Mehmet Özay                                                                                              07.09.2020

Asya-Pasifik bölgesinde kovid-19 sürecinde, ulusal politikalarda belirsizlikler kadar, önemli değişikliklerin beklendiği bir dönemde, belki de en sürpriz gelişme Japonya’da yaşandı.

İktidardaki Liberal Demokrat Parti (Liberal Democrat Party-LDP) başkanı ve başbakan Şinzo Abe, rahatsızlığını gerekçe göstererek 28 Ağustos’ta istifa kararını açıkladı.

2021 yılı Eylül ayına kadar görev süresi bulunan Abe’nin başbakanlıktan çekilmesi parti içerisinde başkanlık yarışı anlamına gelirken, yakın gelecekte kovid-19 ve ekonomi alanında alınacak kararların da kritik bir öneme sahip olduğu ve LDP’nin ve yeni başbakan’ın 2021 seçimlerinde başarını etkileyeceğine kuşku yok.

Başbakan Abe’nin son dönemde politikalarını hiç kuşku yok ki, diğer ülkeler gibi kovid-19 ile mücadele oluşturuyor(du).

Bu alanda kararların geç alındığı yönünde iç politikada eleştiriler gündeme gelse de, Japonya bugüne kadar yaklaşık 64 bin vaka ve 1200’ü aşkın ölümlü vaka ile, benzeri kalkınmış ülkelerin aksine salgınla mücadelede belirli bir başarı kaydetmiş sayılmalı.

Abe’nin başbakanlığı bırakma kararı, sadece Japonya iç politikasında değil, aynı zamanda ülkenin başta Asya-Pasifik bölge politikalarında olmak üzere küresel güçlerle olan ilişkilerinde de bir duraklama anlamı taşıyacaktır.

LPD’ye yeni başkan

Abe’nin, ülkenin içinden geçmekte olduğu kovid-19 salgını ve ekonominin yeniden rayına oturtulması sürecinde alınması gereken önemli siyasi kararları riske atmama adına görevinden ayrılma kararı sonrasında, yerine kimin geçeceğine henüz karar verilebilmiş değil.

Taamüller gereği, parti başkanı seçme süreci en az bir ay öncesinden belirlenirken, Abe’nin verdiği beklenmedik karar, parti başkanı belirlenmesini de olağanüstü bir süreçte olacağını ortaya koyuyor.

Bu çerçevede, LDP içinde gerek Abe’ye yakın olan gerekse çeşitli politikalarını eleştiren önemli isimlerin parti başkanlığına aday olması bekleniyor.

Parti başkanlığı yarışında Abe’ye yakın isimlerin öne çıkması kadar, son sekiz yılda Japonya’yı yeniden Asya-Pasifik politikalarında öne çıkaran, agresif politikaları akamete uğratmayacak bir ismin olması da o denli önemli.

Bunlar arasında dışişleri bakanı olan genç politikacı Toshimitsu Motegi, çevre bakanı Junichiro Koizumi, savunma bakanı bayan Taro Kono bulunuyor. Bu adayların yanı sıra, dışişleri eski bakanı Shigeru Ishiba ile kabine sekreteri Yoshihide Suga’nın da parti içinde önemli bir desteği olduğuna dikkat çekiliyor.

14 Eylül’de gerçekleşmesi beklenen parti içi seçim, iktidar yapısında değişiklik getirmeyecek. Bu çerçevede, LDP’de yeni başkan aynı zamanda başbakan olarak göreve devam edecek.

Abe: En uzun başbakanlık yapan siyasi lider

Şinzo Abe, 2006-2007 yılındaki ilk başbakanlığı sürecinde de benzer bir sağlık problemi nedeniyle görevini bırakmak zorunda kalmıştı.

İkinci başbakanlığına başladığı, 2012 yılı Aralık ayından bu yana aldığı sağlık desteğinin olumlu seyretmesi nedeniyle görevini sürdürebilen Abe, görev yaptığı süre zarfında, Japonya’ya Asya-Pasifik bölgesinin önemli bir aktörü haline getirirken, küresel siyasette de güçlü bir yer kazandırdığını söylemek mümkün.

Bu süreçte, ülke ekonomisini yeniden yapılandırarak önemli bir güç haline getirmeye çalışırken, aynı zamanda Japon milliyetçiliği üzerinden, 2. Dünya Savaşı sonrasının belirlenmiş askeri güç sınırlılıklarını aşma yönünde emin adımlar atmaya yöneldi.

Bu çerçevede, Anayasa’nın meşhur 9. Maddesi’nin revize edilmesi ve Japon ordusunun yeniden yapılandırılması konusundaki görüşleri ülke içerisinde farklı tepkilere neden oldu.

Bu kararın alınmasında, özellikle ABD’de Trump yönetiminin Asya-Pasifik’te özellikle, Japonya ve Güney Kore gibi müttefiklerinin askeri harcamalar noktasında paylaşımda yaşanan adaletsizlikleri öne sürerek, bu ülkelerin ekonomik yükümlülük üstlenmeleri görüşünün de büyük payı bulunuyor.

