Mehmet Özay 19.01.2020
ABD’de yarın yeni başkan Joe Biden’ın yemin töreni gerçekleştirilecek. Ancak bu tören gerek öncesi gerek hazırlık süreci itibarıyla ABD tarihinin olağanüstü bir döneminin yaşanmakta olduğuna işaret ediyor.
ABD başkenti Washington’da 6 Ocak’ta yaşanan sivil darbe girişimi ve bunun doğurduğu toplumsal ve siyasal kaos yeni başkan, kabine ve senato için “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminin zihinlere kazınmasına neden oluyor.
8 Kasım seçimlerinin ardından, Trump’ın seçimi kaybettiğini kabul etmemesi üzerine yükselen kaos ortamının geldiği nokta olarak sivil darbe teşebbüsü, herhalde en çok ABD’lileri şaşırtmış olmalı.
Kendine darbe
Söz konusu sivil darbe teşebbüsünü an be an doğrudan televizyonlardan izlemeyen birinin belki de ilk tepkisi, Afrika kökenli Amerikalıların bu girişimde bulunduğu yönünde olmuştur.
Amerikan toplumunu şaşırtan gerçek ise, darbe teşebbüsünün ardında “rengârenk kişilikleriyle” orta sınıf beyaz Amerikalıların bulunmasıydı.
Burada şaşırtıcı olan, sadece başkentin göbeğinde böylesi bir eylemin ortaya çıkmış olması değil elbette. Eylemin gerçekleştiği saatlerde seçim sonuçlarının kongre tarafından onaylanması sürecinin yaşanmasıydı.
Bu anlamda darbe, senato gibi ABD siyasal yapılaşmasında neredeyse yeni bir kutsal olarak işlev gören kurumsal yapıyı hedef alması kadar, adına demokratik denilen sürecin onanmasına doğrudan ve cebren müdahale anlamında demokratik kuruma yönelik bir girişimdi.
Bu darbe girişiminin ardında kimler vardı sorusu gayet önemlidir. Başkent Washington’un göbeğinde, siyasi ve egemen yapının kurumsal varlığına yönelik eylemin arkasındaki kitle, her daim ABD’nin ortak toplumsal hafızası olduğu belirtilen ve bu geniş toplumu temsil ettiği iddia edilen toplumsal kesimlerdi.
Darbecilerden bir kadının, “Capitol’ü basıyoruz. Bu bir devrim!” açıklamasını hatırlayalım… Bu açıklama, akıllara ilk etapda 1980’lerin sonu 90’ların başlarında Doğu Avrupa’da yaşanan sivil devrimleri getiriyordu.
Ya da ne diyelim, tarihin tuhaf bir çelişkisi olarak Washington’daki gelişmenin aktörleri, “… zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz bir şey yok” diyen Karl Marx’ın işçileri değil, aksine bu toplumsal hareketin mimarı liberal Trump’ın orta sınıf yandaşlarıydı.
Her ne kadar, darbe teşebbüsü sonrası Trump’a söylettirilen beş dakikalık video açıklamasında “… beni temsil eden gerçek Amerikalılar böyle şeyler yapmaz” anlamına gelecek keskin ifadelerle, sivil darbe teşebbüscülerinin toplumsal ve siyasal kimliklerini yadsıması bile, Trump’ın yaşadığı psikolojik ve siyasi travmanın altından kalkma çabasından başka bir anlam ifade etmiyor.
Şok olan demokrasi
Dünyanın farklı bölgelerinde benzeri sivil ya da askeri darbelere maruz kalmış toplumların bu gelişmeyi hayretle karşılamaları kadar, temelde bu gelişmeye yol açan nedenlerini ve tarafların tutumlarını anlamlandırma konusunda çok daha rasyonel hareket edebileceklerini söyleyebiliriz.
Bu konuda, dünynın değişik toplumlarında yaşanan tarihsel deneyimlerin öğreticiliğinin ABD toplumunca algılanamamış olması, hiç kuşku yok ki, bugün aynı darbe teşebbüsüne maruz kalan ABD’nin bu gelişmeyi anlamlandırabilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.
Bu noktada, darbe gelişimine kısaca bakmakta yarar var. Demokratik ve liberal değerler ile kendini tanımlayan Amerikan toplumunda ‘yeni bir tür muhalefet’ yapma biçimi, 2016 yılında Donald Trump’ın adaylığı ile ortaya çıktı.
