Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo (Jokowi) 100. gününe ülkenin en önemli kurumlarının birbiriyle çatışmaları arasında giriyor. Bu çatışmaları, Jokowi’ye karşı ve taraf olan çevreler bağlamında ele alındığında Başkan’dan bağımsız düşünmek mümkün değil. Ülkenin merkezini saran çatışma ortamı sürerken, Başkan’ın, görünürde ‘çatışmanın’ sona erdiği sanılan ülkenin bir diğer köşesinde yani, Açe Eyaleti’ne dair bir politikası olup olmadığını sorgulamanın zamanı. Kimilerince abartı olarak değerlendirilse de, merkezde kurumsallaşmış yolsuzluklar çerçevesinde süren çatışma, temelde merkezin yani, Cava yönetiminin 1949 yılından bu yana, Açe’ye yönelik politikalarına dair de ipuçları verdiğini ileri sürelebilir.
Jokowi’nin, Açe’ye dair politikalarının ‘olduğunu’ ortaya koyan yaklaşımı, Başkanlık yemini ettiği 20 Ekim 2014 akşamı, özel televizyon kanalı Metro TV’ye verdiği mülâkatta görmek mümkün. Başkan’ın, o akşam, “Endonezya Cakarta’dan ibaret değil, Açe-Papua ve diğer eyaletler de var” minvalindeki yaklaşımında, diğer eyaletlerden belki da daha çok Açe’yi ilgilendiren boyutlarını göz önünde bulundurmak gerekir. Son dönemde dünyanın doğusundan batısına jeo-stratejik ve jeo-politik gelişmelere tarihsel perspektiften bakışın artarak devam ettiğine dikkat çekmek suretiyle, Açe’nin Endonezya Cumhuriyeti özelindeki yerini bu anlamda değerlendirmek gerekir. O zaman, Açe’yi ülkenin Batısında ‘küçük ve geri kalmış’ bir eyalet olarak tanımlamak yerine, aksine Açe, Hint Okyanusu’nun tam ortasında, bir yanıyla Doğu Afrika-Arap Yarımadası/Körfez Ülkeleri ve Hindistan’a öte yanıyla Malezya-Tayland-Singapur’a bakan vechesiyle ele almak gerekir.
Başkan’ın bu açıklamasından kısa bir süre sonra, Açe’ye politikalarında bir yer verdiğini gösterebileceği bir ‘imkân’ olarak tsunaminin yıl dönümü bulunuyordu. Tsunami’nin onuncu yıl dönümü olan 26 Aralık 2014 tarihinde Açe’de olacağını dair yapılan açıklamada bulmak mümkündü. Ancak bu önemli yıl dönümüne sadece birkaç gün kala, Jokowi’nin Açe’ye gelmeyeceği belirtildi. Bu görev, onun yerine Başkan Yardımcısı ve Barış sürecinin önemli mimarları arasında adı geçen Yusuf Kalla’ya düştü. Tabii, Jokowi’nin tsunami yıldönümünde Açe’ye ziyareti iptal etmesiyle, Açe’ye dair politikaları olmadığını söyleyerek kestirip atmak istemiyorum. Aksine konuyu biraz ‘deşmekte’ fayda var.
Öncelikle, bu gezinin iptalinin Jokowi’nin Açe politikası olmadığı şeklinde yorumlamak için henüz erken. Ancak bunun önemli bir süreci başlatmada geri adım olduğuna kuşku yok. Burada şunu açık seçik ifade etmek gerekir. Ulusal politikalarda Açe’ye önem verilip verilmeyeceği meselesi, sadece büyük bir çoğunluk tarafından ülkenin ‘en batı ucunda’ bir Eyalet olarak değerlendirilerek küçümsendiği izlenimi verilen bu topraklarla sınırlı değil. Açe’de olup biten veya olmayan her şey merkezi yakından ilgilendirmektedir.
