Mehmet Özay                                                                                                       05.01.2011
Malezya ve Singapur’da 26-28 Aralık tarihlerinde 3. Uluslararası İslami Eğitim Konferansı gerçekleştirildi. Günümüz gelişmeleri ışığında İslami eğitimi çeşitli boyutları ile ele alması bakımından bu konferansın oldukça önemsenecek bir çaba olduğunu ifade etmemiz gerekir. İslami Eğitim’de Liderlik ve Yönetim başlığını taşıyan söz konusu konferansa Malezya, Endonezya, Nijerya, Suudi Arabistan, Ürdün, Pakistan, Singapur ve Türkiye’den katılımlar gerçekleşse de,  katılımcıların ağırlıklı olarak Malezya, Endonezya ve Singapur’dan olmaları dikkate alındığında, organizasyonun Malay bölgesel açılımı ile sınırlı olduğu izlenimi vermiyor değil. Söz konusu konferans Malezya ve Singapur’da faaliyet gösteren iki kurumun himayesinde ve Malezya Teknoloji Üniversitesi’nin (UTM) ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Programın son günü Singapur’da faaliyet gösteren Madrasah Aljunied Al-Islamiah adlı İslami eğitim kurumuna yapılan eğitim gezisi teori ile pratiğin bir araya konulması çabası bağlamında oldukça yararlıydı.
İki yılda bir gerçekleştirilen konferansın ilki 2006’da Solo’da, ikincisi 2008’de Singapur’da yapılırken, dördüncüsünün iki yıl sonra yani 2012’de Tayland’ın Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadıkları Yala’da gerçekleştirilmesi kararı alındı. 2005 yılında, Uluslararası Mükemmel Eğitim Merkezi (ICEE)’nin kurulması ile başlatılan konferanslarda hedef “Herkes İçin İslami Eğitim” vizyonunu taşıyor. Eğitimin, bilgi yönetimi ve nitelikli liderlikle doğrudan ilintili olmasından hareketle oluşum, İslami eğitimde etkin liderlik üzerinde önemle duruyor. Bu konferans çerçevesinde İslami eğitimin konumu, varlığı bağlamını kısa da olsa değinmekte fayda var. Çünkü konferansta ortaya konan bildiriler İslami eğitimin karşı karşıya kaldığı sorunlar ve çözüm önerileri de barındırıyor.
Günümüz post-modern dünyasının Müslüman kitleler üzerindeki baskısı karşısında nasıl bir eğitim anlayışının hayata geçirileceği sadece eğitimcileri değil, aynı zamanda, başta aileler olmak üzere toplumun tüm kurumlarını yakından ilgilendiriyor. Her şeyin görecelileşti(rildi)ği bir ortamda, İslami eğitimi en sağlıklı kaynaklardan hareketle, tutarlı şekilde günümüz şartlarına taşımada takip edilecek metodlar ve yaklaşımlar karşılığı aranan can alıcı soruları oluşturuyor. Günümüz şartları derken, bunu objektif bir gerçeklik olarak almak, algılamak ve algılatmak yerine, bu şartları oluşturan kasıtlı ve bilinçli dünya görüşlerinin varlığından haberdarlık İslami eğitimin nedeni, niçini ve yönelimi kadar önem taşıyor. Bir yandan İslami eğitim, öte yandan post-modern eğitim olgusu ile yüzleşmek durumunda kalan yeni nesilleri açıkçası hayatlarının erken döneminden başlayarak büyük bir buhranın beklediği gerçeğine gözlerimizi kapatamayız. Peygamberin örnekliği ile modern eğitimin “human capital” yaratma hedefi arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Böyle bir ilişki var mıdır? Ya da “ehlileştirilmiş” human capital’ler tam da post-modern üretim ve tüketim aşamalarının ihtiyaçlarına karşılık gelen bir olanak mı tanımaktadır? Yoksa, Peygamberin dünyaya sunduğu modelliği salt ahlâki bir yönelime değil, hayatın tümünü kapsayıcı adaleti, hakkı öne çıkarıcı, bu dünya ile öte dünya arasında “barışı” tesis eden ve tüm zamanların yıkıcı, boğucu ideolojilerinin eğitimi araçsallaştırmaları karşısında yeni bir ruhu pratiğe geçirecek eğitim anlayışına ihtiyaç yok mu?
