Mehmet Özay 30.01.2022
Japonya-Singapur arasında geçtiğimiz 26 Ocak günü, 15.si gerçekleştirilen sempozyumda, iki ülkenin son dönemde Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomi-politik ve güvenlik alanlarındaki gelişmeler konusundaki politikaları ele alındı.
İki ülkeden, alanlarında uzman ve aralarında eski bakan ve bürokratlarında bulunduğu, yaklaşık 280 kişinin katılımıyla çevrim içi gerçekleştirilen toplantılarda, temelde iki alan öne çıktı.
Bunlardan ilki, bir anlamda her iki ülkenin varoluş nedenini teşkil eden serbest ticaretin önündeki engeller ve bunların kaldırılmasına yönelik yaklaşımlardı.
İkincisi ise, genel itibarıyla ABD ve Çin arasında var olan ve tüm Asya-Pasifik bölgesinde etkisini gösteren çatışmacı ilişki yapılaşması karşısında siyasi tavır alışlarla ilgiliydi.
Küresel tedarik zinciri ortak alan
İki ülkenin, ekonomi modeli ve bunun alt yapısını oluşturan serbest ticaret uygulamaları konusunda benzerlikleri paylaşmaları, hem ikili ilişkiler hem de özellikle, son on yıl içerisinde bölgesel ekonomi birliklerinin oluşturulması ve geliştirilmesi noktasında ortak görüşlerde buluşmalarına olanak sağladığını söylemeliyiz.
Küresel liberal ekonominin vazgeçilmez unsuru olan, serbest ticaret ve bu mekanizmanın sürdürülebilirliğine yönelik son dönemde, özellikle kovid-19 sürecinde Çin merkezli tedarik zincirinde yaşanan sorunlar karşısında çözüm arayışlarında, Japonya ve Singapur’un yakın işbirliğine dikkat çekildi.
Bu noktada, sempozyuma daha önceden yapılan video kayıtlarıyla katılan Japonya dışişleri bakanı Yoshimasa Hayshi ile Singapur dışişleri bakanı Vivian Balakrishnan küresel tedarik zincirinde iki ülkenin rolüne vurguları önemliydi. Aslında bu durum, sadece iki ülke ile sınırlı olmayan, aksine iki ülkenin ekonomi modeli çerçevesinde, Batılı liberal ekonomi modeli ile birlikte hareket ettiğinin bir göstergesi.
İki ülke arasında ekonomi alanında var olan benzerlik ve yakınlaşma süreçlerinin, bölgesel güvenlik sorunları ve gelişmeleri bağlamında ortaya konulacak politikalar noktasında ne kadar geçerli olabildiğini söylemek, en azından var olan sorunlar karşısında, pek mümkün gözükmüyor.
Bu noktada, ABD’nin doğrudan ve açık müttefik konumundaki Japonya ile genel itibarıyla içinde yer aldığı bölgesel birlik ASEAN’ın politikaları uyarınca ‘tarafsızlığı’ ile dikkat çeken Singapur arasında, Asya-Pasifik güvenlik ve ekonomik kalkınmaya odaklı serbest ticaret politikaları konusunda ayrımlar dikkat çekiyor.
Bölgesel güvenlik ekseni veya NATO’laşma eğilimi
Asya-Pasifik denildiğinde akla hiç kuşku yok ki, Çin’in geliştirdiği ve Çin üzerinden bölge ülkelerinin ve Batılı ülkelerin geliştirdikleri söylemler geliyor.
Sempozyuma katılan Japonya dışişleri eski bakanı Taro Kono, uluslararası kurallara vurgu yaparak bölgesel güvenliği tehdit etme sürecinde atılması gereken adımların önemine dikkat çekerken, tahmin edileceği üzere hedefte yine Çin vardı.
Kono, bu çerçevede geçen yıl ABD öncülüğünde ve Japonya, Avustralya ve Hindistan’ın katılımıyla kurulan ve çevrim içi olarak liderler toplantısına konu olan Quad’ın önemi kadar, ASEAN’ın ve bu anlamda Singapur’un bu oluşuma desteklerini açıkça dile getirmesi dikkat çekiciydi.
Asya-Pasifik perspektifini, jeo-politik ve jeo-stratejik olarak genişletilmesi anlamına gelen ve bu noktada Hint-Pasifik kavramının yerleştirilmesine hizmet eden Quad’ın, yeni bir NATO oluşumu olduğu yönündeki söylemin Çin yetkililerince zikredilmesi önemliydi. Quad’ın gerçekte, böylesi bir askeri yapı olarak ortaya çıkıp çıkmayacağı konusunda güçlü bir alt yapının olduğu en azından şimdilik söylenmese de, Çin’in gelişmeyi güvenlik eksenli algılaması yanlış değil.
ASEAN’ın tarafsızlığı vurgusu
Aslında tam da bu askeri yapı olgusu, Singapur ve mensubu olduğu ASEAN bölgesel birliğinin kuruluş temelleriyle tamamen çelişen bir durum.
