Mehmet Özay 28.01.2025
Malay dünyası ile Osmanlı ilişkilerinin mitolojik karakterine dair veriler, akademi çevreleri kadar, popüler alanda -ve bu alanın görünür yanı olan, standart medya/tik iletişim süreçlerinde- önemli bir yer işgal ediyor.
Bu mitolojik karakterin varlığına yönelik nitelikli eleştirilen yapılmaması ve/ya yapılan eleştirilerin kabul görmemesinde, bu mitolojik yaklaşımın çeşitli çevrelere sağladığı psikolojik tatminin önemli bir payı bulunduğunu söylemeliyiz.
Öte yandan, mitolojik yaklaşımın görünürlüğünün önüne set çeken bir durum var ki, o da mitolojik anlatının, sürecin ‘akademi’ çatısı veya kisvesi altında yapılıyor olmasından kaynaklanıyor.
Bu durum, tastamam, işin görünür olmayan yönünü teşkil ediyor…
Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, ‘akademi’ bir zırh işlevi görerek, gerçeklik ve mitoloji dikotomisini aşmamıza imkân tanımıyor.
Temelde, burada bir çelişkinin olduğu gözlerden kaçmıyordur. Değil mi?
Mitolojik karakter
Söz konusu mitolojik karakterin olup olmadığını veya hangi boyutlarda seyrettiğini, akademi dünyasında gündeme getirilen söylemler ile akademi dışı çevrelerin söylemlerinin karşılaştırılmasıyla ortaya konulabileceğini ileri sürebiliriz.
Bunun yanı sıra, tarihsel ilişkileri anlamlandırmada başvurulan ‘mitolojik’ bağlam sanıldığının aksine, salt Malay ve Osmanlı ‘yanlısı’ (-centric) yaklaşım sergileyen ve kendilerini Müslüman coğrafyanın -veya ümmetin diyelim- parçası olduğu iddiasındaki çevrelerle sınırlı değil.
Aksine, bizatihi Batı modernleşmesini ortaya koyan, geliştiren ve bu süreci, Malay Takımadaları ile -başkenti de dahil olmak üzere- Osmanlı coğrafyasında faaliyet gösteren sömürgeci güçler tarafından yapıldığına tanık olunuyor.
Bu çerçevede, Batı Avrupa sömürgeci güçlerinin ve de ‘sömürgeci olmasalar da’, sömürgeci geçmişiyle gizli/açık gurur duyan uluslara mensup akademisyen çevrelerin, Malay Dünyası ve Osmanlı ilişkilerine dair yaklaşımlarında ise, Avrupa Ortaçağları’nda üretilen ve gayet de başarılı sonuçlar doğurmuş olan (!), ‘öteki’ni gözlemlemede başvurulan gerçeklik-dışı (out-of-reality) veya gerçeklik-olmayan (non-reality) bir yaklaşımın işlevsel hale getirilmesi söz konusudur.
Bu noktada, belki de, yazının sonunda ifade etmemiz gereken husus burada dile getirerek, ortaya çıkan bu durumun, birbirlerini pohpohlayan; bunun üzerinden bir tür meşruiyet arayışında olan ve hatta, bunu sağlayan ve bunların birleşiminden oluşan psikolojik tatmine yol açtığını söylemek mümkün.
‘Kelin merhemi olsaydı…’
‘Kelin merhemi olsaydı…’dan kasıt, Osmanlı öncellenmesiyle (Ottoman-centric) Malay Dünyası’nı anlama çabasının -veya bunun tam tersinin-, yukarıda dile getirilen mitolojik karaktere teslim edilmişliğine vurgu yapılmasıdır.
Aynı zamanda, Malay Dünyası’nı -sömürgeleştirilmişliği nedeniyle-, ‘nesnesi’ olduğu tarihsel süreçlerde bu nesnelikten siyasal, askeri, ekonomik, eğitim vb. bağlamlarında kurtaracak olanın Osmanlı olduğu yönündeki yanılsamadır.
Bu hususu, kısaca pratik gelişmeler üzerinden değerlendirecek olursak, -önceki süreçler bir yana-, 19. yüzyıl şartlarında, Malay Dünyası ile Osmanlı ilişkilendirilmesinde kimin, neye, hangi şartlarda, ne hususta katkısı, desteği vb. olup olmadığı önemli bir sorgulamayı gerektiriyor.
Söz konusu 19. yüzyıl itibarıyla, Osmanlı merkezlilik ile Malay Dünyası’nın sömürgeleştirilmiş ve sömürgeleştirilmemiş siyasal yapıları arasındaki ilişkililiği dinamik boyutlarıyla ele almak yerine, mitolojikleştirmeye yönelik yaklaşım, tarihsel gerçeklikleri, dinamikleri görmemize engel oluyor.