Bu bağlamda, Jokowi’den önce Açe’de neler olup bittiğine çok kısa olarak değineyim. Açe’de 15 Ağustos 2005 tarihinden bu yana var olan barış ortamının ardından Eyalet’teki siyasi değişimler çerçevesinde ülkenin diğer bölgelerinde görülmeyen yeni uygulamaların ülke adına bir ‘başarı’ olarak kayıtlara geçirilmişti. Bu başarı, diğer eyaletlerde -en azından gelişmeleri izleyebilen kesimlerce- merkezden benzer taleplerin gelmesine neden olmuştu. Örneğin, Açelilerin valilerini seçmeye başlamaları; Eyalet parlamentosunda yerel partilerin temsil edilme hakkını kazanması; Açe geleneğinde önemli yeri olan ve geleneksel anlamda Açelileri temsil makamında olan ‘Wali Nanggroe’ kurumunun yeniden hayata geçirilmesi; din, eğitim ve kültür gibi etnik yapıları doğrudan ilgilendiren meselelerde Açelilerin kanun yapmaya varan imtiyazlara ulaşmalarını saymak mümkün. Açe’deki bu yapılaşma Jokowi’nin elini güçlendiren unsurlar olarak dikkat çekiyor. Çünkü Açe, kemikleşmiş bürokrasi ve yönetim tabakalarına sahip bir ülkede yeni siyasi anlayışların hakim olabileceğinin en iyi resmini ortaya koyuyor.
Bunun ötesinde, Jokowi’nin seçim manifestosunda ortaya koyduğu “yolsuzluklarla mücadele”, “denizcilik”, “alt yatırımların hızla hayata geçirilmesi”, “dış yatırımların önünü açacak yasal değişikliklerin bir an önce uygulama konması” gibi hususlar, aslında Başkan’ın ulusal çapta girişilecek reform çabalarında Açe’yi öncellemesinin de açıkçası bir nedenini oluşturuyor. Bunun nedeni son derece basit. Açe, 2004 yılına tsunami gibi büyük bir yıkımdan çıktı. Ardından gelen küresel yardımlarla kuzey-batı sahil şeridindeki şehirler yeniden inşa edildi. Bu inşa süreci, tüm aksaklıklarına rağmen, bir model olarak ortada duruyor.
Öte yandan, Başkan’ın yukarıda zikredilen manifestosunun ana başlıkları çerçevesinde aradan geçen on yıllık süre zarfında Açe’de nelerin ‘değişMEdiğinin’, ‘değiştirilMEdiğinin’ hesabının da kolaylıkla yapabileceği bir gözlem süreci, bilgi ve tecrübe de ortada duruyor. Hiç kuşku yok ki, bunların en başında, ‘öncü bir İslam toprağı’ sayılan Açe gibi bir beldede, tüm kurumsal yapılanmasıyla ‘yolsuzluklar’ zincirinin nasıl ortadan kaldırılabileceği konusu geliyor. Sadece bürokratik yapıda birkaç memuru değil, eğitimden sağlığa, dini kurumlardan yüksek öğretim yapılarına, yerel yönetimden merkezle ilişkilere kadar toplumsal yaşamın neredeyse tüm ağlarında kendini ortaya koyan yolsuzluk bir kangren olarak Açe toplumunu kemirmekle kalmıyor, içinde yer aldığı siyasi bütün yani, Endonezya Cumhuriyeti’nin de nasıl benzeri süreçlere konu olduğunu geçtiğini gözler önüne seriyor.
Bu bağlamda, örneğin Jokowi’nin seçim manifestosunun en üst sıralarında yer alan yolsuzlukla mücadeleye, laboratuar olma özelliğini halen sürdüren bu beldeden başlatması yerinde olur(du). Açe’nin bir yandan ‘İslami’ referansları, geçiş toplumu özelliği taşıması, genç ve dinamik nüfusu gibi özellikler yolsuzluk illetinin üzerine gidilmesinde eli kuvvetlendirecek unsurlar olarak mevcudiyetini koruyor. Yolsuzlukların üzerine gidilmedikçe, ne alt yapının, ne dış ticari yatırımların imkânlarını ve etkilerini hakkıyla toplumun tüm kesimleri üzerinde görmek mümkün. Kaldı ki, Açe’ye -en hafif tabirle söylemek gerekirse- hoş gözle bakmayan çevrelerin, bu Eyaletle özdeşleşen İslami anlayış ve uygulamaları son derece kısır bağlamları ile ulusal ve uluslararası çevrelere aksettirme arzu ve çabalarını da göz ardı etmemek gerekir.
