Mehmet Özay 15.11.2020
Asya-Pasifik’te, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (Regional Comprehensive Economic Partnership-RCEP) adıyla yeni bir ticari işbirliği inisiyatifine yeşil ışık yakıldı.
Adı ‘bölgesel’ olsa da, küresel ekonomi için yeni bir imkân olduğuna kuşku olmayan RCEP, bugün üye on beş ülkenin onayını aldı.
ASEAN üyesi on ülke ile Çin, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore’nin üye olduğu RCEP, hiç kuşku yok ki, üzerinde uzun uzun durulmayı hak eden dikkat çekici özelliklere sahip.
Dünyanın en büyük ticaret anlaşması kabul edilen RCEP’in, üye ülkelere arasında pratiğe konulması için, ASEAN’a üye altı ülke ile diğer 3 ülke parlamentolarından onay alınması beklenecek.
ASEAN’dan RCEP’e
RCEP anlaşması, Vietnam’ın bu yıl liderliği yürüttüğü Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) 37. Zirvesi çerçevesinde yapılan toplantılarda imzalandı.
Söz konusu anlaşmanın, ASEAN’ın her yıl yapılan iki etaplı zirvelerinden birinde gündeme gelmesi, hiç kuşku yok ki, ASEAN’ın giderek kazandığı merkezi niteliğini ortaya koyan bir başka gelişme olarak dikkat çekiyor.
Ekonomi alanında ASEAN’ın sesi olan Singapur başbakan Lee Hsien Loong’un bu gelişme üzerine yaptığı açıklama gayet önem arz ediyor.
Özellikle, ABD yönetiminin 2016’dan bu yana sergilediği içe kapanmacı, serbest ticareti zedeyelici ve ortak kalkınma ile gelişme hedeflerinden sapmaya yol açan politikaları karşısında RCEP’in yeni bir soluk olmaya aday olduğu anlamı taşıyan söylemi önemliydi.
Küresel ticarette kritik dönemeç
2012 yılında başlayan görüşmelerin ardından bugün imzalanan RCEP, sadece bölgenin değil, küresel ekonominin yeni bir evreye girmesi anlamı taşıyor.
Birbiriyle siyasi ve ekonomik anlamda rekabet içerisindeki ülkelerin böylesi bir ticaret bloğu içerisinde yer alması, özellikle son dönemde bölgesel ve küresel bağlamda ekonomi alanında çokça ihtiyaç duyulan güven ve istikrar ortamının yeniden ortaya konulmasına hizmet edecektir.
RECP ile üye ülkeler arasında mal ve hizmet akışının hızlanması, her bir ülke bazında ve bölgesel olarak ekonominin yeniden yapılandırılması anlamı taşıyor.
Bu gelişme, bazı istatistiki özellikleri kadar, belki de bundan da öte küresel bağlamı ile dikkat çekiyor.
Bunlar arasında, üye ülkelerin küresel ekonominin yüzde 30’unu kapsayan toplam büyüklüğü ile birliğin toplam nüfusunun küresel nüfusun üçte birine tekabül etmesi önde geliyor.
Bu kurumsal yapısallaşmanın bizatihi kendisi kadar, yan etkilerinin de en az bu yapı kadar önemli olduğuna dikkat çekmekte fayda var.
Öyle ki, son bir yıla yakın süredir her alanda gündemi belirleyen kovid-19’un özellikle, küresel ekonomide oluşturduğu gerileme ve bunun ötesinde, moral kaybının önüne geçecek bir gelişme olarak değerlendirmek gerekiyor.
Küresel ekonomiye moral
Serbest ticaret olgusunun gelişme ve yaygınlaşma göstermesi anlamına gelen RCEP, aynı zamanda ülkelerin birbirleriyle rekabetçi ortamın artacağına da işaret ediyor.
Bu ticari birlik, hiç kuşku yok ki, her bir üye ülke için farklı anlamlar taşımaktadır. Ülkelerin kendi iç politikaları, kalkınma eğilimleri ve hedefleri bu birliğin ne şekilde gelişeceğine dair farklılıklar taşıyabilir.
Bu noktada örneğin, Singapur, Japonya ile Laos, Myanmar ve Kamboçya aynı kefeye koymak mümkün değil.
Bununla birlikte, oluşacak rekabetçi ortamda her ülke bir yandan geride kalmamak için ortak kriterler çerçevesinde, kendi ekonomik yapılanmasını güncelleme ve sürdürülebilir bir düzeye taşıma konusunda çaba sarf edecektir.
Bu çerçevede, eğitimden AR-GE’ye, küçük ve orta ölçekli işletmelerden e-ekonomiye değin pek çok alanda hareketlilik yaşanacaktır.
