Demokrat Parti yüzde 2.6’lık artışla aldığı 33.5 oy oranıyla üçte ikilik çoğunluğu sağladı. Bu sonuç, ülke siyasal yaşamında mevcut iktidarın güç temerküzünün ötesinde, ülkenin orta ve uzun vadede geleceğini etkileyecek bir yasa değişikliğinin de kapısını aralıyor. Bu noktada ülke anayasasında Japon ordusunun ‘pasif’ kalmasını ön gören, yetmiş yıllık bir maddenin revizyonunu gündeme getiriyor. 2012 yılında iktidara gelen Liberal Demokratik Parti başkanı ve başbakan Şinzo Abe, ülke hassasiyeti, ulusal güvenlik, Çin’in giderek artan askeri yapılanması ile Doğu ve Güney Çin Denizi sınırlarını egemenlik sahası ilânı gibi faktörlerin etkisiyle Japonya savunma sanayi ve ordu yapılanmasını yeniden dizayn etme niyetini yüksek sesle dile getiriyor. Bu süreçte Başbakan Abe’nin hareket alanını kısıtlayan anayasadaki meşhur 9. Madde’nin değiştirilmesi konusunda bir süredir yaptığı çağrılar 10 Temmuz seçimlerinin ardından daha da güçlenerek çıkacaktır.
-Pasifik Savaşı ve 9. Madde
Asya-Pasifik bölgesinde Japonya’nın yayılmacı politikaları karşısında ABD öncülüğündeki ittifak güçlerinin verdiği karşılıkta belirleyici olan Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla savaşın sona erdirilmesiydi. 2. Dünya Savaşı’nın ya da bölgedeki adıyla Pasifik Savaşı’nın ardından ABD yönetimi, Japon ordusunun teslim olmasını yeterli görmemiş ve 1947 yılında bu ülke anayasasına Japon ordusunun bir daha başka ülke topraklarında faaliyet göstermesini engelleyen bir madde dikte ettirdi. Bunun temel nedeni de, savaşın sonunda ‘eksen ülkeler’ adıyla anılan Almanya, İtalya gibi Japonya’nın da ‘fazişan’ eğilimlerine gem vurmak ve bir daha bu yönde bir ‘maceraya’ atılmasını önlemekti.
Anayasanın söz konusu 9. Maddesi, “Japon ulusunu, bir egemenlik hakkı olarak uluslararası anlaşmazlıklarda askeri tehdit ve güç kullanmaktan men etmekte ve bu çerçevede kara, deniz ve hava kuvvetlerininin varlığına son vererek ulusa savaş hakkı tanımamaktadır”. Bu madde, Japon ordusunun varlığını kendi topraklarında öz-savunma ile sınırlandırıyor. Kimi çevrelerde, dünya barışına bir katkı olarak değerlendirilen bu yasa çerçevesinde, o günden bu yana, ulusal ordu ‘pasifleştirilirken’, ülke savunması da ABD’ye teslim edildi. Daha doğrusu Japonya buna mahkum edildi. Bu süreç, sadece askeri alanda değil, anayasal bir ‘zorunluluk’ olarak Japonya’nın ABD’ye bağımlılığı belirleyici oldu. İşte bu madde, Japonya’nın yirmici yüzyıl boyunca savunma sanayi ve ordu yapısını sınırladı.
Japonya’nın savunma sanayi, ordu teşkilatı yapılanmasında bölge ülkeleriyle karşılaştırıldığında ‘geri’ kalmasına yol açan bu durum, aslında 20. yüzyıl ikinci yarısı boyunca Japonya’yı dünyanın üçüncü büyük ekonomi yapmasının da yolunu açıyordu. Enerjisini, ekonomisini yatırımlara, yenilikçi ve müteşebbisliğe konuşlandıran Japon hükümeti ve halkının bu süreçte karşısında ‘düşman’ telâkki edilebilecek bir güç olmaması kadar, savunma sürecini ABD’ye havale etmesinin getirdiği bir tür rahatlık söz konusuydu.