ASEAN’ın “tarafsızlık” ilkesini 1960’lı yılların ikinci yarısındaki gelişmeler çerçevesinde gündemine almış olmasına rağmen, bugüne değin bu ilkeden vazgeçilmemiş olması, olası benzer süreçlere karşı bir tür savunma iklimi oluşturuyor.
Ancak bu durum, ASEAN ülkelerini tek tek ve birlik olarak Çin’in özellikle 2013’den bu yana Güney Çin Denizi özelinde sergilemekte olduğu teritoryal egemenlik söylemi ve bu yöndeki çeşitli icraatları karşısında sessiz kalması anlamı taşımıyor.
Japonya-Singapur sempozyumunda da gündeme geldiği üzere, söz konusu bölgesel güvenlik sorununun askeri çözümleri öncelleyen bir yapıdan ziyade, görüşmelerle süreci yönetme çabasına vurgu dikkat çekiyor.
ASEAN’ı ve bu bölgesel birlik özelinde Singapur’u Japonya nezdinde önemli kılan husus hiç kuşku yok ki, Çin-ASEAN ilişkilerinin boyutu. Son otuz yıllık süreçte ASEAN üye ülkelerinin önemli bir bölümünün imalât sanayii ile başlayan ticaret odaklı ekonomik kalkınma ve teknolojik gelişme süreçlerinin Çin’le yakınlaşması sağladığına kuşku yok.
Bu durum, bir yandan Japonya ve Avustralya gibi bölge ülkeleri ile ABD ve AB gibi küresel güçlerin ASEAN ile yakınlaşmalarına ve ASEAN üzerinden Çin’e bir tür baskı kurma çabası sergilemelerine de yol açtığı ortada.
Ancak, tam da bu noktada, ASEAN’ın gizli/açık bir merkezilik vasfı kazandığına şahit olunuyor. Bugün, çeşitli vesilelerle ASEAN’ın ve yukarıda dikkat çekilen sempozyumda Singapur tarafının gayet net bir şeklide ortaya koyduğu üzere söz konusu bu merkeziliğin, tarafsızlık çerçevesinde sürdürülmesi üzerinde duruluyor.
Bu durum, hem Japonya ve diğer benzeri ülkelere hem de Çin’e verilen açık bir mesaj hükmünde olduğuna ise şüphe yok.
Güven tesisi ve şeffaflık
Sempozyum’da Japon tarafının Singapur’u, yukarıda dikkat çekilen yeni güvenlik eksenlerine katılmasına yönelik gizli/açık davet ve/ya sorgulama yaklaşımları olduğu ortada.
Buna karşılık, Singapurlu katılımcılardan Quad ve Aukus gibi ABD’de Joe Biden yönetiminin geniş Asya-Pasifik güvenlik oluşumunda stratejik adımlarının tam anlamıyla neye tekabül ettiği konusunda belirsizliğin hakim olduğu sorgulaması da sadece Japonya’ya yönelik değil, aslında işin başındaki ABD’ye yönelik bir eleştiri niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.
Biri Doğu Asya’nın önemli ülkesi ve küresel ekonominin üçüncü sırasındaki Japonya ile ASEAN’ın teritoryal ve nüfus olarak küçük ancak, ekonomik gelişmişlik bakımından en önde gelen ülkesi Singapur arasında, bölgesel güvenlik konusunda ortak görüşler kadar farklılıklar bulunuyor.
Söz konusu farklılıkların hiç kuşku yok ki, iki ülkenin yakın tarihsel gelişmelerden kaynaklanan dış özelliklerinin belirleyici olduğunu söylemek mümkün.
Bu çerçevede, 2. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak ortaya çıkan Japonya’nın yeniden kalkınmasında anayasanın yeniden yazılmasından, eğitim ve ekonomik yatırımlara kadar farklı alanlarda ABD’nin belirleyiciliği dikkat çekiyor.
Öte yandan, ASEAN’ın kuruluşundan sadece birkaç yıl önce (1965) bağımsızlığını kazanan Singapur ise, iki temel noktada tarafsızlık politikası konusunda o günden bu yana ısrarcı konumda. Bunlardan ilki, bağımsızlık sürecinde kendisini kuşatılmış olarak algıladığı siyasi ortamın varlığıydı.
İkincisi ise, 1967’den itibaren ASEAN’ın kuruluşuyla birlikte, tüm bölgenin dönemin Doğu-Batı çekişmesi, bir başka deyişle Soğuk Savaş süreçlerinin dışında kalabilmek adına tarafsızlık konusunu temel bir çıkış noktası yapmasıydı.
Aradan geçen süre zarfında Japonya ve Singapur ile içinde yer aldığı ASEAN’ın yanı sıra, örneğin Çin gibi yeni bölgesel aktörlerin varlığı ikili işbirliklerinin geliştirilmesini gerekli kılıyor. Japonya-Singapur arasında 15.si gerçekleştirilen sempozyumu da bu bağlamda değerlendirmek ve bölgesel barışa bir katkı olarak kabul etmek gerekir.