Singapur, Japonya, Güney Kore gibi bu süreçlere alışkın ülkeler kadar, bu ülkeler nezdinde var olan yapılaşmanın diğer ülkeleri de peşlerinden sürükleyeceğine kuşku bulunmamaktadır.
Çin tekeli mi?
Çin’in, RCEP anlaşmasının öncüsü olarak gösterilmesi ya da algılanmasına rağmen, bu ülkenin RCEP’i ekonomik anlamda tek başına bölgesel bir hakimiyet için yönetebileceğini söylemek şu an için mümkün değil.
En azından şu an itibarıyla, böylesi bir durumdan bahsetmek için oldukça erken ve bu nedenle söz konusu birlik içerisinde ne yönde bir eğilim olacağını bekleyip görmek gerekiyor.
Anlaşmanın, ticaretin liberalleşmesi anlamı taşıması, üye ülkeler arasında en azından Çin’le kıyaslandığında bu sisteme daha yatkın ve siyasal sistemlerinin de destek veren yapıların varlığı Çin’in bir tekel olarak ortaya çıkmasına değil, aksine eşgüdümlü bir işbirliğine olnaak tanıyacaktır.
Bu noktada RCEP’in, teritoryal yayılmacılık noktasında bölge ülkeleri üzerinde bir baskı oluşturan Çin’in, bundan böyle aynı ekonomi bloğu içinde yer aldığı ülkelerle ilişkilerini yeniden gözden geçirmesine neden olacağını düşünmek mümkün.
1970’lerin sonlarında ekonomi ve ticaret kapılarını dünyaya açan Çin’in böylece, Sovyetler Birliği’nin akibetinden nasıl kurtulabildiği hatırlayalım…
Bugün, gerek iç gerekse bazı dış faktörler nedeniyle çatışmacı bir evrene sürüklendiği gözlemlenen Çin’in, RCEP vasıtasıyla mevcut politakalarını gözden geçirmesine neden olacak etkileşimlere tanık olunabilir.
Yine 1980’lerden başlayarak Çin’in ekonomik kalkınmasında kayda değer rol oynayan ülkelerin Japonya, Singapur, Tayvan olduğu hatırlandığında, bugün Çin’in Asya-Pasifik’te diğer ülkelerle birlikte ekonomik kalkınmayı her ülke için sürdürülebilir kılacak politikaları benimsemesi gayet rasyonel bir siyasi tavır olacaktır.
Bu yöndeki gelişme, Çin’de Güney Çin Denizi başta olmak üzere bazı bölgesel gelişmelere yönelik siyasi yaklaşımlar üzerinde, RCEP’in niyetlenilmemiş bir sonucu olarak olumlu değişikliklere yol açabilir.
Böylece, özellikle ABD ve Batı Avrupa’da Çin’in yaygınlaşma eğilimlerine karşı oluşan atmosferin izalesi ile küresel ilişkilerde yeni bir işbirliği boyutunun ortaya çıkması söz konusu olabilir.
ABD’siz yeni Asya-Pasifik
ABD’nin üyeliği söz konusu olmasa da, bu ticari birlik Asya çağı söyleminin, günümüz gelişmeleri çerçevesinde somutlaşmaya yönelik önemli bir adımı olarak adlandırılabilir.
Bu gelişmenin, ABD’de yakından takip edildiğine kuşku yok.
Başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Joe Biden’in ekonomi ekibinin, Asya-Pasifik bölgesini yeniden aktif olarak ABD’nin gündeme getirme konusunda niyetli olduklarını söylemek mümkün.
Bu noktada, Çin öncülüğünde varılan anlaşmaya karşı, Donald Trump tarafından reddedilen Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’nın (Trans Pacific Partnership Agreement-TPPA) gelişen yeni şartlar çerçevesinde yeniden gündeme getirilmesi söz konusu olabilir.
Ya da pek çok kimse için büyük bir sürpriz olacak şekilde, ABD’yi RCEP içinde görebiliriz…
RCEP’in gündeme gelmesinde, Barack Obama’nın ikinci dönem başkanlığında başlatılan TPPA görüşmelerine bir olarak düşünmek mümkün.
O dönem 12 üyeli bölgesel ancak etkileri bakımından küresel olacağı tahmin edilen TPPA beş yıllık yoğun çalışmaların ardından ulusal parlamentolarda imza aşamasına kadar başarıyla getirilmişti.
Ancak ABD’de başkan değişimi ve Donald Trump’ın korumacı politikalarının engeline takılmıştı. Trump başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günlerde TPPA’yı rafa kaldırdığını ilân etmesiyle RCEP görüşmelerine hız kazandırılmıştı.