Mehmet Özay                                                                                              25.09.2018

Bazı siyaset bilimciler tarafından dile getirilen ‘imparatorluklar çağına dönüş’ fikrinin günümüzde ortaya çıkan siyasal yapılaşmaların bir yorumu ve tespiti üzerinde olduğuna kuşku yok. Bu bağlamda, bu süreci bazı ülke yönetimlerinde hakim olan uzun süreli siyasal hakimiyetlerle karşılamak mümkün değil. Bu olsa olsa, ancak böylesi bir yönelimin bir bölümüne tekabül etmesiyle önem taşır. Bununla birlikte, temelde Avrupa merkezli bir gözlem ve tecrübeye dayalı olarak ortaya konsa da, bu ‘gerçekliğin’ Asya-Pasifik’te bir şekilde karşılık bulduğunu da ileri sürebiliriz.

Bunun ötesinde, imparatorluk olgusuna gönderme yapan konu, ilgili ülkelerin siyasal yapılaşmasında egemen olan kurumların ve liderlerin tarihsel referans noktalarıyla hareket etmeleridir. Bu da aslında, adına post-modern denilen sürece yönelik pratikte ortaya çıkan bir tür eleştirel yaklaşım olarak değerlendirmek mümkün.

Bugün Japonya’da olan bitende bunun bir yansımasını görmek mümkün. Kısa bir süre önce kaleme aldığımız yazıda başbakan Şinzo Abe’nin mensubu bulunduğu Liberal Demokrat Parti başkanlığına yeniden adaylığını gündeme getirmiştim.

Şinzo Abe istediğini aldı

20 Eylül’de yapılan başkanlık seçimlerinde herhangi bir sürpriz yaşanmadı ve başbakan Abe, partisinde bir kez daha liderlik yarışını kazanarak başbakanlık sürecinin önümüzdeki yıllara taşınmasını da garanti altına almış oldu. Parti içi seçimde 807 geçerli oyun 553’ünü alan Abe 254 oyda kalan rakibi ve eski savunma bakanı Shigeru Ishiba’yı saf dışı bırakmış oldu.

Parti içi başkanlık seçimini farklı bağlamlarda ele almak mümkün. İlki özellikle bölge basınında dikkat çekildiği üzere Abe’nin, 2. Dünya Savaşı sonrasında başbakanlık koltuğunda en uzun süre oturan siyasetçisi yapmaya aday bir yönü bulunuyor.

Yani Abe, olağanüstü bir değişiklik olmadıkça, önümüzdeki üç yıl daha başbakanlık koltuğunda yer alan isim olacak. Böylece 2012 yılında başlayan başbakanlığı 2021’e kadar kesintisiz sürmesi, onu modern Japon tarihinde seçkin bir yer edinmesini sağlayacak. Ancak Abe’nin özelliği bununla sınırlı kalmayacak.

Siyasal ve toplumsal değişimde ivme

Bu durum, Abe’nin yeni bir lider tipi olarak ortaya çıktığını veya çıkmakta olduğunu kanıtlıyor. Bu anlamda, Japon siyasetinde ve toplumsal yapısındaki açılımının ve karşılığının neye tekabül ettiğinin iyi bir şekilde ortaya konulması gerekiyor.

Öncelikle şu hususu görmek lazım… Abe’nin geçen yıl yapılan baskın seçimden zaferle çıkmasının ardından, parti liderlik mücadelesinde de sergilediği başarı, onun Japon kamuoyu nezdinde güçlü bir liderlik profili çizdiğinin en somut göstergeleri olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.

Asya ülkelerinde siyasal yaşamın en büyük sorunlarından olan kronizm Japonya’da da varlığı ile dikkat çekiyor(du). Abe, bu konuda yaptığı girişimlerle bu eğilimi en azından durdurmak ve geriletmek konusunda çaba gösterdiğini kanıtlamış gözüküyor.

Parti liderlik seçiminin hemen öncesinde üyelere yaptığı açıklamada “sizlerle yeni bir ulus inşa etmeye kararlıyım” cümlesi, onun siyasal yaşamın yeniden şekillenmesinde adımlar attığını kanıtlıyor. Ancak bu kararlılık iç siyasal sistemdeki düzenlemelerle sınırlı değil.

Bu bağlamda, Japonya’da güçlü liderlik profili etrafında örülen ve gelişen bir değişim sürecinin izleri siyasal yaşamın yanı sıra, ekonomi ve güvenlik alanında da kendini ortaya koyuyor. Bu sürecin ekonomi alanında değişim yöneliminin kaynağını, Japonya’nın küresel ekonominin ikinci sırasındaki yerini Çin’e devrettiği 2000’li yılların başından itibaren gelişen sürece bağlamak mümkün.

Çin faktörünün itici gücü

Çin’in yeni bir ekonomik güç olarak ortaya çıkması, Japonya bakımından salt ekonomi verileri ile değerlendirilebilecek bir husus değil. Aksine, bu gücün kendini içinden çıktığı ekonomi modelinin, yani kapitalizmin doğal bir zorlaması ve sonucu olarak askeri alandaki büyüme ve yayılmacılık olgularının belirginleştirdiği husus dikkate alındığında, Japonya’nın hemen yanı başında bir hiç de göz ardı edilmeyecek bir tehdit unsuru ile karşı karşıya olduğu görülür.

Bu nedenledir ki, Abe, bir süredir, 2. Dünya Savaşı’nın bakiyesi anayasada değişiklik çağrısıyla gündemde. Ülkede bu reform çağrısına karşı çıkan çevreler olmadığı söylenemez ise de, Abe’nin yukarıda dikkat çekilen iki etaplı başarısının ardından artık önünün açıldığı konusunda pek tereddüt yaşanmıyor.

Abe’yle statakü değişimi

Abe, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ürünü Japon anayasasında ülke güvenliği konusunda belirleyici nitelik taşıyan 9. Madde’yi değiştirme arzusunda. Bu değişiklik maddi olarak Japon güvenlik sektörünün önünü açmaya ve hareket kabiliyetini ülke sınırları dışına taşımaya elverecek yönleri içeriyor. O da, yine Abe’nin kararlılıkla gündeme getirdiği Japon genç nesline gurur ve ümit kazandıracak moral bir değer içermesi. Bu durum, girişte dile getirdiğim imparatorluklar çağı olgusunun Japonya’daki tezahürüne tekabül ediyor.

Abe’nin bu kararlılığı, bölgede statükonun değişmesi yönünde ciddi bir adım niteliği taşıyor. Mevcut statükoyu ortaya koyan gücün Çin değil de ABD olmasına karşılık, bugün Japonya’nın atmak istediği adımın Çin’e tekabül eden bir yönünün olması kendinde bir tenakuz olmasıyla da dikkat çekici.

Günümüz dünyasında ‘gurur’un kaynağının ekonomik başarılarla sınırlı olmayıp, bu başarının adına hareket ve saldırı kabiliyetini de içeren güvenlik unsurunu içermesi, imparatorluklar çağının tipik güç merkezli yapılanmasını akla getiriyor.

(Foto: The Asian Age)

LEAVE A REPLY