Mehmet Özay 21.04.2024
Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in, Mart ayı ortasında Almanya’ya gerçekleştirdiği ziyarete dair geçenlerde kaleme aldığım yazıya devam ediyorum.
Bu yazıda, daha çok Almanya’nın yani, Alman hükümeti, iş dünyası, sivil toplum kuruluşlarının Malezya ile ilişkilerde ne tür politikalar geliştirmeleri, ne tür stratejiler belirlemeleri vb. gerektiği konusunun dışında ve ötesinde, biraz daha ‘temeller’ üzerinden, iki ülke ilişkilerine eğilmekte yarar olduğu kanaatindeyim.
Bu anlamda, bu bakış açısının yenilikçi bir yaklaşımı yansıttığını söylemekte yarar var.
Böylece, Malezya ve Almanya’nın sadece ‘ekonomi, ticaret ve teknolojik’ boyutlarla sınırlı olmayan bir ilişkiler sistemi içerisinde ele alınabileceğini ileri sürebiliriz.
Bu durum, her iki ülkeyi ve toplumu birbirine yakınlaştırmada aracı olabileceği gibi, günümüz değerleri noktasında yenilikçi bir yaklaşıma el vermesiyle de önem taşımaktadır.
Kışkırtıcı bir söylemle, tarihsel olarak ‘Hıristiyan Demokrat” ideoloji ile mevcut Alman hükümetinin ‘Sosyal Demokrat’ varlığının, Malezya’da bazı siyasi liderler ve çevrelerin siyasal bakış açılarıyla, mevcut Birlik Hükümeti’nin ‘reformcu’ söylemi arasında benzerlikler bulmak mümkün.
Bu benzerliğin salt bugünün değil, kayda değer ölçüde yakın tarihsel gelişmelerin ürünü olduğunu ileri sürebiliriz.
Bu noktada, örneğin, başbakan Enver İbrahim’in, -tıpkı benzeri siyasetçilerin ve düşünürlerin dile getirdiği üzere- “zamanında, sosyal demokrat oldukları” yönündeki ifadelerinin ve bunun gündeme getirdiği düşünce ve tutumlarının bugünkü hükümet ve politikalarının oluşturulmasına etkisini göz ardı etmemek gerekir.
Değişim süreçlerine rağmen, bugün bu çevrelerin, sosyal demokrat olmadıkları veya sosyal demokrasinin öngördüğü politikalar ve söylemlerle siyaset yapmadıklarını söylemek de mümkün değil.
Bu durumu, aynı zamanda, bu liderler ve entellektüeller bağlamında “sosyal demokratlığın” somut karşılığının, Müslüman-Malay toplum ve siyasal kesimlerin dışındaki toplum ve siyasal çevrelerle ilişkilerindeki yapısallıkta görmek mümkündür.
Kimilerinin nazarında -haklı olarak- siyasal İslamcı ve sivil toplumcu nitelikleriyle dikkat çekse de -ki, bunda yanlış bir şey yok-, Enver İbrahim ve benzeri siyasetçilerin sosyal demokratlık kökenlerinin varlığını inkar etmek mümkün değildir.
Temelde, bu ideolojik açılımı anlamlandırabilmek için, bölge siyasal ve entellektüel tarihine yakından nüfuz etmek gerekiyor.
Bu çerçevede, sosyal demokratlık olgusunun, yukarıda dikkat çekilen söz konusu liderler ve içlerinde yer aldıkları siyasal ve sivil hareketlerin bağlı olduğu ileri sürülen İslam düşünce sistemi ile karşılaştırıldığında, bölgenin kendi tarihsel gelişimi içerisinde anlamlı olduğu görülür.
Burada, siyasal bir tutum ve davranış olarak “halk” (rakyat) ve “demokrasi” kavramları üzerinde duran bir siyasi düşünce ile siyasetçiler ve entellektüellerin varlığı dikkat çekicidir.