Bilerek ve isteyerek göreceleşen ve dünyevileşen kriterlere İslami yaklaşımları araçsallaştırıcı yaklaşımlara karşı da dikkatli ve tetikte olmak gerekir. Batı Avrupa tarihinin bize öğrettiği, kapitalist ideolojinin sosyal gerçeklikte kendisini devam ettirecek “kullar”a ihtiyacı olduğu gerçeğidir. Nasıl ki, Max Weber, kapitalizmin gelişme kaydetmesinden faktörlerden biri olarak Protestan ahlâkının besleyiciliğini tespit ettiyse, günümüz küreselleşme ortamında salt batılı toplumların değil, doğusu ve güneyiyle İslam toplumlarının da bu sürece eklemlenmesi amaçlanmaktadır. İslami eğitim, tüm varlığı ile bu süreçte belirleyici bir rol oynamaktadır, oynamalıdır. İşte tam da bu noktada, bu rolün neliği ve nasıllığı İslami eğitim camiasının acilen cevap vermesi gereken önemli bir soruyu teşkil etmektedir. Aksi taktirde, bu rol, diyelim ki, yıllar sonra bugüne dair yapılacak araştırmalarda İslami eğitimin sunduğu koşullandırmanın, Batı medeniyetinin materyalist felsefesinin pratikteki yansıması olan kapitalist toplumunun şekillenmesinde bir “katalizör” işlevi olduğu sonucuna varılmasına yol açması kaçınılmaz olacaktır. Kitlelere başarılı gözüken bir eğitim sistemi tesis etmiş olabilirsiniz. Ancak bu sistem, batının maddeci, dünyevi hazlarının tetiklenmesinde aracı bir role soyunmuş ise, bu sistemin adı şu veya bu şekilde İslami yönelimle irtibatlandırılsa dahi, bu sistemin ürünü olan bireyler, yaşam felsefesi ve pratikleri söz konusu olduğunda batılı bireyden pek de ayırt edilemeyecektir.
Eğitim olgusunun ve kurumunun değişimin önemli bir aracı olduğu genel kabuldür. Ancak değişimin yönü ve yönelimi de en az kendisi kadar can alıcıdır. Neyi niçin değiştireceğimiz, hangi ölçüde ve nereye kadar değiştireceğimiz süreçte karar mekanizmalarını işgal edenlerce belirlenmektedir. İslami eğitim ve yönetim bağlamında bu değişimlere yön ve yönelim iradesi gerçekte ne kadar Müslümanların kontrolündedir? Eğitimi modern koşullara adaptasyonun aracı kılmak mümkün olduğu gibi, eğitimi modern dayatmaları yadsıyıcı, dönüştürücü ve yeniden oluşturucu bir yönelime sokmakta mümkündür. Eğitimi, doğu ile batıyı biraraya getirmenin aracı kılmak ise, işin daha baştan savsaklandığının göstergesi ve İslami eğitimi kendi parametrelerinden uzaklaştırmanın bir sonucudur.
Modern dönem eğitim kurumunun, bizatihi ulus devletin temel dinamiği olması İslami eğitim olgusunu ne ölçüde etkilemektedir? Veya İslaim olduğu ifade edilen eğitim süreçleri ne ölçüde “reel hayatta” karşılığını bulmaktadır. Ya da sözde İslami eğitimin varlığı tastamam ulus devletin temellerini sağlamlaştırmaktan öte bir işleve sahip midir sorusu da kaçınılmadan sorulmayı hak etmektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde, İslami
eğitimin bizi yönlendireceği hedef önem taşımaktadır. Dolayısıyla bizatihi İslami eğitimi ele almak bile mevcut modern ulus devlet yapılanmasının sınırlarının zorlanacağı anlamına gelmektedir. Peki buna hazır mıyız ya da bunu gerçekten istiyor muyuz?
Yukarıda dikkat çekilen konferans işte böylesi yoğun bir gündem bağlamında hem de hızlı toplumsal değişimlere konu olan Güneydoğu Asya’da gerçekleşti. Ortadoğu’nun, Kuzey ve Orta Afrika’nın İslam toplumlarının zamanla bu uluslararası oluşuma dahil olması yaşanan tecrübeler, sorunlar ve çözüm önerilerinin açık ve yüksek sesle dile getirilmesine olanak tanıyacaktır. Bu konferansın umut vaad eden yanı, sunulan bildirilerin sadece kağıtta kalmayacağı, pratikte yani sahada bir dizi faaliyetlere olanak tanıyacağı sinyalini aldık. Özellikle dördüncü konferansın Tayland’ın güneyinde Müslümanların azınlıkta olduğu ve özellikle de eğitim alanında büyük yoksunluklar çektiği Yala’da gerçekleşmesi, bölgede yaşayan Müslüman nesillerin pratikteki sorunlarına çare olacağı umulur.

http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=142222&q=%C3%96ZAY

LEAVE A REPLY