Mehmet Özay 14.04.2019
Endonezya’da 17 Nisan Çarşamba günü yapılacak olan başkanlık ve parlamento seçimlerine günler kala, yurt dışındaki Endonezya vatandaşları ilgili ülkelerde oylarını kullanıyor.
İstanbul’daki Endonezya vatandaşları da 13 Nisan Cumartesi günü Gayrettepe’deki konsolosluklarında oylarını kullandı. Ağırlıklı olarak İstanbul’daki çeşitli üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerden oluşan kitle, sabah saatlerinden itibaren konsolosluk binasına gelerek vatandaşlık görevlerini yerine getirdiler. Öğleden sonra saat 5’e kadar süren oy kullanma sürecinde zaman zaman kuyruklar oluştuğu gözlenmesi, özellikle genç vatandaşların seçime verdikleri önemi ortaya koyuyordu.
Öğlen saatlerinde, konsolosluk binası yakınlarındaki bir camiye girdiğimde son cemaat bölümünde gençlerden oluşan yirmi kişilik Endonezyalıyla karşılaştım. Selam verip, ‘apa kabar?’ diyerek hallerini hatırlarını sorduktan sonra, “sutah kasih suara” diyerek oy kullanıp kullanmadıklarını sordum. Heyecanla neredeyse hepsi ‘evet’ derken, aralarından bazılarının heyecanı oy verdikleri adayın ismini zikredecek kadar üst düzeydeydi.
Yüzlerinde tebessümle ‘Prabowo’ ismini zikrederlerken, hayırlı olsun anlamında karşılık verdim. Bu gençlerin Prabowo’yu ve siyasi duruşunu ne denli farkında olup olmadıkları bir yana, son dönemde anavatanda süren tartışmalardan ve belki de mensubu oldukları dini-sosyal yapıların Prabowo ile ‘ittifaklarından’ mülhem bir Prabowoculuk bağlamında oldukları tahmin edilebilir…
Namaza durmuş olan diğer küçük bir gruba dahil olarak öğlenin farzını eda edip ayrılırken, aralarında bayanların da olduğu kişiler camiye girip çıkmaya devam ediyordu.
Konsolosluğa doğru yol alırken, uzaktan binanın önünde kuyruk kendini belli ederken, hemen yanı başındaki park, çoluk çocuk Endonezya vatandaşlarıyla doluydu. Bebekler, yeni çocukluk evresine girenler ile okul çağındakiler ebeveynlerinin yaşadıkları bu ülkenin diliyle konuşmak ve iletişim kurabilmelerinden hareketle, en azından bazılarının çeşitli sebeplerle epeydir buralarda oldukları anlaşılıyordu. Oylarını kullanmış olan ve ağırlıklı olarak bayanların oluşturduğu kitle, birbirleriyle hasret gideriyordu. Kimilerini birbirini daha önceden tanıyor, kimileri bu fırsatla tanışma fırsatı buluyordu.
Bu ortam içerisinde kendimi ‘memleketimde’ hissedecek denli bu kitleye yakın hissettiğimi söylemeliyim. Tanıdık genç arkadaşlarla sohbete, yanımıza gelen yeni yüzler eşlik ediyordu. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyindeki öğrenciler farklı branşlarda eğitim görmenin yanı sıra, bazıları kimi kurumlarda çalışma imkânı bile bulmuştu.
Bir yanda evli barklı bayanların, öte yanda üniversite öğrencilerinin etkileşimine karşılık parkın bir köşesinde neredeyse ‘tek tip’ kıyafete bürünmüş olmakla kalmayan, aynı zamanda diğer gruplarla etkileşime dahi girmekten özellikle kaçındığı izlenimi veren bir grup vardı.
Bu görüntü, Türkiye’nin son on yılına acı hatıralar taşınmasına neden olan grubu bir şekilde akla getirmesiyle dikkatimi çekmişti. Aynı organik yapı içinde yer almamakla birlikte, aynı yol ve yöntemle hareket eden bu yapıların birinin bitip ötekinin başlaması kadar, benzeri yapıların son dönemde yaşananlardan sonra, özellikle Güneydoğu Asya Malay dünyasında boşalan oldukça zengin alanı doldurma arzusundakilerin ellerini çabuk tutma maharetini gösterdiğini de ortaya koyuyor.