Bunun yanı sıra, Osmanlı’yı kendi içerisinde ve de 19. yüzyıl karakteristikleri dikkate alınarak değerlendirdiğimizde, Osmanlı’nın, var olan siyasal, ekonomik, askeri, vb. süreçlerde karşılaştığı sorunları ve/ya Batı Avrupa modernleşmesi ve bunun bir yönelimi olarak siyasal, ekonomik, askeri alanlarda kurulmaya çalışılan hegemonik yapılaşma karşısındaki konumunun, Malay Dünyası’nı Batı Avrupa’nın, -aynı yüzyıl içerisinde oluşturduğu ve de oluşturmaya çalıştığı- sömürgecilik sürecinden kurtarmaya elverirliğinin gayet sorunlu olduğu bir durumla karşılaşıyoruz.
Şayet, Osmanlı, Batı modernleşmesi ve de bunun uzantısı olarak gizli/açık Batı sömürgeciliği karşısında ayakta kalabilmeyi başarabilseydi, elindeki siyasal, ekonomik, askeri vb. varlıkları bizatihi kendisi başarılı ve sürdürülebilir bir şekilde kullanması beklenirdi…
Yanılsatmacı tutum
Osmanlı merkezlilik ile Malay Dünyası’nda oluşan Osmanlı algısı, tarihsel ve siyasal gerçeklikleri göz ardı eden tutum ve yaklaşımları, birbirini negatif anlamda besleyen bir özellik sergiliyorlar.
İşin bir yanında hem, Malay Dünyası’nın hem de, Osmanlı’nın kendi tarihini, tarihi süreçlerini, toplumsal dinamikleri, gerçeklikleri, paradigmaları vb. anlamlandırma konusundaki zaafiyet bulunuyor.
Bu zaafiyetin temel nedeni veya nedenlerinden belli başlıcasının, Malay Dünyası ve Osmanlı ilişkilerini ele aldığı varsayılan ve adına akademisyen denilen grubun, mensub oldukları ve içinden çıktıkları geniş toplum kesimlerinin, hayata bakış ve hayatı değerlendirme konusunda, -bunu temelde, weltanschauung olarak adlandırıyoruz-, genel eğilimlerden kopamamış, akademinin gerekliliklerini anlamada belirgin bir zaafiyet sergilemiş ve ilgili toplum kesimlerinde var olan bir tür aşağılık kompleksi türü genel eğilimleri gizli/açık destekleyici bir tutum takınmış olmalarının rolü yadsınamaz.
Her ne kadar, bu çevrelerin ortaya koydukları ürünlerin, akademi denilen kurumun belirlediği şartları asgari düzeyde sağladıkları varsayılması, maalesef, var olan bu yazılı ürünlerin, metinlerin ‘akademik geçerliliğe’ ve de içeriğinin bir tür ‘meşruiyeti’ sağladığı tarzında bir algının oluşmasına neden oluyor.
Kutsallaştırma işlevi
Ortaya çıkan ürünün/ürünlerin ‘maddi bağlamıyla’ akademik bir ürün olarak kabul edilmesi, -akademi olgusu ve kurumu kutsallaştırılmadığı (sacralize) taktirde-, aslında, pek de bir anlam ifade etmiyor.
Hakkını yemeyelim, bu ürünlerin, -temelde yukarıda dile getirildiği üzere- var olan dünyayı ‘yanlış’ anlama ve yorumlama tutum ve davranışlarına katkısı nedeniyle, bir anlam (!) çerçevesine oturtulabileceğini söylemek mümkün.
Tıpkı, akademi dünyası dışında oluşturulan ve adına, ‘popüler’ denilen bakış açısının ortaya koyduğu ‘yoz’, ‘sanal’ gerçeklikte olduğu gibi…
Adına ‘popüler’ desek de, bu kesimin içinde de, kurumsal akademi dünyası içerisinde yer alan bireylerin de olduğuna tanık oluyoruz.
Bu bireylerin, ‘gerçeklik’i anlama ve anlamlandırma konusunda sergiledikleri tutum ve davranışlar bir yandan, akademi dünyası içerisindeki etkinlikler değirmenine su taşırken öte yandan, popüler açlığı doldurmaya yönelik bir işlevi de yerine getiriyor.
Bu durumun hasılı ise, ortaya ‘tarihsel, sosyolojik, siyasal, dini gerçeklikler’ ortaya koymak yerine, çokça yapılan “nasıl bu alanlar üzerinden bir tatmin sağlarız” konusu oluyor.
Malay dünyası ile Osmanlı ilişkilerinin mitolojik karakterden arındırabilmek ve tarihsel ve sosyal gerçekliği ortaya koyabilmek için mevcut düşünce sistematiğinin kayda değer bir eleştiriyle ele alınması gerekiyor.
Bunun yapılabilmesi, sadece bu iki coğrafya ile sınırlı olmayan bir düşünce yapılaşmasıyla mümkün olacaktır.