Mehmet Özay 21.07.2022
Müslüman toplumların birbirlerini anlama ihtiyacı duyması bir zorunluluktan öte, bir sorumluluk olarak telâkki edilmelidir. Bu noktada, bir Müslüman için veya Müslümanca düşünce için, bu sorumluluk duygusunun gayet doğal olduğuna kuşku bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, Müslüman toplumların karşılıklı olarak birbirlerini bilme eyleminin ve bu eylemi ortaya koyacak araçların ve mekanizmaların öyle üstesinden kolay kolay gelinecek nitelikte olmadığı da ortadadır.
Söz konusu bu araçların ve mekanizmaların ağırlığı, tek tek Müslüman bireyleri ve toplumları bilme eylemiyle aralarına mesafe koymalarına ve hatta uzaklaşmalarına yol açmaktadır.
Bunun yerini, geriye kala kala, bir tür manipülatif aygıt olarak duygusal boyutun aldığı ve hatta, bu duygusal boyutun -velev ki, anlamlılığından bahsedilebilecek olsa dahi, ‘maalesef’ bu boyutun sahip olduğu anlamın ötesine geçecek şekilde yerleştirilmeye çalışıldığı yönündeki bireysel ve kurumsal gayretler vardır ve bunlar gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Bu durumun yol açtığı tehdit ve tehlike, Müslüman toplumların birbirlerine yönelik, özellikle de bilimsel faaliyetler noktasında potansiyel ilgi ve yakınlaşmalarının, aşağılık kompleksi (inferiority complex) ve üstünlük kompleksine (superiority complex) kurban edilmesiyle aynı anlama gelmektedir. Bunun örneklerini, son yirmi yıla yakın sürede gayet yakından tecrübe ettiğimiz söylemekte yarar var.
Söz konusu bu konuyu, Türk-Malay dünyası ilişkileri bağlamında gündeme taşıyarak, bir tür sorgulamayı gündeme taşımakta yarar var.
Siyasal bağlamın ötesi
Genel itibarıyla, Türk-Malay dünyası ilişkileriyle kast ettiğimiz, salt siyasal ilişkiler/yakınlaşmalar noktasında değildir ve de olmamalıdır.
Aksine, bu siyasal alanı göz ardı etmeyecek ya da bir başka şekilde söylemek gerekirse, bu alanı da içine alacak şekilde, ancak daha geniş bir yapısal duruma gönderme yaptığımızı belirtmekte yarar var.
Gerçekte, belki de günün getirdiği bir popülarite veya zorlayıcı unsurların tetiklemesiyle siyaset kurumları bağlamındaki ilişkilerin yeri öne çıkartılıyor olsa da, Müslüman toplumların birbirlerini anlamada kültürel, dini ve sosyal bağlamlarının gayet temel bir nitelik taşıdığına kuşku bulunmamaktadır.
Haddi zatında, ilgili ülke ve toplumlarda siyasetin, siyasal yapılaşmaların veya daha doğru deyişle ‘siyaset kültürü’ dediğimiz unsurun anlaşılmasında, toplumların detaylarında var olan daha yapısal unsurlar olarak teşkil eden kültürel, dini ve sosyal olgulardan haberdarlık öncelikli bir durum arz etmektedir.
Temel itibarıyla, söz konusu bu kültürel, dini ve sosyal alanlardır ki, siyasal yapı üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptirler.
Bu noktada, gündeme getirilmesi gereken söz konusu husus kültürel, dini ve sosyal alanları anlamak isteyip istemediğimiz ve bu anlama çabasını nasıl ve hangi mekanizmalarla ortaya koyup koyamayacağımızla bağlantılıdır.
Bu durum, iki farklı coğrafya, kültür ve toplumsal yapı arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde, bir tarafın ötekini anlama çabasının bilimsel temellere dayanıp dayanmamasıyla yakından bağlantılıdır.
İnanç odağı
İslam toplumlarının birbirleri arasındaki yakınlaşmanın, inanç temelli olmasının doğallığına şüphe yok. Aynı zamanda, bu durum genel itibarıyla diyelim ki, aynı inanç ekseninde buluşan taraflar arasındaki pozitif bir durumla da sınırlı değildir.
Böylesi bir yakınlaşma, sadece ilgili İslam toplumları arasındaki gelişmelerin öncellenmesiyle sonuçlanmayacak aksine, kurulacak ilişkiler sonucu oluşacak sinerji ile bölgesel ve hatta küresel yapılaşmalara da öncülük edecek bir hüviyete bürünebilme potansiyeli taşıyor.
İslamiyetin özellikle, geniş Malay dünyasında gayet dikkat çekici bir şekilde gündeme taşındığı şekliyle söylemek gerekirse, bir din olarak İslam tüm insan toplumlarını içine alacak şekilde, ‘alemlere rahmet olarak gönderilmesi’ (“Rahmet’el li’l alemin”) düşüncesiyle ortaya konmaktadır.
Söz konusu bu “Rahmet’el li’l alemin” düşüncesini -önce kendisinden başlayarak- bilme, anlama çabasıyla birlikte değerlendirmekte yarar var.
