Mehmet Özay /Endonezya / Timeturk
12 Ağustos 2008

İslamcı militancılığın geçici mi yoksa kalıcı mı, yoksa İslam dayanışmasıyla bağlantılı bir konu mu olduğu hususu değinilmesi gereken son noktadır.
Buraya kadar yapılan izahların ardından, 21 Mayıs 1998 tarihinde Suharto’nun devlet başkanlığından istifa etmesinin ardından siyasal İslam’ın yükselişte olduğunu görmek zor değil. Bunun göstergesi sadece, bu süreçte kurulan 42 İslami parti değildir. Aynı zamanda, İslam hükümlerinin hem anayasada yer alması ve hem de uygulamaya geçirilmesi konusundaki talepler kadar, siyasal parti oluşumu dışında çok sayıdaki yeni dini teşkilatın kurulmasıyla da aşikar bir durum arz eder. Halk arasında, sanki ükenin İslami bir devlete doğru evriliyormuşcasına bir tedirginlik var. Abartılmakla birlikte, böylesi bir algılama, sadece siyasal İslam’ın bir olgu olarak gündeme gelmesiyle değil, aynı zamanda, uluslararası arenadaki gelişmeler bağlamında da meşru temellere sahiptir. Püriten dini yaklaşımlardan esinlenen kimi Müslüman aktivistlerin hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla şiddet kullanma arzusu sadece halk arasında tedirginliğin artmasına yol açmaktadır.

Bununla birlikte, farklı bir tür siyasal İslam’la karşı karşıyayız. PPP, PBB ve FPDU’daki Müslüman siyasetçiler Cakarta Sözleşmesi’nin temel gaye olarak gerçekleştirme bağlamında daha fazla formalist ve sembolik siyasal İslam mücadelesi içerisindeyken, Golkar, PAN, PKB ve PDIP’deki diğer Müslüman siyasetçiler genel olarak Endonezyalıların çıkarlarını gözeten daha toplumsal gayelere yönelerek farklı bir siyasal İslam anlayışı sergilerler. Bu durumda, bir kez daha, zahiri (scriptualism) ve batıni (substantialism) şeklinde ortaya çıkan iki farklı İslam anlayışı ile karşı karşıyayız.

Bu nedenle genellemelerden kaçınmalıyız. Bu, siyasal İslam’ı temsil eden her türlü açılımın militanlığı doğuracağı veya getireceği anlamına gelmiyor. Daha da ötesi, şayet bir parti siyasetinde sembolizme yer verirse, bu partinin radikal eylemler içerisine gireceği şeklinde bir sonuca gidilmemelidir. Semboller insanoğlunun ihtiyaç duyduğu olgulardır.

Endonezya siyaseti bağlamında, sembollerle siyaset yapmanın yasaklandığı dönem sadece Suharto dönemidir. Sukarno döneminde İslamcı partilerin dini sembolleri kullanmalarına izin verildi. Bu dönemde yasaklamaya konu olan ise sadece devletin temellerinin İslam’a dayandırılması Sukarno ve yandaşları tarafından yasaklandı.

İslam, sadece bir parti sembolü olarak kullanıldığı sürece, bu durumun ülke politikası üzerindeki tesiri pek o kadar önemli olmayacaktır. Belki de, siyasi olduğu kadar toplumsal ve kültürel olarak da sorun doğurmayacaktır. Ancak, Cakarta Sözleşmesi’nin uygulanması konusunda gayret sarfetmek, devletin Müslümanlara İslam hükümlerini uygulama hakkı tanıyacağından son derece büyük etkiler yaratacaktır. Devlet bu konuda adil bir uygulama içerisinde bulunsa dahi, Endonezya vatandaşlarının birbirinden farklı iki yasaya tabi olmaları hasebiyle toplumda huzursuzluklar başgösterebilecektir. Örneğin, had cezası uygulanması söz konusu olduğunda, sanık konumundaki hırsız Müslüman olmaması ve bağışlanmaması halinde hayatını kaybedecekken, Müslüman olması halinde sadece elini kaybedecektir.