Bu kısa girişin ardından, kısaca Almanya’nın bölgedeki varlığına bakalım…
Malay dünyasında Almanya
Temelde, şunu vurgulamak gerekir ki, Almanya bölgeye yabancı bir devlet değil…
Bu noktada, yüksek sömürgecilik süreci başlarında yani, 19. yüzyıl başlarında, Hollanda ve İngiltere ile kısmen Fransa ve ardından, ABD gibi geniş Malay dünyasında faaliyeti olmasa da, yüzyılın sonunda bölge ticaretinde yer aldığı gibi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda da, bölgede şu veya bu şekilde varlığnı hissettirmiş bir ülke.
Buna ilâve olarak, yine yüksek sömürgecilik sürecinde Alman misyonerlerin, Sumatra Adası dahil olmak üzere bölgedeki varlıkları biliniyor.
Bu çerçevede, Almanya siyaset aklı ve sivil toplum çevrelerinde Malay dünyasına dair bir eğilim ve şu veya bu şekilde, kayda değer bir birikimsel düşüncenin gelişmiş olduğunu söylemek mümkün.
Bu bağlamın sembolik ifadesine, Goethe Enstitüsü’nün 1952 yılından itibaren, yani daha bağımsızlıktan önce, Kuala Lumpur’da faaliyet göstermesinde tanık olunur.
Din-kültürel yapı ve demokrasi
İki ülkenin dini-kültürel yapılaşmasına bakmakta yarar var.
Pek çok kişinin aklına, dini-kültürel alanda iki ülkenin ortak noktaları olmadığı gibi bir düşünce gelebilir. Bunu, doğal karşılamak ve mazur görmek gerekir…
Ancak, detaylara baktığımızda, benzerlikler kadar bunun ötesinde, söz konusu bu benzerliklerin, iki ülkeyi ve toplumu yakınlaştırabilecek bir zeminin olduğu görülür.
Almanya’nın, büyük yıkıma uğradığı İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, dine yani, Hıristiyanlığa, ulusal siyaset ve toplumsal yapının yeniden inşası sürecinde verdiği yer ve önem ve noktada sergilenen siyasal ve toplumsal açılımlar önemlidir.
Bu açılım, Hıristiyanlık değerlerine yaslanan bir siyasal ideolojinin yani, Hıristiyan Demokrat (Christian Democrat) söylemin yükselmesiyle bağlantılıdır.
Döneminin küresel özelliklerinden bağımsız ele alınamayacak hususlar taşımakla birlikte, Hıristiyan Demokrat ideolojik açılımını, kanımca, Alman din, tarih ve kültür birikiminin bir ürünü olarak görmek gerekir.
Özellikle, Fransızlar karşısında elde edilen başarıyla birlikte, 1870’lerden itibaren yüksek sömürgecilik sürecinde var olmayı fiili olarak ortaya koymuş Alman İmparatorluğu ve onun ürettiği bir Nazi ideolojisinin neden olduğu yıkımlar sonrası Almanyası’nda, devlet nizamına ve Alman toplumuna, yeni bir ruh ve ideolojik temel sunma çabasının bir ürünü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Almanya’nın, Avrupa’daki diğer benzeri ülkelerden farkı, demokrasiyi tarihsel ve kültürel yapının önemli unsuru olan ‘Hıristiyanlık’ değerleriyle bezeme konusunda sarf ettiği çabadır.
Bu noktada, İkinci Dünya Savaşı sonrası düşünce evreninde Hıristiyanlığın, “artık eski Hıristiyanlık olmadığı” ve bu anlamda, karşımızda “sekülerleşmiş bir Hıristiyanlık formunun bulunduğu” söyleminde gerçeklik payı olduğu gibi, Hıristiyanlığın bir şekilde savaş sonrası dönemin düşünce dünyasına Almanya vasıtasıyla yeniden girdiğini göstermesi açısından önemlidir.
