Mehmet Özay 9.11.2018
Son iki yıldır Kore Yarımadası’ndan dünyaya yayılan nükleer tehdit gündemimizde yer ediyor. Yarımada’nın kuzey bölümünü oluşturan Kuzey Kore devlet başkanı Kim Yong-un’un nükleer silahlanma, uzun menzilli balistik füzeler ile hedefine ABD’yi koymuş olsa da, aslında yanı başındaki Güney Kore ve Japonya’yı birinci hedef olarak görmek yanlış olmayacaktır.
Doğu Asya’daki bu gelişme bölgenin en önemli ülkelerinin başında gelen Japonya tarafından da yakından takip ediliyor. Bununla birlikte, Kuzey Kore karşısında aynı hedef tahtasında bulunan Japonya ve Güney Kore ilişkilerinin bu bağlamda nasıl seyrettiği meselesi ise önemli bir konu.
Türkiye’den fark edilmeyen gerçek!
Bu akşam, Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesinde düzenlenen bir toplantıda bu konu ele alındı. Japonya Keio Üniversitesi Çağdaş Kore Çalışmaları Merkezi müdürü Prof. Dr. Junya Nishino “Japonya ve Kore Yarımadası: Türkiye’de Fark Edilmeyen Hakiki Gerçekler” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.
Konuşmayla ilgili detaylara geçmeden önce, ilk etapta konuşmanın başlığına değinmekte fayda var. Bu bağlamda, söz konusu başlığı iki şekilde okumak mümkün. İlki Japonya ile Kore Yarımadası arasında var olan ilişkiye atıf.
İkincisi ise, Türkiye’ye vurgunun yapıldığı ‘gerçekler’ olmakla birlikte, Türkiye’de bilinmeyen denilerek belki Türkiye kamuoyu da içinde olmak üzere ancak daha çok akademi ve okuryazar çevrelerinde Doğu Asya coğrafyasında olan biten habersizliğe dolaylı bir serzeniş ve eleştirisi veyahut da alaycı bir dille yaklaşımı sezmek mümkün.
Bununla birlikte, salonu dolduran yaklaşık yüz kişinin varlığı, en azından konuya duyarlı ve olan biteni dinlemek isteyen bir kitlenin varlığını ortaya koyması açısından da dikkat çekici. Tabii ki, salondaki kalabalık, uluslararası ilişkiler bölümü hocalarının zoruyla dolduranların büyük bölümü öğrencilerden oluşmuyorsa!
Prof. Nishino, giriş bölümünde işin Türkiye boyutunun da olduğunu ortaya koymak istercesine 1951-53 yılları arasında Kore Savaşı’na Türkiye’nin ABD’nin yanında katıldığını belirten ve üzerinde bazı istatistiki bilgiler içeren bir diyagram da sundu. Buna göre, Türkiye Kore Savaşı’na 5453 asker ile katılmış.
Bu sayısal veri, salt kuru bir istatistiki bilgi olmaklığının dışında, yukarıda dile getirmeye çalıştığım Türkiye’de Doğu Asya siyasetine ve ilişkilerine bakışın yoksulluğuna bir başka eleştiri olarak okunabilir. Yani, bugünkü nükleer tehdit ve bunun çevresinde gelişen ilişkilerin kökeni 2. Dünya Savaşı sonrasındaki savaşla bağlantısı apaçık iken, o savaşta yer almış bir ülkenin, bugün o coğrafyada olan bitene duyarsızlığı herhalde Japonlara şaşırtıcı gelmiş olmalıdır.
Prof. Nishino, Türkiye ile ilintili olarak bir başka değinisi ise, geniş Asya haritası üzerinde Japonya’nın Çin, Hindistan politikalarının ardından jeo-politik olarak bağlantı kurduğu bir diğer ülkenin Türkiye olmasıydı.
Prof. Nishino, herhalde bunu bir nezâket örneği olsun diye söylememiştir. Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’da bir süredir var olan ekonomik kalkınma ve bunun doğurduğu uluslararası nüfuz ve etkinlik bağlamında bölgesel sınırlarını aşarak daha geniş coğrafyaları içerecek şekilde bir ilişkiler ağı kurma arzusu içerisinde Asya’nın bir ucundan diğerine Türkiye’nin de bulunması açıkçası günümüz küresel ilişkilerinde doğal bir duruma gönderme yapıyor.
Kuzey Kore: ekonomik yoksulluk, nükleer zenginlik
Prof. Nishino, konuşmasının giriş bölümünde Kuzey Kore’nin nükleer silahlanma, balistik füze çalışmaları ve yoksulluğu üzerindeki girişi önemliydi. Çünkü ekonomik olarak salt bir karşılaştırma olarak Afrika’da Mozambik ile aynı sıralamada bulunan Kuzey Kore’nin elinde bulundurduğu nükleer silah ve balistik füzelerle küresel kamuoyunu ve uluslararası ilişkileri epeyce meşgul etmesi arasındaki kayda değer çelişkidir.
Bu nükleer tehdit Kuzey Kore devlet başkanı Kim Yong-un ile ABD başkanı Donald Trump arasında geçtiğimiz 12 Haziran’da Singapur’da gerçekleşen zirve sonrasında pek fazla ifade etmediği yönünde bir algı oluşmuş olabilir.
