Nisan ayının ikinci haftasında Türk-Malay ilişkilerine dair kayda değer bir gelişme yaşandı. 11 ve 12 Nisan günlerinde Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nde (FSMVÜ) “Osmanlı ve Malay Dünyası Çalışmaları Araştırmaları ve Uygulama Merkezi”nin açılış ve sempozyumu gerçekleştirildi. Hatırlanacağı üzere, geçen Kasım ayının başlarında, söz konusu bu kurumsallaşmanın ilk ayağı olarak Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’ndeki açılış gerçekleştirilmişti. İstanbul’daki bu program ile böylece, bir süredir gündemde olan kurumsallaşmanın ikinci ayağı da tamamlanmış oldu.
11 Nisan’da, daha çok merkezin kuruluşuyla ilgili ‘protokole’ matuf etkinlik gündemdeydi. İkinci gün, yani 12 Nisan’da ise, bir sempozyum gerçekleştirildi. Türkiye’den ve Malezya’dan akademisyenlerin katılımına konu olan sempozyumda, yeni kurulan enstitülerin yapılaşması ve plânlamasına dair konular gündeme taşınırken, tarih boyunca iki ‘dünya’ arasındaki ilişkilerin bazı yönlerine dikkat çeken sunumlar da paylaşıldı. Sempozyuma ‘Malay’ dünyasından davetliler arasında Malezya’da kurulmuş olan enstitü yetkililerinin yanı sıra, Patani (Tayland), Semarang (Endonezya)’dan ve İngiltere’den birer akademisyen bulunuyordu.
Sayın Rektör Prof. Dr. Musa Duman Bey’in de bir konuşması sırasında dile getirdiği üzere, aynı hafta içerisinde İstanbul’da İİT zirvesinin olması, enstitünün kuruluşunun geniş kamuoyuyla paylaşılmasına kısmen mani olduğu söylenebilir. Basın yayın organlarında kısa bir araştırma yapıldığında, bazı yayın organlarınca bu önemli açılışa yer verildiği görülür. Ancak bu kurumsallaşmanın ‘geniş kamuoyu’ bağlamında popüler bir yanı olsa da, asl olanın Türkiye’deki ilgili fakülte ve bölümlerle, araştırma kurumları nezdinde tanınırlılığının ortaya konmasıdır. Bunun da gerçekleştirilebilmesi için kayda değer bir zamana ihtiyaç duyduğu malumdur.
İki ülkedeki iki yüksek öğretim kurumu çatışı altında kurulan enstitüler vasıtasıyla, ‘geniş’ Malay Dünyası ve Osmanlı ilişkilerinin dünü kadar modern dönemdeki ilişkileri de araştırma ve incelemelere konu edilecek. Nihayetinde Türkiye’de geçmiş on yıllar içerisinde Malay dünyasına dair çalışmalar nazar-ı dikkate alındığında, işe sıfırdan başlandığı söylenemese de, ortada kurumsallık noktasında büyük bir eksiklik olduğuna kuşku yok. Bu anlamda, geniş kitleleri iki ‘kültür coğrafyası’ hakkında bilgilendirmekle, akademik boyutta ilişkileri zenginleştirmek arasında fark var. İşe sıfırdan başlanmadığına atıfta bulunurken, bununla temelde küçük bir araştırma alanına da dikkat çekmek istiyorum. En azından 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana, öncelikle Türkiye’de bu alana dair kimlerin kalem oynattığının ortaya konması kadar, söz konusu enstitünün ilgi alanına girdiği görülen sosyo-kültürel ve ekonomik ilişkiler açısından da, örneğin Büyükelçiliklerin ilgili ‘müşavirlikleri’ vasıtasıyla nelerin ortaya konduğu, gündeme taşındığı da akademik incelemeyi hak edecek boyuttadır.
Tabii bu araştırmaların sonunda ortaya ‘parlak’ sonuçlar çıkmayabilir. Ancak elde edilecek veriler bize nelerin, hangi boyutta yapılıp yapıl/a/madığını göstermesi bakımından da gelecek plânlamalarında işe yarar malzeme sunacaktır. Örneğin, Kültür ve Turizm Müşavirlikleri, Askeri Ateşeler gibi kurumsal yapılar bağlamında da, Malay dünyasına erişimde nelerin ortaya konulduğu açıkça akademik sorgulanmanın içerisine girmektedir. Tarihin değişik evrelerinde var olduğu ileri sürülen kimi etkileşimlerin sosyo-kültürel ve dini vechesi kadar, meşhur Osmanlı yardımlarının varlığı da üniversal anlamda askeri ateşelerin de içinde yer alacağı bir alana kapı aralamaktadır. Konuyu biraz daha aşikâr kılma adına şu örneği verebilirim. Başta Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe bölgesi olmak üzere Malay dünyasında var olduğu bilinen ve kimi çalışmalarda ‘Osmanlı gönderisi’ ve/ya Osmanlı topçu uzmanlarının katkılarıyla üretimi gerçekleştirildiği ileri sürülen savaş toplarının neye tekabül ettiğini, herhalde maden arkeolojisi ve top yapımı uzmanlığına hakim olduğu varsayılan askeriyeden öğrenmek en kestirme ve anlamlı bir yol olsa gerek. “Peki bu ve benzeri alanda çalışmalar yapıldı mı?” sorusunu, bunun bir akademik çalışmanın konusu olduğunu söyleyerek geçiştirmek istiyorum.
