Mehmet Özay                                                                                             08.12.2019

Çin Halk Cumhuriyeti’nin özerk bölgelerinden Hong Kong’da, Haziran ayından bu yana devam eden gösteriler giderek şiddet içerikli bir niteliğe bürünürken, uluslararası çevrelerden gelen tepkilerin Pekin yönetimi üzerinde siyasi baskıya evrileceği emareleri beliriyor.

Söz konusu gelişmeler, Ada yönetiminin suçluların yargılama süreçlerinin Ana Kıta Çin’de yapılmasına olanak tanıyan yasa tasarısı çalışmasına verilen sıradan ve yerel bir tepki olmanın ötesinde, çok daha kapsamlı bir anlam içerdiğini ortaya koyuyor. Ada özel valisi Carrie Lam tarafından geçen Mart ayında meclise sunulan yasa tasarısı geri çekilmiş olmasına rağmen, gösterilerin devam etmesi bunu kanıtlıyor.

Kimlik, Hak ve özgürlükler

Asya-Pasifik bölgesinin en önemli finans ve uluslararası ticaret merkezlerinden biri olan Hong Kong’da, yönetimin 1997 yılında İngiltere’den Çin’e geçmesinden itibaren Ada halkının tedrici olarak hak ve özgürlüklerden yoksun bırakıldıkları iddiası öne çıkıyor.

Bunun karşısında Ada halkı gösterilerle tepkilerini ortaya koyarken, başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı devletler, Pekin yönetiminin 1984 yılında imzalanan, “Çin-İngiltere Ortak Deklarasyonu”nda ifade edilen hakların devamlılığını sağlaması çağrısında bulunuyor.

Özerk yönetimin sadece elli yıl (1997-2047) boyunca devam edecek olması, ardından Ada’da Pekin yönetimin mutlak egemenliği anlamı taşıyor. Bu durum, hiç kuşku yok ki, bugün yaşanan gelişmelerin anlaşılmasında kritik bir öneme sahip.

Bu bağlamda, Çin yönetimi 1997’den bu yana eğitimden, meclis idaresine ve demokratik haklara ile Ana Kıta Çin’den Ada’ya gerçekleşen göçlere kadar Ada’da kendi arzu ettiği siyasi ve toplumsal yapıyı tesis edecek bir politika izlerken, Ada halkı bu uygulamaların sahip oldukları özerk yönetim haklarının ihlâli olarak değerlendiriyor.

Ada halkı, kendini Ana Kıta Çin’den ayrıştırmak adına Hong Kongluluk kimliği üzerinden, liberal-demokratik değerlerle örülü bir içeriği olduğu vurgusu dikkat çekiyor.

Şemsiye Hareketi

2014 seçimleri öncesinde Pekin yönetiminin genel oy kullanma hakkı verileceği yönündeki sözünü tutmamasının ardından başlayan ve Şemsiye Hareketi (Umbrella Movement) olarak adlandırılan gösteriler bugünkü sürecin başlangıcını oluşturuyor.

Üniversite öğrencilerinin başını çektiği gösteriler, artık Ada’da günlük hayatın bir parçası haline gelirken, salt Ada’nın geniş cadde ve meydanlarında yapılan yürüyüşlerle de sınırlı değil.

Geçtiğimiz aylarda tanık olunduğu üzere, gösterilere Ada toplumsal yapısından neredeyse her kesimin katılımıyla milyonlara ulaşması, zaten tedrici olarak kalkmakta olduğu belirtilen hak ve özgürlükler noktasında yakın ve orta vadede ümitvar olmadıklarını gösteriyor.

Bu durum, Ada halkı ile sınırlı sayıda üyesi bulunan özel bir meclis tarafından belirlenen Ada yönetimi ve Pekin yönetimi arasında güvensizliğin inşası anlamı taşırken, sorunun çözümü konusunda taraflar arasında muhataplık sorunu da, başlı başına bir mesele olarak ortada duruyor.

Bu durum, gösterilerin altıncı ayına girdiği bu süreçte, bir yandan Ada halkının azımsanmayacak bir kesiminde karşılık bulan demokratik hak taleplerinden vazgeçmemeleri, öte yandan Ada yönetiminin de gösteriler karşısında güç kullanmakta farklı yöntemler uygulaması giderek büyüyen bir belirsizlik anlamı taşıyor.

Haklarının korunması, taleplerinin meşru zeminde dile getirilmesi yönünde araçlardan yoksun olan Ada halkı çözümü gösterilerde buluyor. Ada ve Pekin yönetimleri ise, özellikle gösterilerin meydanlardan havalimanına yön ve içerik değiştirmesindne itibaren başgösteren gelişmeleri ileri sürerek  göstericileri terörist eylemciler olarak lanse ediyor.

Tiananmen ruhu

Ada’da barışçıl olarak nitelendirilen gösterilerin şiddet içerikli boyuta taşınması akıllara 1989 yılındaki Tiananmen Meydanı hadisesini getiriyor.

O dönemde, Çin’de özgürlük talebiyle başlayan gösteriler Çin ordusunun meydana tanklarla girmesiyle bastırılmıştı. Bugün Hong Kong’daki gösteriler ve buna karşı verilen tepkiler şimdilik böylesi bir boyuta ulaşmamış olsa da, böyle bir ihtimali akla getirtecek girişimlerin olmadığı da söylenemez.