Ancak bölgenin son elli yılı veya en azından, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Yarımada’nın Kuzeyi ile Güneyi arasında bir barış tesisi konusundaki çabalar ve sürüncemeler dikkate alındığında olumlu algının sürekliliği konusunda şüphenin oluşması kaçınılmaz. En azından, oluşan olumlu havaya rağmen, temkinliliği elden bırakmamak gerektiğini açıkça söylemek gerekiyor.
Japonya-Güney Kore ilişkisi
Bölgede hararetini yitirmiş gözüken çatışma ortamının normalleşmeye doğru seyrine karşın, önümüzdeki yakın ve orta vadede güvenlik ilişkilerinin vazgeçilmezliği nedeniyle Japonya – Güney Kore arasındaki ilişkilerin doğasını dinlemek önemliydi. Prof. Nishino’nun salt bir akademisyen değil, aynı zamanda iki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla kurulan komisyonun üyesi olması onu bir anlamda politika inşacılığında sahada önemli bir yerde durduğunu da gösteriyor.
Bu bağlamda, iki ülke ilişkilerinin Kuzey Kore karşısında bulundukları ortak zemine yani, tehdit altında olmalarına karşılık ilişkilerinin pek de öyle gelişmiş olduğunu söylemek mümkün değil. Bu çerçevede, bölgede Çin gibi Doğu ve Güney Çin Denizleri’nde yayılmacılık siyaseti güden bir gücün bulunması, buna ilâve olarak Japonya ile Rusya arasında henüz günün aktif tartışmaları arasında yer almamakla birlikte var olan sınır sorunu, Japonya’nın bölgedeki güvenlik çemberinin ne kadar hassas olduğunu ortaya koyuyor.
Bu her iki ülkenin, yani Japonya ve Güney Kore, sadece Kuzey Kore tehdidi karşısında aynı yerde konumlanmakla kalmıyor, aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin bölgedeki müttefikleri arasında kayda değer bir önem taşıyan ülkeler konumunda bulunuyorlar. Açıkçası ortada başlı başına bir çelişkinin olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Comfort women
Japonya ile Güney Kore ilişkilerinin 1965 yılında başlatılan siyasi ilişkilere dayanmasına rağmen, 2. Dünya Savaşı’nda bölge ülkelerinde Asya Asyalılarındır politikasıyla nüfuzcu girişimlerde bulunan Japonların özellikle Güney Kore’de kadınların zevk metaı (comfort women) olarak kullanılmalarının neden olduğu duygusal ötesi kırılma varlığını siyasi ilişkilerin geliştirilmesinin önünde bir engel olmaya devam ettiriyor.
Prof. Nishino’nun konuşmasında pek üzerinde durmak istemediği, ancak sorulan birkaç soru ile ister istemez açıklamak durumunda kaldığı zevk metaı haline getirilen kadınlar sorunun çözümü için son dönemde, özellikle Şinzo Abe’nin başbakanlığında kayda değer girişimler olmasına rağmen, Güney Kore tarafında bir yakınlaşma emarelerinin gerçekleşmemiş olması da bir gerçek.
Savaş dönemlerinde ulusların birbirlerine yaptıkları onur kırıcı uygulamaların belki de en kendinde örneğini teşkil eden comfort women konusu öyle anlaşılıyor ki, Güney Kore’de bir milli hissiyat halini almış gözüküyor. 2. Dünya Savaşı’nda bu uygulamanın kurbanı olan kadınların pek çoğu bugün biyolojik olarak hayatlarını yitirmiş olsa da, bu vakıanın Güney Kore ulusu üzerinde oluşturduğu etki devam ediyor.
Prof. Nishino, tarihsel ilişkilerin günümüzde ülkeler arasında ikili ilişkilere oldukça olumsuz bir etkisi olduğu yönündeki yaklaşımı, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilememiş olması bağlamında gündeme getiriyor. Elbette haksız değil. Ancak bu durumda, güvenlik bağlamının öncellendiği bir dönemde Japonya kadar Güney Kore’nin de bölgede birbirine yakınlaşabilecek iki ülke olduklarını varsaymak akılcı bir tutum.
Japon ve Güney Kore kamuoyu kime güveniyor?
Ancak, Prof. Nishino’nun araştırmalarına göre, gelecek on yıllık süre zarfında bölgede kimlerin önemli aktör konumunda olduğu yolundaki soruya Japon ve Güney Kore kamuoyundan gelen cevaplar karşılıklı iki ülkeyi işaret etmekten uzak. Aksine, bölge politikalarında etkinlikte rol, ABD ve Çin’e biçilmiş gözüküyor. İki ülke halkındaki bölgesel ilişkilere yönelik bu algı, ABD nüfuzunun gerçekliğine gönderme yapması, bugünkü ABD yönetiminin bölgeden uzaklaşma çabalarıyla çelişen bir durumu ortaya koymasıyla da ilginç bir durum arz ediyor.
Kuzey Kore’nin nükleer tehdidinin Kim Yong-un ve Trump görüşmesiyle ortadan kalma eğilimi sergilemesine rağmen, Yarımada’nın nükleer silahlardan arındırılmasının ön şartlarına dahi geçilememiş durumda.
Bununla birlikte, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için değişik faktörlerin, örneğin son bir haftadır Kuzey Kore dışişleri bakanlığından yapılan açıklamalar dikkate alındığında ABD’nin Kuzey Kore’ye uyguladığı ekonomik ambargonun ivedilikle kaldırılması talebi gibi açılımların devreye girmesi beklentisi var.