Bir süredir Endonezya’da emniyet-yolsuzlukla mücadele kurumu arasındaki çatışmadan hareketle kurumsallaşan yolsuzluk üzerinde yazarken, birden gündeme Malezya’nın son on yılında gündemde yer alan, ancak kimi gruplarca bir şekilde hasır altı edilmek istenen bir “Altantunya vak’ası”na dair yeni bir gelişme oturdu. Bir ‘aşk hikâyesini’ andıran gelişme olarak dikkat çekse de, temelde Altantunya vak’ası, Endonezya’da hüküm süren yolsuzluklar zincirinin Malezya özelinde bizzat hükümette yer alan politikacı-danışman-uluslararası rüşvet skandalı ilişkileri bağlamında ülkenin son dönem tarihinde yer aldı ve almaya devam edecek gibi de gözüküyor. Söz konusu bu ilişkilere konu olan gelişme, bugünkü Başbakan’ın Savunma Bakanlığı yaptığı dönemde Fransa’dan alınan denizaltıların ihalesi sürecine dayanıyor.

Bugün yeniden ses getirecek şekilde gündeme gelen hadise, işte bu gelişmede aracı/çevirmen olarak rol alan Moğol asıllı 28 yaşındaki ‘Altantunya Shaariibuu’nun 18 Ekim 2006 tarihinde başkent Kuala Lumpur’a yakınlarındaki Şah Alam’da bir ormanlık alanda C-4 türü patlatıcıyla hayatını yitirmesine dayanır. C-4’le öldürülmesinin nedeni ise, Altantunya’nın hamile olduğu ve cesedinde DNA izlerinin silinmesi amacına matuf olarak ‘tercih edildiği’ belirtilir. Öte yandan, Durup dururken bir ‘model’in hem de Malezya gibi böylesine profesyonel ‘teçhizata’ sahip terör örgütlerine pek de rastlanmadığı, aksine vakıadan kısa bir süre sonra gündeme taşındığı üzere, söz konusu patlayıcının sadece orduda bulunduğu bilgisi, işin sıradan bir vak’a olmadığını ortaya koyuyor. Bu noktada, hiç kuşku yok ki, Altantunya’nın ‘havaya uçurulmasından’ sorumlu tutulan VVIP korumaları olduğu ileri sürülen iki polis memurunun, önde gelen bir ‘politikacıya’ yakınlıkları Altantunya’nın ne türden ilişkilere konu olduğunun araştırılmasını gerektiriyor.

Aslında bu ilişkiler 2006’dan bu yana çoktan ortaya konsa da, ulusal medyanın genel anlamıyla hükümet kontrolünde olması, geniş halk kitlelerinin vak’aya dair bilgi erişimi engelleyen temel faktörlerden. Sosyal medyanın gidereke gelişmesine paralel olarak,kimi görüşler paylaşılsa da, bu sefer de kimi çevrelerin sosyal medyanın güvenilirlik sorununu gündeme taşımasıyla bu gibi önemli vak’aları aydınlatabilmek mümkün olmuyor. Öyle ki, kendisini bu iki polis memurundan birinin oğlu olduğunu iddia eden kişi ‘facebook’ hesabında “Konuşursam ülke sarsılır. Başbakan da gider” türünden açıklamasını teyid etme imkânı yok. Kaldı ki, bu facebook hesabı da ‘yetkililerce’ ortadan kaldırıldı bile…

Söz konusu bu vak’anın bugün güncellik kazanmasının nedeni ise, söz konusu iki polis memurundan birinin değişik yargılama süreçlerinin akabinde geçen yılın yaz aylarında itibaren bulunduğu Avustralya’nın Brisbane şehrinde polis tarafından göz altına alınması oldu. hapis yatan, yargılama süreci süren, böylesine önemli bir vak’aya konu olan bir polis memurunun nasıl olup da Avustralya’ya ‘kaçabildiği’ sorusu da gündeme getirilen hususlar arasında. Bu bağlamda, söz konusu bu gelişmeyi ülke iç siyasetindeki çekişmeler ve çatışmalarla açıklamak kadar, Malezya üzerinde hedefleri olan kimi uluslararası güçleri de hesaba katmakta fayda var.

Şimdi gözler, yargılanan beraat eden, yeniden yargı sürecine konu olan ardından ‘ölüm cezasına’ çarptırılan iki polis memurundan Sirul Azhar Umar’ın Malezya’yı sarsacak açıklamalar yapıp yapmayacağına çevrildi. Giriş paragrafında dile getirdiğim hususa dönerek söyleyecek olursam, uluslararası arenada ‘dünyanın en yoğun Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olmakla övünen’ Endonezya’da yolsuzlukların kurumsallaşması ve toplumsal yapının neredeyse her bir yanını sarmasının, en başta ülkedeki Müslümanları en hafif ifadesiyle rencide edici bir yanı olduğu kadar, küresel bağlamda İslamiyet ve Müslümanlara yönelik algıları olumsuzlama örnekleri olarak kullanılırken, bu sefer hem içerden hem de dışardan üçüncü dünya ülkelerine, özellikle de adına İslam ülkeleri denilen siyasi bütünlere örnekliği ile dikkat çekilen Malezya’da son on yıldır gündemi işgal eden konuların başında gelen Altantunya vak’asının, sadece bir kaç politikacı ve polis şefiyle ilişkilendirilmeyecek denli önemli toplumsal ve siyasi etkileri olacağını düşünmek mümkün. Çünkü Altantunya vak’ası, siyaset-yolsuzluk ilişkisinin en görünür yerinde bulunması dolayısıyla Malezya hükümeti Avustralya makamlarından ‘korunacağı garantisiyle’ polis memurunun ülkeye iadesi talebinde bulundu.

 

Bu noktada, şeffaf yönetim, insan hakları, adil yargılama vb. gibi sadece Malezya’da değil, küresel anlamda herkesin talep ettiği değerler üzerinden tartışmalar gündemde yer alacak gibi gözüküyor.

LEAVE A REPLY