-Jeo-politik Sıçrama
Abe hükümeti, pasif bir konuma indirgenen Japon ordusunun uzun yirminci yüzyıl şartlarını geride bırakacağı ve askeri dengeleri değiştirmeye matuf bir icraata hazırlanıyor. Bu anlamda, söz konusu 9. Madde’nin değiştirilmesi, küresel kamuoyunun zihinlerine ‘Japon Harikası’ kavramıyla kazınmış olan ‘Japonya’nın üst düzey teknolojik gelişmişliğini askeri ve savunma teknolojilere nasıl yansıyacağı merak konusu. Ancak bu merakın ötesinde, Japonya’nın yeni bir ordu yapılanmasının sadece ülke içerisinde değil, bölgesel ve de küresel etkileri olacağına kuşku yok. Bu noktada Japonya hükümeti bugüne kadarki söylemlerine uygun bir şekilde, şayet bu maddeyi revize edebilirse yeni bir jeo-politik açılım gündeme gelecektir. Bu bir anlamda ABD’nin Obama yönetimiyle birlikte 21. Yüzyıl Asya Çağı konsepti içerisinde Asya-Pasifik yapılanmasına verdiği önem gibi, Japonya’nın, ordu yapılanmasının tesis edeceği yeni bir siyasi ‘kimlikle’ ortaya çıkması, kuşkusuz ki bölgede stakükonun değişeceği anlamı taşıyor. Öyle ki, Japon hükümetinin anayasanın 9. maddesine getireceği yeni yorumla ittifak güçleriyle “kollektif öz-savunma’ kavramına işlerlik kazandıracak.
-Çin Niçin Rahatsız?
Japon hükümetinin savunma ve ordu yapılaşmasının yeniden dizayn edilmesi yönündeki söyleminden en fazla rahatsız olan ülkenin Çin olduğu gözleniyor. 2010 yılı Ağustos ayında dünya ekonomisinde önemli bir gelişme yaşandı ve Çin, Japonya’nın dünyanın ikinci büyük ekonomisi ünvanını elinden aldı. Bu gelişme, aralarında tarihsel husümet bulunan iki ülkenin geldikleri bu noktada ekonomik kalkınma yarışı yapacakları, böylesi bir rekabete girişeceklerine işaret etmedi ve etmiyor açıkçası. Bir başka ifadeyle, küresel ekonominin saç ayağının ABD’den sonraki iki aktörünün liberal ekonomik değerlerle birbirlerine yakınlaşmasından değil, bu ekonomik varsıllığın getirdiği kazanımların askeri yapılaşma çerçevesinde çatışma potansiyeline zemin hazırlamalarından söz etmek mümkün.
Bunda hiç kuşku yok ki, tarihin değişik evrelerinde ortaya çıkan gelişmelerin eseri olan ‘eski korkuların’ depreşmesine yol açıyor. Bu noktada bir önceki süreç hatırlanacak olursa, uzun yıllar boyunca savunma sanayii ve ordu yapılanmasını ABD’ye havale etmiş olan Japonya’nın tüm gelişmiş ekonomisine karşın Çin için bir tehdit unsuru taşımadı ve taşıması da mümkün değildi. Ancak Çin’in, özellikle 1970’lerin ortalarından itibaren başgösteren liberal ekonomi temelli modernleşmeci-kalkınmacı açılımlarına paralel olarak ordu ve savunma sanayiine yaptığı yatırımların ne anlam ifade ettiğini 2010’lu yıllarda sadece Japonya değil, bölge ülkeleri ve de daha geniş plânda küresel olarak daha net anlaşılmaya başlandı. Bunda hiç kuşku yok ki, iki ülke arasında Doğu Çin Denizi’ndeki Diaoyu/Senkaku Adaları konusundaki anlaşmazlığı pratik bir neden olarak öne çıkıyor.
