilemeyecek mahiyetleri olduğunu söylemekte yarar var.

Bu noktada, Doğu toplumlarında ve bu topluma bir örnek olarak Malezya toplumunda, pür bir Batılılaşmacı şehirleşme yerine, kendinde bir kültür ve medeniyet temsiline sahip yerleşimlerin hayata geçirildiğini vurgulamakta yarar var.

Bu çerçevede, Müslüman toplumun ağırlıkta olduğu Malezya, aynı zamanda çok etnikli ve çok dinli nitelikleriyle, gayet kozmopolit özellikleri bünyesinde barındırmaktadır.

Söz konusu böylesi bir toplumsal yapıda farklılıkların biraradalığı ve bunların kendilerini temsil kabiliyeti, şehirleşmenin nasıl olabileceğine dair bize gayet açık ve anlamlı mesajlar vermektedir.

Norm tekeli

Şehirleşme, insan toplumlarının tarihsel gelişim süreçlerinde bir norm kabul edilebileceği gibi şehirlerin, aynı zamanda çoklu sorunların merkezinde yer aldığını da unutmamak gerekir.

Burada iki durumun ortaya çıktığı görülmektedir. İlki, bir norm olarak şehirleşme; ikincisi ise, sorunların merkezi olarak şehir olgusudur. Burada uzun uzadıya, bu iki olgu üzerinde durmak yerine, kısaca şunu belirtmekte yarar var.

Söz konusu bu durum, bizi yine ilgili toplumlarda, şehirleşme süreçlerinin ne şekilde ortaya çıkıp çıkmadığına ya da gerçekte, Batı toplumlarındakinin tıpkı ve aynısı şeklinde bir şehirleşmenin olup olmaması gerektiği konusunda bir düşünceye ve haliyle bir sorgulamaya iter.

Batı’da modernleşme süreçlerinin -tıpkı diğer kurumsal yapılar gibi, şehirleşme konusunda da bir tür norm oluşturma hedefinde olduğu görülür. Ancak bu norm, bizatihi Batılı modernleşmenin dayatmacılığı bağlamında ortaya çıkar.

Doğacı şehirleşme normu

Oysa Doğu’da, özellikle Doğu dinlerinin ve kültürlerinin -ki, buna ekonomik üretim süreçlerinin sunduğu veya sınırlandırdığı imkânları da eklemek mümkün- doğa ile barışık, doğayı önemseyen ve gündelik yaşamın tam da içerisinde ona yer veren ve ondan anlam kazanan ve böylece sürdürülebilir nitelikte bir ilişkiye zemin hazırladığı görülür.

Tarihsel perspektiften bakıldığında, toplum ve doğa ilişkisi ve bu ilişkide belirleyicilik unsuru olarak gündeme gelen din-i/kültürel yapılar, kırsalda olduğu gibi şehir yerleşimlerinde de etkin bir nitelik arz ederler.

Şehir, çoklu toplumların varlığı nedeniyle kozmopolit; farklı iş kolları/üretim süreçleri ve yaşam alanları ile karmaşık olsa da, tüm bu ve benzeri süreçlerin şehri doğa’dan ayıran bir zorlayıcılığı barındırdığını söylemek mümkün değildir.

Söz konusu bu yaklaşım, Doğu toplumları ve bu toplumlar içerisinde kayda değer bir yeri olan örneğin, geniş anlamıyla Malay toplumu ele alındığında, akılları Batıcılık ve Batılılaşma ile gayet meşgul Ortadoğu’daki kimi toplumlardaki yerleşik algının gayet dışında ve ötesinde bir yaklaşımın ortaya konmasını gerektirmektedir.

Bu noktada, şehirlerin varlığı üzerinden ticaret, eğitim, kültür, ekonomi, mimari, sanat vb. kurumların gelişmişliğine vurgu yapılmakla birlikte, bu unsurların Batılı anlamda şehir kavramına karşılık gelmeyen yerleşimlerde de, kendine gayet önemli bir yer bulabildiğini ve ilgili toplumlara anlam kazandırdığını söylemek gerekir.