Osmanlı/Türk ve Malay dünyası ilişkilerini gündeme taşırken, bu iki coğrafyayı birleştiren geniş bir su yolu, yani Hint Okyanusu’nun varlığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu geniş su yolu ve onu çevreleyen kara parçalarının ilgi alanına taşınması, Osmanlı-Malay dünyası arasındaki ilişkileri bütüncül bir yapıya kavuşturulması bağlamında tamamlayıcı olacaktır. Kuşkusuz ki, bu çalışma alanının çok daha genişletilmesi çeşitli zorlukları da beraberinde getirecektir. Ancak araştırma dünyasında zaten hiçbir şeyin kolay olmadığı hatırlandığında, biri Batıda diğeri Güneydoğu’da iki farklı kültür evrenini bir bağlama oturtmanın zorluğu da malum.
Ülkemizde Malay dünyası konusunda kapsamlı çalışmalar olmadığını bir süredir yüksek sesle dile getiriyoruz. Birkaç istisna hariç olmak üzere, bugüne kadar olanların da bazı atıflar çerçevesinde ortaya konulduğu görülür. Hususi çalışmaların ötesinde genel veya ansiklopedik çalışmalar içerisinde dahi ‘geniş’ Malay dünyasına vukufiyetin sığı olduğunu söylersek abartmış olmayız. Örneğin, İslam dünyasının genelini konu alan kültürel, tarihi veya sanat konulu eserlerde Malay dünyasına dair bilgilere ulaşmak mümkün değil. Bu konuda bir kaç örnek vermek gerekirse,Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı (1998) başlıklı eserde Malay dünyasını bulmak mümkün değil. Batılı araştırmacılarca kaleme alınan, örneğin İslam Tarihi konulu bazı eserlerde de bu anlamda eksiklik görülmektedir. Örneğin, K. Hitti’nin kaleme aldığı ve Türkçeye de çevrilenSiyasi ve Kültürel İslam Tarihi (2011) adlı eserin 52 bölümü arasında Malay Müslümanları dini/kültür tarihina ait bilgiye ulaşmak mümkün değildir.
Malay dünyasındaki kaynaklara ulaşmada birinci dil özelliği taşıyan Malayca/Endonezyacaya erişim eksikliğine rağmen, bu dünyaya özgü neredeyse tüm verilerin İngilizce, Felemenkçe, Almanca, Fransızca dillerinde olduğunu gördüğümüzde, Türkiye’deki araştırmacı ve akademisyenlerin en azından Avrupa dilleri vasıtasıyla İslam dünyasının bu bölgesiyle ilgili verilere ulaşmaları mümkün. Bu nedenle dil engelinin temel bir neden olarak gündeme getirilemeyeceği kanaatindeyim. Bu olsa olsa, adına İslam dünyası/coğrafyası denilen bütünün algılanış tarzıyla alâkalı bir durum.
İslam dünyasında ilim çevrelerine ‘hakim’ odakların bir tür ayrıştırıcı bir yaklaşımla merkez odaklı, yani Ortadoğu eksenli yönelimlerinin halen hakim olduğuna tanık olunuyor. Ancak Ortadoğu merkezli bu yapılaşmanın tekrara yönelik ve daraltıcı bir vechesi olduğu da unutulmamalıdır. İslamiyeti bir bütün olarak algılarken, bu dini-kültürel tecrübenin farklı coğrafyalardaki karşılığının bir zenginliğe işaret etmesi dolayısıyla gündeme taşınabileceğini görmek gerekir. Bu nedenle FSMVÜ bünyesinde hayata geçirilen merkezin önümüzdeki dönemde önemli rol icra edeceğini umuyorum. Bu vesileyle enstitünün başkanlığını yürüten Doç. Dr. Serdar Demirel Hocamıza ve ekibine de başarılar diliyorum.
http://www.dunyabizim.com/etkinlik/23852/malay-osmanli-arastirmalari-merkezi-istanbulda-da-acildi