Ekonomide liberal bir söylemi öncelleyen Çin yönetimi, siyasi ve toplumsal yapıda ‘liberal’ bir gelişme sergilemek, liberal ekonomiden hareketle liberal demokrasiye zemin hazırlayacak kanallar açmak yerine, zamanı geldiğinde tarihi de arkasına alarak milliyetçi vurgusunu başat bir şekilde öne çıkarmak suretiyle yeni bir toplumsal yapılaşmaya yol açtı. Bu noktada, batılı ekonomik değerleri benimsemiş, ancak sosyal ve siyasal değerlerine sınır çekmiş bir Çin yönetimi elinde şekillenen yeni bir Çin toplumu var. Bu noktada, özellikle güney ve doğu sahillerini çevreleyen post modern şehirlerdeki yeni orta sınıflarla, kırsaldaki geleneksel kesimin nefes alabileceği ortak toplumsal atmosfer işte bu milliyetçilik düzeninde ortaya çıkıyor.
Bu durumda, Çin komünist parti yönetimi, toplumsal dinamikler ile tarihsel bilincin kesişme noktasında bir hedef belirlemek gerektiğinde hemen yanı başındaki Japonya’yı buluyor. Bu anlamda, hem 19. yüzyıl sonu hem de Pasifik Savaşı öncesinde Japonya’nın istilasına maruz kalan Çin’in bu ‘acı geçmişi’ unutması söz konusu değil. Çin yönetimi nasıl ki, Güney Çin Denizi konusunda egemenlik iddiasını temellendirmek için en az beş yüz yıllık bir geçmişe referans yapıyorsa, -yukarıda söylediğimiz nedenlerder ötürü- komşusu Japonya ile ilişkilerinde de ‘istilâ’ dönemlerini bugünkü ilişkilerde belirleyici kılıyor. Ve bunun pratikteki karşılığıysa, askeri yapılaşma ve bunun sağladığı itici güçle Doğu Çin Denizi’nde egemenlik iddiası yer alıyor. Bu anlamda iki ülke arasında bir ‘normalleşme’ süreci henüz ortada görülmüyor.
-Abe’den Tarihi Hamle
Aksine, Japonya açısından bugün gelinen noktada, Çin’in giderek artan bir tehdit unsuru haline gelmesi, Pasifik Savaşı sonrasında oluşan dengenin veya statükonun değişmesi yönünde bir potansiyeli içinde barındırıyor. Bunun somut dayanaklarıysa, Japonya ‘savunma ‘gücünün’ dış savaş kabiliyetinden yoksun olması; niceliksel olarak komşu ülkeler örneğin Güney Kore ordusunun üçte biri; Kuzey Kore ordusunun altıda biri; Çin’in ise onda biri büyüklükte olmasıdır. Bu bağlamda, bölgede Japonya ile ittifak halindeki bir ülke topraklarında veya ‘denizlerde’ ortaya çıkabilecek herhangi bir sıcak gelişmeye Japonya’nın ordusu ile destek vermesi mümkün değil. İşte bu nedenledir ki, bugün gelinen noktada, Japonya’da hükümeti ve de Başbakan Abe’nin mevcut iki mecliste de üçte ikilik çoğunluğu sağlaması, anayasada ilgili değişikleri yapabileceği anlamı taşıyor. Mevcut sistem gereği, bir sonraki dönem yapılacak seçimlerde artık Başbakan olamayacak Abe, 9 Madde üzerinde yeni bir tasarruf ile tarihe geçmeyi arzu ediyor. Bu süreç, sadece Japonya ulusal meclis/leri ve halkının vereceği kararla değil, aynı zamanda ABD yönetiminin bu tarihi sürece ‘onayıyla’ da bağlantılı.
http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/japonya-ordusunu-yeniden-yapilandirmaya-hazirlaniyor/61787