Malezya: devletin temelleri
Bu dini, kültürel zeminden hareketle, yeni bir Almanya siyasal dili ve ideolojisi inşasının Malezya ile bağlantısı hiç kuşku yok ki, 1957 yılındaki bağımsızlığına kavuşan bir ülkenin “nasıl bir devlet, nasıl bir toplum, nasıl bir dini-kültürel yapı” gibi gayet önemli sorulara cevaplar vermesiyle bağlantılıdır.
İlk kuruluş süreci dikkate alındığında temelde Malay Yarımadası eksenli bir ulus-devlet olarak ortaya çıkan ve bu anlamda, geniş Malay dünyasının coğrafi ve nüfus özellikleri bağlamında, sadece küçük bir parçası hükmündeki Malezya Federasyonu’nun “çok kültürlü, çok dinli, çok ırklı toplumsal yapısı ve bunun siyasal sisteme ve rejime yönelik yansımaları neler olmalıdır?” sorusu üzerinde, İngiliz sömürge yönetimi eliti epeyce mesai harcadığı gibi, dönemin Malay siyasal ve kısmen dini elitinin de, bu ve benzeri sorulara cevap üretmek durumunda kaldığını biliyoruz.
Bu bağlamda, İbrahim Yacob, Garieb Rauf, A. Samad İsmail, Dato Onn Jaafar gibi 1930’lardan itibaren ve ardından, Syed Husin Alatas, Chandra Muzaffar örnekleriyle devam ettiği üzere, Malaya’da siyasal bağımsızlık ve ideolojik bağlam üzerinde kafa yormuş gazeteci, entellektüel ve siyasetçiler ile kurucu başbakan Tunku Abdul Rahman ve ardından gelen liderler özellikle de, Dr. Mahathir Muhammed dönemlerinde devlet ideolojisinin belirleyici unsurları arasında dinin, dinin olduğu kadar sekülerleşmenin hangi ölçülerde var olabileceği konusu bugün dahi etkisini hiç de azaltmamış ölçüde devam ettirmesiyle önem taşır.
Malezya Federasyonu’nun, -nihayetinde siyasal sistem içerisinde varlıkları ‘sembolik’ olarak nitelendirilen ve ulusal anayasada, bu şekilde karşılık bulan geleneksel sultanlıkların varlığının dışında ve ötesinde, din ve devlet işlerinin organizasyonunda, hangi kuruma ne ölçüde pay ayrılacağı tartışması önemlidir.
Bu önem, sadece ve sadece ülkenin çok dinli, çok etnikli yapısıyla bağlantılı değildir…
Bir başka şekilde söylemek gerekirse, özellikle, azınlık konumundaki toplum kesimlerinin yani, Çin ve Hint kökenlilerin, -ve Borneo Adası’ndaki diğer antropolojik ve sosyolojik yapıların- toplumsal yapı içerisinde varlıklarının zorlamasıyla ortaya çıkan bir durum değildir.
Aksine, bizatihi Malay gazeteci, entellektüel ve siyasetçilerinin 20. yüzyıl başlarından itibaren Malay kimliği, dini, siyasal ideolojisi üzerine düşüncelerinin belirleyiciliğine hatırlatmak ve vurgu yapmak gerekir.
Giriş’te, kısaca dikkat çektiğim üzere, bağımsızlık öncesi süreçten başlayarak Malaya’da, -tıpkı geniş Malay dünyasının diğer yerlerinde olduğu gibi- dini yapı ve düşünce sistemine ilâve olarak sosyalizmin ve demokrasi bağlamının güçlü bir yer aldığı görülür.
Kimi ölçülerde, bu ‘birbirine zıd’ ideolojik zeminlerin bazı gazeteci, entellektüel ve siyasetçilerin düşünce yapılarında birleştiğine tanık olunur.
Bugün, Enver İbrahim’in geçtiğimiz ay ortasında Almanya ziyaretiyle gündeme gelen Malezya-Almanya ilişkilerini salt ekononik, ticari ve teknolojik boyutlarının dışında ve ötesinde, dini-kültürel ve siyasal yapı ve ideolojik bağlamları ile ele almak gerekir.