Ancak bu konu, halk arasında İslami radikalizmin ortaya çıkması şeklinde bir kaygıya neden olmamalıdır. Buradaki temel sorun, ne tür bir radikalizmin ortaya çıkacağıyla ve ulus olarak bu sorunla nasıl baş edeceğimizle alâkalıdır.

Daha önce de dile getirildiği üzere, radikalizm soyut bir alanda gerçekleşmiyor. Aksine, toplumda mevcut olan sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal koşullarla birebir ilintilidir. Endonezya bağlamında, radikallik salt din temelli değildir; aksine, sadece belirsizliklerle değil, aynı zamanda, devletin zayıflatacak olan demokrasiye geçiş dönemlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Geçiş dönemlerinde devlet zayıf bir konuma düşmüştü. Halbuki daha öncesinde, kamusal olayları dikte eden devletken, şimdilerde devleti şekillendiren ve devlet üzerinde etki yapan kamuoyudur. Böylece, Müslüman siyasetçiler devlet tarafından uzunca bir süre göz ardı edilmiş veya inkâr edilmiş olan haklarını kamuoyuyla paylaşma ve bu konuda çalışmalar yapma hakkını kendilerinde bulmaktadırlar. Bu konuya İslami hükümlerin uygulanması da dahildir.

İslami hükümlerin uygulanması çağrısında bulunmak tek başına bir olgudur. Bunun nasıl gerçekleştirileceği ise bir başka konuyu teşkil eder. Mevcut herhangi bir demokratik sistemde bütün toplumsal gruplar kendi çıkarları doğrultusunda konuşma ve eylemde bulunma hakkına sahiptirler. Bu hedeflerin elde edilmesi yolunda kullanılacak mekanizma ve araçlar belirli kuralarla belirlenmelidir. Bir başka deyişle, bütün partiler aynı kuralı oynamak durumundadırlar. Bu mekanizmaları hayata geçirmek ise devletin sorumluluğundadır. Devletin bu konuda uygun bir faaliyette bulunanaması toplumda yaşanabilecek bir takım ihlâlleri teşvik etmektedir.

Örneğin, bu türden koşullar, Maluku’daki Müslümanlara yardımcı olmaya çalışmak için Lasykar Jihad’ın oluşumuna zemin hazırladı. Devlet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşanan çatışmalara taraf olanları kontrol etmeyi gerçekleştiremediği durumda hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar kendi dindaşlarının yanında yer alabilme cesaretini bulmaktadır.

FPI’ın, kumar, fuhuş, pornografi ve içki dağıtımı ve tüketimini engellemeye yönelik çabaları bağlamında sergilediği militanca tutum tartışmanın yukarıda izah ettiğimiz vechesiyle alâkalıdır. Her ne kadar Endonezya bir İslam devleti olmasa da, kumarı, pornografiyi, fuhuşu ve alkollü içki tüketimini yasaklayan pozitif yasalar mevcuttur. Çok çeşitli sorunların ortaya çıktığı bir zaman diliminde devletin bunlarla baş edememesi, yasalarda yasaklanmasına rağmen, FPI üyelerine kendi adlarına harekete geçme olanağı sağlamıştır. FPI’ın kumar, fuhuş, pornografi ve içki karşısındaki kampanyalarını pek çok kez sergileyebilmiş olması devletin acziyetinin bir ifadesiydi. Buna göre, yasaların uygulanamaması militanca faaliyetlerin gündeme gelmesine yol açtığı sonucuna varabiliriz.

Geçiş dönemleri daima belirsizliklerle doludur. Bu sadece maddi refahla değil, aynı zamanda, psikolojik, özellikle de çatışma bölgeleriyle ilişkilidir. Devletin gerektiği şekilde hareket etme konusundaki sınırlı kapasitesi, henüz normal bir devlet mekanizmasının oluşmadığı yönündeki algılamaları güçlendirecektir. Bu devlet çatışma bölgelerinde etkin değildir. Hem şehirlerde hem de kırsal bölgelerde halk, daha iyi toplumsal, ekonomik ve siyasal bir ortamın oluşturulması konusunda ulusal elitin bütünleşememiş olmasını sorgulamaktadır. Başkanlığın B. J. Habibie’den Abdurrahman Vahid’e, daha sonra da Vahid’
den Megawati’ye devri mevcut durumda herhangi bir değişikliğe yol açmadığı gibi, siyasetin Suharto dönemine göre daha liberalleştirilmesine ve serbestiyet kazanmasına yol açtı.