Öyle ki, bu düşünce bize, -yukarıda dikkat çekilen sinerji potansiyelini- ve bunun imkânının ne kadar geniş bir perspektiften okunabileceğini ve gündelik yaşamdaki ikili ilişkilerden siyaset ve ekonomi dünyasına kadar genişleyen bir boyutunun olabileceğine gönderme yapıyor.
Bilme çabasının kaçınılmazlığı
Bununla birlikte, İslam toplumlarının birbirlerini anlamada, dini boyutun çokça duygusal bağlama terk edildiği ve gizli/açık bu alana hapsedilme tehlikesi altında olduğuna tanık olunuyor.
Burada ortaya çıkan durum, bir din olarak İslamiyet ve bu dinin temel kitabi yaklaşımının oluşturduğu temel durum ile farklı kültürel, tarihi, coğrafi vb. şartların şekillendirdiği/oluşturduğu toplumların birbirlerini anlamada, sadece öylesine ve sıradan bir haberdarlık değil aksine, ‘bilgi merkezli’ yoğunlaşmanın uygulamaya geçirileceği bir yaklaşıma ihtiyaç duymalarını zorunlu kılıyor.
Bu durum, yani bilme çabası, tüm araçları ve süreçleriyle birlikte dikkate alındığında, bir zorluğu içinde taşıması kadar, söz konusu bu zorluğun sadece, iki farklı coğrafya, kültür ve tarih ekseninde gelişme göstermiş olan toplumlar arasında olmadığını da dikkate almak gerekir.
Bu fark ediş, bizi aslında, aynı toplumsal yapı içerisinde bile zamanı ve mekânı paylaşan, sözde birbirlerini anladıklarını zannına sahip Müslüman kitlelerin/grupların birbirlerini anlamada gayet zaafiyet içerisinde olduklarından hareket ederek, gayet önemli farklılıklarıyla karşı karşıya gelen Müslüman toplumların, ne denli özenle ve dikkatle birbirlerini anlama çabası içerisinde olmalarının gerekliliğini hatırlatmalıdır.
Sorgulama gereği
Bu noktada, “farklı coğrafya ve kültür evrenindeki Müslüman toplumlar birbirlerini nasıl anlamalıdırlar?” sorusunu açık yüreklilikle sormak ve bu soruya yine gayet samimi cevaplar üretmek gerekiyor.
Bu çerçevede, farklı coğrafyalardaki Müslüman toplumların diyelim ki, Batı ile karşılaşmalarında, zaman ve mekân anlamında giderek artan süreçlerin yoğunlaştığı 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarından itibaren ele alınabilecek tarihsel süreçlerde birbirlerini ne kadar anlayabildikleri veya anlama konusunda ne türden çabalar sarf ettiklerinin gözden geçirilmesiyle başlanabilir.
Bu sorgulamanın bir diğer veçhesini ve belki de, daha kolay olanını diyelim ki, bu yüzyıl yani, 21. yüzyıl başından bugüne kadar bizzat içinde yer alarak yaşadığımız, tecrübe ettiğimiz, farklı Müslüman toplumlarla ilişkilerimizin ve -özellikle de, geniş Malay dünyası bağlamında-, nereden nereye geldiğini analitik bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
Aslında, bu sorgulamalar ve analitik yaklaşımlar, bizatihi Müslüman toplumların birbirlerini dikkate aldıklarını, bu dikkate alışın temel gayesinin de, Kutsal/İlâhi bir emre tabi olarak gerçekleştirilmesi gerektiği konusundaki bir bilince tekabül etmektedir.
Ancak yukarıda dikkat çekilen iki farklı tarihsel süreçte ve özellikle de, ikincisinde yani, 21. yüzyıl başından bu yana devam eden, içinde yaşadığımız/tecrübe ettiğimiz bağlamda bilme eylemini, bu bilgiyi ortaya çıkaracak araçları/mekanizmaları ne denli sağlıklı bir şekilde ortaya koyup koymadığımız tam da tartışmaya açılması gereken bir husustur.
Böylesi bir çabanın henüz hakkıyla ortaya konmamış olması, bir yanıyla Kutsal/İlâhi emirle tezat içerdiğini göz ardı etme eğilimi bizi bir yere götürmeyecektir.
Bu nedenle, bugünü anlamamıza yardımcı olacak bir araç/mekanizma olarak tarihin bir döneminde, -örneğin geniş Malay toplumlarıyla ilişkilerimiz var mıydı; vardıysa bu süreçler nasıl yapılandırılmıştı, bu süreçlere dahil olan yapılar nelerdi vb. sorularla başlamak işi kolaylaştıracaktır.
Bunun yanı sıra, bu yaklaşım aradan geçen süre zarfında neyi kaybettiğimizi ve bugün bilimsel faaliyetler noktasında neyi nasıl yapmamız gerektiğini hatırlatma işlevi de görecektir.
Herhalde öncelikli işe öncelikle yukarıda dikkat çekilen, aşağılık kompleksi (inferiority complex) ve üstünlük kompleksine (superiority complex) yol açan durumun kökenlerine dair çalışmalardan başlamakta yarar var.