Yıllar önce yazdığım bazı yazılarda da dile getirdiğim hususların devam ediyor oluşu karşısında şaşırmadığımı söyleyebilirim. Özellikle, karşımda duran Endonezya vatandaşı genç kitlenin vatanlarında uzun bir tarihi ve geleneksel birikim nedeniyle kendi kimlik ve aidiyetlerini yapılaştırabilecekleri zengin bir arka plâna sahip olmalarına rağmen, birileri tarafından bilinçli ve istençli olarak bu kimlik ve aidiyetlerinin şu veya bu şekilde ötelenmesine tanık olunuyordu.
Bunun dünde kalmayan aksine, tüm yaşananlara rağmen bugün de devam etmekte olduğu görülüyor. Bu ortamda fark ettiğim şey, söz konusu bu genç kitlenin, ne olduğu belirsiz dışarlıklı yapılara bilinçsizce kul olmalarına gönlümün el vermediği sezgisinin bir kez daha benliğimi kaplaması oldu.
Yine yakın geçmişte dile getirdiğim üzere bu tür yapıların, haklılık veya haksızlıkları bir yana, Türkiye gerçekliğinin ürünü olmalarının doğurduğu sonuç ile uzak-yakın beldelerde taklide dayalı benzer yapılaşmaların ne türden bir ilişki ağını ortaya koymakta olduğu konusu tedirginlik verecek boyutlarda(ydı). Ancak bunun böyle bir duruma ulaştığının fark edilebilmesi için ‘darbeyi’ beklemek gerekiyordu herhalde.
Oysa sosyal bilimler ve de özellikle dini alan bize bireyleri ve toplumları nasıl anlamamız gerektiğini ve eylemlerimizi nasıl ortaya koymamız gerektiği konusunda gayet net yaklaşımlar koymakla birlikte, bunları anlama ve uygulamada ihtiyaç duyulan basiret yokluğu, en azından Müslüman toplumlarda olunmaz yaraların açılmasına ve bu yaraların zamanla büyümesine neden oluyor.
Yıllar önce yine bir Endonezya vatandaşı yüksek lisans öğrencisiyle sohbetimde, “Bunlar bizi kendileri gibi yapacaklar” sözünü o günden bu yana hep hatırlayagelirim. Dün, karşılaştığım manzara da, bunun her daim yenilenen somut örneklerinden biri olarak ortaya çıkıyordu.
Aynı topluma ve o toplumun birbirine yakın ve anlaşmalarına el verecek değerlerine sahip olduklarına inandığım gençlerin bir bölümü, Türkiye’den çıkan o veya şu yapı tarafından kendi ülke değerlerinden ve toplumun diğer unsurlarından diğerlerinden soyutlanacak bir düzeye indirgeniyorlar.
Bu ve benzeri gruplar sadece kendilerini içinden çıktıkları topluma kapatmakla kalmıyorlar, her biri kendi bireysellikleriyle zenginleşecekleri bir toplumsallığa ulaşmak yerine, neredeyse robotik bir durağan ve tekdüze yaşama alıştırılıyorlar.
Dün bir kez daha tanık olduğum üzere bu gençlerin tek tip kıyafetleri sembolik olarak bu durağanlığı ve tekdüzeliği sergilemeye kafi geliyor.
Endonezya gibi bir ülkenin dört bir yanında zengin tarih, gelenek ve kültürün bulunduğu bir ülkeyi kendi değerleriyle bölgesel ve küresel düzeye ulaştırma yönünde yapılaştırıcı çabalara ihtiyaç var. Ne var ki, gerek ülke içerisinde bu zenginliğe muhalif olmayı şu veya bu şekilde kendine görev edinmiş unsurlar gerekse yurt dışından o topraklardan giderek kendi kısır yapılarını ihraç eden unsurlar bölgenin köklü ve oldukça anlamlı geleneksel-dini toplumsal yapılaşması önünde bir engel teşkil ediyor.
Çarşamba günü yapılacak seçimler sonrasında, Endonezya’da yeni dönemde ülkeyi kim yönetme hakkı elde ederse etsin, bu yapılar karşısında sağlam bir duruş sergilemeyi önceleyecek bir anlayışın hakim olmasında ülke geleceği için fayda var.