Bununla birlikte, o dönemde böylesi bir muhalefetin ne anlama gelebileceği konusu pek kimsenin dikkatini çekmiyordu. Belki de, sıra dışılığı, vurduydumazlığı, dobra söylemi ile ABD siyasetine salt yeni bir renk katan/katacak bir kişi olarak değerlendiriliyordu Trump…
ABD’de demokrat çevrelerde bir endişeden bahsedilse bile, ABD’yi demokratik yapan en önemli unsur, sadece seçmenlerin sandık başına giderek oylarını kullanmaları değil. Aksine, adına yerleşik kurumlar denilen bürokratik yapının “sınır tanımaz tarafsızlığı” ile hareket edeceği düşüncesiydi.
Ya da yukarıda dikkat çekilen olumsuz niteliklerinin Trump’ın bizatihi kendisine ve destekçisi milyonlarca Amerikalıya vereceği toplumsal zarara karşı, genel anlamda Amerikan sisteminin kurulu yapılaşması karşısında etkisi ol/a/mayacağı yaklaşımı hakimdi.
Oysa aradan geçen süre zarfında, Trump ABD’de tek ses olarak gündeme gelen ve tweet politikaları ile sadece ülkede değil, küresel düzeyde belirleyiciliği ile dikkat çeken bir başkan yapısı ortaya koyuyordu.
Trump’ı güçlü kılan elbette, bu kişisel özellikleri ve tweet gibi bir vasıtayla, sosyal medyayı ayartan ve karartan yaklaşımı değildi.
Aksine, Trump bir Amerikan bireyi ve bir başkan olmanın yanı sıra, bundan daha da öte, birbirinden farklılaşan çeşitli çıkarlar üzerine inşa edilmiş ABD toplumunun ürettiği ve belirli yapıların temsilcisi niteliğini taşıyan bir siyasetçi(dir).
Trump, başkanlık yarışını kazanmasının ardından, kampanya döneminde ortaya koyduğu söylemi, bir egemen güç olarak gündeme taşımakta gecikmedi. Başkanlık sürecinde yaptığı atamalar, görevden almalar ile temsil ettiği geniş toplum kesimlerinin sözcülüğünde, ona destek olacak isimlerle birlikte hareket ediyordu.
İşte bugün gelinen noktada, darbenin mimarı olarak sadece Trump’ı görmek, büyük resmi görmemek anlamına gelecektir.
Trump sonrası, erken Biden dönemi
ABD’de geçen dört yıllık süre zarfında ülke siyasetini ve toplumunu kargaşaya sürükleyen ve son günlerinde sivil darbeye yeltenenlerin kışkırtıcısı sıfatıyla suçlanan Trump sonrası dönemin başkanlık görev değişimi seremonisiyle bir anda pembe bir dünyaya açılacağını düşünmek güç.
Bununla birlikte, ABD sivil ve siyasal hegemonik yaklaşımının sembolik ifadesi olarak “özgür dünyanın temsilcisi” rolü Biden’e çoktan verilmiş gözüküyor.
6 Ocak’ta gerçekleştirilen sivil darbe teşebbüsü Amerikan siyasetinde Beyazlar arası çatışmanın bir sonucu olarak gündeme geldi.
Ancak bundan sadece aylar önce, Afrika kökenli Amerikalıların toplumsal tepkilerine ve yer yer ayaklanmalarına yol açan gösteriler, ABD toplumsal yaşamının ve siyasal sisteminin hâlâ kendinde bir Beyaz egemen yapılaşmasının devamlılığına işaret ediyordu.
Seçim kampanyası döneminde bazı Afrikalı grupların açıkmaları, başkanlık seçimini kim kazanırsa kazansın Afrika kökenli Amerikalıların sorunlarının bu sistem içerisinde çözülmesinin mümkün olmadığı yönündeydi.
Ancak bugün gelinen noktada, darbecilerin üç beş kişiden ibaret isyancı oldukları görüşüne sığınmak, ABD’de yaşanmakta olan sorunların göz ardı edilmesi anlamına gelir.
Bu durumda, orta sınıf Amerikalıların darbe teşebbüsüne maruz kalmış olan ABD demokrasisinin büyük bir çelişki yaşadığına kuşku yok.
Yeni başkan Joe Biden ve ekibinin toplumsal ve siyasal travmalar yaşayan Amerikan toplumunda toplumsal istikrarı ve konsensüsü sağlama konusu hiç kuşku yok ki, yeni yönetimin önceliğini oluşturuyor.
Ancak bu haliyle hasta Amerika’nın Biden’le birlikte yeniden özgür dünyanın temsilcisi ve savunucusu olacağı yolundaki söylemin ise, son derece iyimser bir niyetin ötesinde bir anlam taşımadığını da belirtmek gerekiyor.