Ekonomik kalkınma hamlesi ve yeniden küreselleşme

Başbakan Abe dönemi ileride hiç kuşku yok ki, ülkenin ulusal tarihine ve küresel ilişkilere ‘Abenomics’ olarak geçen, Abe’nin ekonomi politikaları ile anılacaktır.

Çin’in 2010 yılında küresel ekonomik güç olarak Japonya’nın yerini alarak ikinci sıraya yükselmesiyle Japonya’nın bir adım gerilemesi, bu dönemde Çin-Japon rekabetinin ve çelişkisinin ekonomi alanına da taşınması anlamına geliyordu.

Abe, yeni eko-politikalar ile Asya-Pasifik bölgesinden başlayarak küresel platformda ekonomi alanında eski yerini kazanma uğraşı verirken, bu dönemde Japon siyasetinde ortaya çıkan milliyetçi eğilimlerin pür duygulara hitap eden yönü olduğunu söylemek güç.

Bu gelişme tam da, Japonlara 80’lerde ve 90’larda elde ettikleri ekonomik kazanımlarını hatırlatma ve güncelleme imkânı sunmasıyla önem taşıyordu.

Çin’in güçlenmesinin bağlı olduğu liberal-ekonomik politikalar ve bunun içinde yer aldığı kapitalizm şemsiyesi altındaki varlığının, askeri yapısını da zorunlu olarak gelişmeye zorlaması Japonya’yı iki yönlü bir çembere alınması anlamına geliyor.

Bu nedenle, başbakan Şinzo Abe, ABD eski devlet başkanı Barack Obama dömeninin en önemli küresel ekonomi yapılanması olan Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’nın (Trans Pacific Partnership Agreement-TPPA), kaderini belirleme yönünde büyük çaba sarf etti.

1980’lerden itibaren başlayan ekonomik küreselleşmenin 21. yüzyılın geleceğini belirleyecek yeni bir ekonomik küreselleşme yönelimi olarak yorumlanan TPPA’nın Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu 2017 yılı Ocak ayında ilk icraatı olarak rafa kaldırması, hiç kuşku yok ki, bölge ülkeleri arasında en çok Japonya’da sukütu hayale neden oldu.

Abe’nin bu süreçte, neredeyse her devlet başkanının Trump’tan kaçtığı bir dönemde, Trump’la yaptığı görüşmelerin temel nedenini TPPA’nın yeniden hayata geçirilmesi oluşturuyordu.

Dış politika ve güven

Abe yönetimi dış politikada pragmatik gerçekçilik uygulamasıyla dikkat çekerken Doğu Asya politikalarındaki farklılaşmadan, Hindistan’ı içine alan Hint-Asya oluşumuna zemin hazırlayan açılımlarına kadar bölgesel ve küresel politikaya damgasını vuran bir lider görünümündedir.

Yanı başındaki komşusu ve bölgedeki en önemli müttefik ülke olarak bilinen Güney Kore ile ilişkiler bölgesel ve küresel alanda uygulanan pragmatik gerçekçilik politikasından ayrışmasıyla dikkat çekiyordu.

Bunda, Abe’nin ailesinden tevarüs eden 2. Dünya Savaşı mirası ve buna dayanarak tavize yanaşmadığı milliyetçilik vurgusu, Güney Kore ile ilişkilerin gerginleşmesi kadar, ekonomik olarak da ticaret savaşlarına konu oluyordu.

Öte yandan, Çin’le yakınlaşma eğilimleriyse, Doğu Çin Denizi’nde iki ülke arasındaki anlaşmazlığı en azından statükonun devamı ile çatışma ihtimalini ortadan kaldıracak bir düzeye getirmiştir.

Abe’nin Doğu Asya politikasındaki bu çelişkili gelişmeye karşın, sadece bu dönemi değil, önümüzdeki dönemde de konuşulacak olan Hint-Pasifik kavramı ve işbirliğinin önünü açmasıyla dikkat çekmektedir.

Çin’in yükselişi ve Güney Çin Denizi’nden Hint Okyanusu üzerinden Afrika’ya uzanan geniş suyolları üzerindeki genişlemeci politikaları karşısında Abe, Hindistan’la yakınlaşma eğilimleri ile bir anlamda uyuyan dev Hindistan’ı küresel politikanın içine çekebilmiştir.

Bu gelişme, hiç kuşku yok ki, ABD için de son derece elverişli bir durum olup, Asya-Pasifik politikalarının Hint-Pasifik olarak güncellenmesini sağlamıştır.

Abe dönemi uygulamalarının kısa bir değinisi olan yukarıdaki ifadeler açıkçası ekonomi, bölgesel ve küresel politikalar noktasında Japonya’nın, yüzyılın bu önemli evresinde siyasal yapılaştırıcı rolüyle öne çıkmasını sağlamıştır.

LPD’de yapılan parti başkanlığı seçiminin ardından ülke aynı zamanda yeni başbakana da kavuşacak. Bununla birlikte, karizmtaik bir lider olarak da anılmayı hak eden Abe’nin siyasi mirasının devamlılığının ne kadar sağlanacağını ise zaman gösterecek.

LEAVE A REPLY