Örneğin geçen Ağustos ayının ortalarında, Ana Kıta Çin’de sınır boyundaki Shenzhen’de askeri birliklerin tatbikat hazırlığı bağlamındaki hareketliliği o günlerde doğrudan bir müdahale endişesini gündeme getirmişti. Çin’den yeni askeri birliklerin Ada’ya geçtiği konusu gündemde yer ederken, gösterilerin bir askeri hareketle bastırılması konusu şu ana kadar bir girişim söz konusu olmadı.

Bu çerçevede, göstericilerin hak ve talepler ile demokratikleşme konusundaki içeriğinin, sadece Hong Kong ile sınırlı kalmadığı, aksine seslerini Ana Kıta Çin’e ulaştırarak benzer bir toplumsal ve siyasal tepkiyi hareket geçirmeyi hedefledikleri gizli açık ortada.

Bu nedenle, Pekin yönetimi, özellikle kitle iletişim araçları üzerindeki sıkı kontrol ile Hong Kong’daki gelişmeleri geniş kitlelerden gizleme politikası uyguluyor.

Bu noktada, gösterilerin liderliğini yapan Demosisto Partisi farklı siyasi, sivil gruplarca ve halk desteğiyle sürerken, hem Ada’da hem de uluslararası arenada taleplerinin kabulu ve yüksek sesle desteklenmesi konusunda sergilediği çabalarda kararlı gözüküyor.

Sorunun uluslararasılaşması

Bu noktada, göstericiler, önce havalimanı ve ardından alışveriş merkezlerini mekân olarak seçmesi, önemli bir stratejik bir gelişmeydi. Böylece, siyasi taleplerini havalimanı üzerinden uluslararası arenaya, alışveriş merkezleri üzerinden de Ada’nın farklı toplumsal kesimlerine doğru yaygınlaştırmayı hedefliyorlardı ki, bunda da şu veya bu şekilde başarılı oldukları söylenebilir.

Bu stratejinin bir başka hedefi ise, kendilerine karşı güvenlik güçlerinin sergilemekte olduğu baskının farklı kesimlerce tanıklığına ve bir anlamda iddialarının daha geniş kesimlerce meşruiyet kazanmasının yolunu açmaktı.

Öte yandan, Ada’da şiddet eylemlerinin artmasına paralel olarak başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin ilgisi de buraya çevrilmiş durumda. Ada’da şiddetin sona erdirilmesi, güvenliğin ve istikrarın sağlanması konusunda Pekin yönetimine karşı Batılı liderler birbiri ardına açıklamaları dikkat çekiciydi.

ABD başkanı Donald Trump ile İngiliz hükümeti yetkililerinin açıklamalarıyla başlayan süreç, ABD senato meclisi üyeleri, Almanya başbakanı ve dışişleri bakanı ile Ağustos ayı sonunda Paris’te G-7 Zirvesi dolayısıyla biraraya gelen Avrupalı diğer liderlerin açıklamalarına konu oldu. Bu noktada, özellikle ABD ve Çin’in karşı karşıya gelmesi, zaten ticaret savaşlarına konu olan iki ülke ilişkilerinin daha da gerginleşmesi ve yeni bir kriz alanı olabileceği anlamı taşıyor.

Pekin yönetimi, Batılı ülkelerden gelen eleştirileri iç işlerine müdahale olarak yorumlarken, Batılı liderler, Ada yönetiminin İngiltere’den Çin’e geçmesi konusundaki anlaşmanın ihlâl edildiği ve Pekin yönetiminin, Ada halkının özgürlüklerinin korunması konusundaki çağrısı bugüne kadar olumlu karşılık bulmuş değil.

Özellikle güvenlik güçlerinin müdahalesinin ölümlü vakalara yol açmasında ortaya çıktığı üzere, Ada’da özerk yapının varlığına yönelik müdahalelerin artması karşısında ABD senatosunda, “Hong Kong İnsan Hakları ve Demokrasi Yasası”nın görüşülmesi ve Pekin yönetimi üzerinde siyasi baskının tesisi konusunda girişimler gündemde.

Bu dış baskılar karşısında Çin yönetimi, 1997 yılından bu yana Ada’da var olan “tek devlet iki sistem” modelini göz ardı etmezken, devlet başkanı Şi Cinping’in çeşitli açıklamalarında da görüldüğü üzere Hong Kong, Çin toprağı kabul edilerek egemenlik hakkı iddiası ile buradaki icraatlara meşruiyet kazandırılmaya çalışıyor.

Bu gelişmeler, Hong Kong’un son derece hassas bir dönemden geçtiğini ortaya koyuyor. Göstericiler haklarını koruma konusunda kararlı gözükürken, Pekin yönetiminin altı ayı bulan bu gelişmelere daha ne kadar izin vereceği veya bu gelişmeleri nasıl yöneteceği konusu belirsizliğini koruyor.

“Ekonomi-Politik”, Açık Medeniyet, Yıl 3, Sayı 20, 2019-Aralık.

LEAVE A REPLY