Bu durum, özellikle gençler arasında belirsizliklere yol açıtığı konusunda bir görüşün oluşmasına neden olmaktadır. Bu gençlerin büyük bir bölümü mevcut durum insanlara, ne toplumsal ne de ekonomik anlamda geleceğin daha iyi olacağı konusunda bir ümit vermiyor. Bu nedenle, insanlar belirsizliğin ortadan kaldırılması yolu arayışı içerisindeler. Yeni kurulmuş olan siyasal partiler ve organizasyonlarda yer almak bu konuda onlara bir ümit ışığı verdi. Söz konusu bu teşkilatlarda toplumsal hareketlilik konusunda bir imkân yakaladılar. Gençler için bir araya gelmek, üniformalar giymek onları bir insan olarak gururlandırmaktadır.

Aslında, FPI, MMI, Hizbut Tahrir, Müslüman Kardeşler gibi teşkilâtların büyük ölçüde gençlerin desteğine mazhar olmasında şaşılacak herhangi bir durum söz konusu değildir. Söz konusu bu teşkilâtların sergiledikleri radikalce yaklaşımları korkulacak bir hususiyet taşımıyor. Daha da önemlisi, dini duyarlılıklarının bir ifadesi olarak İslami hükümlerin uygulanması konusunda yapmış oldukları çağrı Allah yolunda çalışma (cihad fi sebilillah) olarak görülebilir. Dindar bir insan için, karşılığında cennetin vaad edildiği, böylesi bir çaba içerisinde olmak kadar doğal bir durum söz konusu değildir.

İkincisi, radikalizmi İslam doktrini bağlamında ele almak da önemlidir. Daha önce de tanımlandığı üzere, İslam öğretileri farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. Müslümanlara dini alanlarda (ibadetlerde) dahi itidalli olmalarını tavsiye eden pek çok ayet olduğu gibi, literal olarak ele alındığında radikalizmi teşvik eden ayetler de bulunuyor. Bu durum değişmedikçe İslamcı militanca eylemler gündemde kalmaya devam edecektir.

Yeni Düzen rejimi sırasında İslamcı siyasal teori ve pratiklerin dönüşümü dikkate alınması gereken bir husustu. Bir ölçüye kadar, Yeni Düzen rejiminin oluşturduğu ortam özellikle son yıllar, Müslümanlar açısından çıkarlarını görece olarak mevcut siyasal sistemi vasıtasıyla gerçekleştirme imkânı tanımıştı. Halen Cakarta Sözleşmesi’nin uygulanmasını talep eden kimi Müslümanların var olması, Yeni Düzen döneminde ortaya çıkan İslami dönüşümün görece bir başarısı olarak görülmelidir.

Bu bağlamda, İslamcı militancılığın geçici mi yoksa kalıcı mı, yoksa İslam dayanışmasıyla bağlantılı bir konu mu olduğu hususu değinilmesi gereken son noktadır. En azından, teolojik bağlamda, Müslümanlar güçlü bir dini/İslami bağla birbirlerine bağlıdırlar. Hadisler kadar pek çok Kur’an ayeti de Müslümanlar arasında dayanışmaya vurgu yapmaktadır.

Konu, bu çalışmanın üçüncü bölümünde dile getirildiği şekliyle ele alındığında, İslam dünyası uzun bir süredir adaletsizliklerle karşı karşıyadır. Müslümanların Batıya kızgınlıklarının ilk nedeni sömürge dönemiyle bağlantılıdır. Pek çok İslam ülkesinin bağımsızlıklarını ancak 1940’lı ve 1950’li yıllarda kazanmış olmasına rağmen, Müslümanlar dünya çapında büyük adaletsizliklerle karşı karşıyadırlar.

Bu çerçevede Filistin’de yaşananlardan daha iyi bir örnek sunmak mümkün değil. Uluslararası toplum onyıllardır Filistinlilere yapılan adaletsizliklere ve zulümlere tanık olmaktadır.