Aslında bu uygulamalara tastamam İslam Hukuku demek yanlış olur. Çünkü uygulama sahası dar ve belli bir toplumsal kesimi hedef almasıyla ön yargılı olduğu söylenebilecek bu pratiğin, Açe’yi ülke genelindeki halklar ve de uluslararası kamuoyu önünde en azından pasifize etme amacıyla kullanıldığını söylemek bile mümkün. Tabii, İslam Hukuku dendiğinde ilgileri cezbeden işin karalama boyutu oluyor. Bu noktada, Eyalet’teki sözde İslam hukuku uygulamalarının, cinsellik eksenli takıntılarla ve bazı savunmacı söylemlerle sınırlı anlayışın, karikatürize edilmeye açık bir uygulama olarak ortada durduğunu görmek gerekir. Burada yaklaşım, bu tür uygulamaların önüne geçmek değil, Açe’yi elde hazır bir imkân olarak görüp, İslami uygulamaları tüm ulusal ve de benzeri toplumlar için bir model statüsüne çıkartabilecek çalışmalar yapmak şeklinde tezahür etmeli.
Bu noktada, Jokowi hükümetinin Açe’deki İslam Hukuku uygulamasına ne denli müdahale edebileceği kuşkulu. Ancak bu hiçbir şey yapamayacağı anlamı taşımıyor. Merkezi hükümet olarak, bu Eyalet’teki uygulamalara çeki düzen verebilecek insan ve maddi alt yapının tesisi noktasında Açeli alimler-akademisyenler ve geleneksel liderlerin katılımıyla sorunu tespit ve çözümü konusunda kafa yorucu çalışmalara ön ayak olabilir. Veya bir başka bağlamda değerlendirildiğinde, İslamın temelde bir toplumda ‘adalet’ olgusunu öne çıkardığından hareketle söylemek gerekirse, İslam Hukuku’nun: a) mevcut uygulama alanının toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde genişletilmesi; b) Endonezya’nın farklı eyaletlerine ve de dünyanın benzeri toplum yapılarına sahip bölgeleri için bir ‘model’ oluşturulmasına katkısı dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede, Açe İslamı’nı ne Cava tandaslı ne Malezya’nın Kelantan Eyaleti’ndeki ve ne de Brunei ‘Sultanlığı’nın (!) icraatları kıskacına almak Açe tarihine hakaret olduğunu önce Açelilerin, ardından bu toprakların değerini bilenlerin görmesi gerekir.
Buradan, sadece Jokowi’nin değil, daha başkanlığından bir yıl önce, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 2013 yılında yaptığı Endonezya ziyaretinde gündeme getirdiği tarihi ‘Deniz İpek Yolu’ projesini bağlamında Açe’nin yerini kısaca ele almak gerekir. Bu noktada, Açe Eyaleti’nin, sahip olduğu jeo-stratejik ve jeo-ekonomik özellikleri, dün Açe’yi dünya tarihinde nerelere taşıdığıyla anlaşılabilir. Bu noktada, Jokowi’nin Açe’ye gelerek başta Açeliler olmak üzere tüm ulusa, Arthur Schopenhaur’un “bir ulus ancak tarihi/geçmişi vasıtasıyla bilince varabilir” sözünü hatırlatması beklenirdi. Bugün potansiyel bir nitelik taşıdığı gözlemlenen jeo-ekonomik ve stratejik özelliklerine rağmen, Açe tsunami sonrasında ortaya çıkan potansiyeli değerlendilebilmiş değil. Oysa çok daha erken dönemlerde Weh Adası gibi Bengal Körfezi, Andaman Denizi, Hint Okyanusu, Malaka Boğazı’nın tam ortasındaki bir adanın ‘serbest ticaret bölgesi’ yapılmasına rağmen, Cava yönetiminin siyasi oyunlarıyla bu olanaktan zamanla mağdur edilmesi, tsunamiden sonra ne Sabang Limanı ve Kreung Raya ne de Melaboh ve Kreung Kuku limanlarının uluslararası statülerine kavuşturacak ve işlevsel hale getirecek alt yapı çalışmaları yapılabildi. Limanları, havalimanı, geniş ve zengin hinterlandı ile Ortadoğu’ya, Arap Yarımadası’na, Hindistan’a, başta Malezya-Singapur ve Tayland olmak üzere ASEAN ülkelerine açık bir coğrafya olan Açe, Başkan’ın geçen Kasım ayında Çin’in başkenti Beijing’de yayılan APEC toplantısındaki vurguları hak eden bir Eyalet. Tsunaminin yıl dönümünde Açe’yi ziyaret etme fırsatını kaçıran Başkan’ın en kısa sürede Açe’yi ziyaret etmekle kalmaması, öncü icraatlara imza atacak plân ve projelerle Banda Açe’ye gelmesinde yarar var.