Modernleşmeci ilüzyonu aşmak

Aslında, insan toplumlarının dini, kültürel, teknolojik ve entellektüel gelişimleri, çeşitli araçlar vasıtasıyla çeşitli ürünler olarak toplum yaşamına aktarıldığını bize gösterirken, bu aktarımın sadece, Batılı anlamda şehir yapılaşmalarıyla sınırlı olduğu yönündeki yaklaşım olsa olsa, salt bir illüzyondan ibarettir.

Bunun karşılığını gayet genellemeci olsa da, Doğu toplumlarında ve içinde yaşadığımız Malay toplumlarında gözlemlemek ve tanık olmak mümkündür.

Bu yaklaşımla söylemek istediğimiz, Malay kültür ve medeniyet yapılaşmasının Batılı anlamda özellikle de, modernleşme süreçlerindeki şehirleşmenin temel unsurlarıyla birebir örtüşmeyen aksine, kendine özgü karakteristikleri bünyesinde barındıran bir yapısı olduğunu ifade etmek gerekir.

Bir gösterge olarak Kuala Lumpur

Bu çerçevede, bir örnek üzerinden -diyelim ki, Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur bağlamında- konuyu daha da açıklayıcı hale getirmek mümkündür.

Kuala Lumpur, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren (1880) gelişme kaydeden bir şehir olmuştur. Bu durum, Malay Müslümanların şehirleşme süreçlerine dair bir fikir verdiğine kuşku bulunmamaktadır.

Bununla birlikte, aslında bölgenin zengin yer altı kaynaklarının keşfiyle kurulan ve gelişme gösteren Kuala Lumpur, tedrici olarak gelişen göç süreçlerinin bir sonucu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bugün, halen aynı adla anılan ve kayda değer ‘modernleşme’ye konu olan Klang Vadisi (Klang Valley), 19. yüzyılın ikinci yarısında dışardan gelen göçmen gruplarının inisiyatifi ve öncülüğüyle kalay madenlerinin bulunmasıyla bir gelişim sürecine konu olmuştur.

Bu vadiden geçen ve şehre adını veren nehir, yani Kuala Lumpur (Çamurlu Nehir), bölgede ulaşımın temel aracı olduğunun da söylemek gerekir. Şehir aslında tam da, Batılı şehirleşme normuna temel teşkil eden madencilik sektörüyle ortaya çıkmıştır.

Ancak, şehir gelişirken, hem var olan toplumsal grup hem de zamanla farklı bölgelerden gelip yerleşenler doğayla bütünleşik bir durum ortaya koymuştur.

Bununla birlikte, şehir uzun süreçte gelişirken, kalkınmacı modernleşme çabalarına konu olması nedeniyle, Batılı unsurlar bünyesine aktarılmış veya bizatihi kendisi bu unsurları adapte etmiştir.

Ancak uzun dönem sonunda bugün şehre baktığımızda, şehrin metropolit özelliği kadar, doğa ile bütünleşmeciliğin devam ettiği mekânlar kendini ortaya koymaktadır.

Bu alanların, insan tekine ve topluma yakın, sıcak, samimi gelen kendinde varlığı aslında otantik unsurlar olarak dini-kültürel yapılarda kendini ortaya koymaktadır.

Şehrin çeşitli bölgelerindeki modern bahçe/park peyzaj düzenlemeleri, dev binaları/konutları göz alıcıymış gibi olsa da, sahteciliği içinde barındırdığı hemen yanı başında veya biraz ötesinde, dini-kültürel yapı etrafında/içinde doğa ile varlığıyla kendini ele vermektedir.

Bu yapıları çok daha anlamlı kılan ve sürdürülebilir olmalarını sağlayan ise, devlet eliyle yapılan unsurlar olmamaları, aksine bizatihi belirli dini-kültürel yapılara mensup toplulukların önderliğinde, rehberliğinde ve gözetiminde ortaya konuluyor olmalarıdır.

Bu durum, bize yapmacıklığı, gösterişçiliği ve geçiciliği değil, aksine kendinde oluşu, samimiyeti ve de anlamı hatırlatmaktadır.

LEAVE A REPLY