Pek çok Müslümanın nezdinde, Filistinliler BM kararlarına uymaya zorlanmakta, ancak İsraille ilgili herhangi bir kararın uygulanmadığına şahit olunmaktadır. ABD’nin sürekli olarak İsrail’e destek vermesi pek çok Müslümanı ABD’ye karşı düşmanlık beslemelerine neden olmaktadır. Benzer şekilde, Irak’ın BM kararlarına uymaması bahanesi ile ABD’nin ve müttefiklerinin Irak’a saldırması İslam dünyasında sadece radikal gündemi tetiklemeye yaramaktadır.

Bununla birlikte, Endonezya’da iç meseleler dini doktrin ve uluslararası adaletsizliğin önünde yer almaktadır. Endonezya’lı aydınlar ulusu daha iyi bir geleceğe taşıyamadıkları veya söz konusu geçiş dönemi daha da uzadığı taktirde söz konusu radikal hareketler artış gösterecektir. Endonezya tarihi dikkate alındığında Komünist Partisi’nin dışında, Müslümanların radikal eğilimler sergiledikleri görülmüştür. Mitsuo Nakamura’nın dile getirdiği gibi gelenekselci NU bile İslamcı radikalizme destek verebilmektedir.

Ayrıca, radikalizme ivme kazandıran başka olgulardan da bahsetmek mümkün. Birincisi, Endonezya, özellikle de ekonomik, siyasal ve yasaların uygulanması konusundaki aksaklıkların giderilmesi bağlamında geçiş sürecini hızla atlatmak zorundadır. Bu ülke, devletin halka düzen ve istikrar dikte ettiği dönemlere bir daha geri dönmemelidir. Aynı zamanda, Endonezya ulusu istikrarsız bir siyasal ortama da tahammül edemez. Bu bağlamda, Endonezya demokratik katılım ve insan haklarına saygı çerçevesinde vatandaşlarını sosyo-ekonomik ve siyasal anlamda daha iyi koşullarda yaşatabilecek güçlü, istikrarlı ve muktedir bir devlet olmak zorundadır.

Ancak bu koşullar altında Endonezya kalkınma hedefini gerçekleştirebilir. İnsan kaynaklarının geliştirilmesi konusunda genellikle en önemli araç olarak görülen eğitim kamuoyunda hoşgörü ve itidalin oluşmasında önemli bir rol oynayacaktır. İslam radikalizmi karşısında (itidalli İslam, liberal İslam vb.) alternatif görüşlerin geliştirilmesi muhalif bir çerçevede birlikte değerlendirilmemelidir. Bunun yerine, her iki tarafa da, İslam’ı Endonezya’nın sosyo-kültürel ve siyasal bağlamına oturtma konusundaki çabalar sergilemelerini sağlayacak bir dizi diyalog kurmalarına imkân verilmelidir. Sosyo-ekonomik ve siyasal gelişmişlik düzeyi ile birlikte, tam anlamıyla ortadan kaldırılamasa bile radikalizmin önemini kaybedeceği ümit edilmektedir.

Buna rağmen, geçiş dönemi tam anlamıyla atlatılamadığı bir durumda bile, İslami radikalizm toplumdan ve parlamentodan yeterince destek bulamadığını vurgulamakta fayda var. PPP’nin, PBB’nin ve FPDU’nun Cakarta Sözleşmesi’ni anayasa koyma çabalarının başarısız olması bunun bir göstergesidir. Benzer şekilde, ülkenin önde gelen iki cemaati Muhammediyye ve NU’nın hoşgörülü İslam’ın yaygınlaştırılması konusundaki argümanları radikalizmden uzaklaştıklarının bir göstergesidir. Çok daha ilginci Lasykar Jihad grubunun faaliyetlerinin sona erdirilmesi ve FPI’ın faaliyetlerini durdurması İslami radikalizmin güç kaybında olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu tartışma çerçevesinde son olarak, İslam radikalizminin sadece geçici bir olgu olduğunu söylemek mümkün. Radikalizme yol açacak imkânlara fırsat tanındığı sürece radikalizm yeniden gündeme gelme olasılığı taşımaktadır.

LEAVE A REPLY